Gönderi

BİR DESTAN GİBİ: İMALÂT-I HARBİYE
Osmanlı Anadolu'su, her türlü sanayi tesislerinde, teknik cihazlanmalardan, santrallardan ve bu arada sanayi ve teknik alanında yetişkin insan kadrosundan yoksun bir ülkeydi. Zaten Osmanlı Türkiye'si, bir açık pazar, bütün endüstriyel ihtiyaçlarını yabancı ülkelerden satın alan ilkel bir tarım ve hammadde üreticisiydi. Bir yarı sömürgeydi. Amerikan bezi gibi en kaba çeşitli dokumalar imal eden birkaç tesis, İzmir, Çukurova, Antep gibi işgal bölgelerinde kalmıştı. Istanbul ise işgal altındaydı. Milli Mücadele Anadolu'su ile bağıntısı kesilmişti. Milli Mücadele Anadolu'sunda Birinci Dünya Harbi, tehcirler (göç ettirmeler) vesaire gibi sebeplerin de ayrıca etkileri ile, tamirci, sobacı gibi en basit el işçilerinin bile tedariki bir meseleydi. Halbuki işte bu şartlar içinde Anadolu; yoktan bir ordu yaratmak ve bu arada harp silâhları ve malzemesi için imalâthane, bakım tesisleri bulmak zorundaydı. Çünkü mütareke ile beraber ve Fevzi Paşanın Harbiye Nazırlığı sırasında, düşmana en az 200.000 piyade silahının mekanizmaları ile, topların kamaları teslim edilmek, mütareke icaplarindan görülmüştü. Büyük cephane stoklarına düşman el koymuştu. Şurada, burada elde kalan toplarla mermileri de, birbirine uydurmak bir meseleydi. Ordu makine ve tamir sanayii, İmalât-ı Harbiye mektebi denilen askeri sanayi okulu elemanlarıyla, İmalât-ı Harbiye fabrikalarının, pek genç yaşlarda alıp yetiştirdiği işçi ve ustalarla beslenirdi. İmalât-ı Harbiye bir ocak'tı. Kendisine mahsus terbiyesi, havası ve gelenekleri olan bir ocak. Yetişkin elemanlarının bir kısmı askeri rütbeli, bir kısmı sivil olmakla beraber, kademe, sanat bilgisine dayanan bir hiyerarşi içinde rütbeler verirdi. Ahmet Akar işte bu ustalardan biridir. Çıraklıktan yetişmişti. Milli Mücadele'nin en sıkışık günlerinde Eskişehir'e, Ankara'ya, Adapazarı'na ve her taşındığı yere, takımlarını, tezgâhlarını da taşıyıp, her gittiği yerde bunları harekete geçiren Imalât-ı Harbiye ustalarından biriydi. Cumhuriyet'in bir yıl dönümü dolayısıyla "Makine ve Kimya Kurumu" dergisinin yazan ondan bazı anılarını dinlemek istedi. Top fabrikası başteknisyeni Ahmet Usta'nın "mütevazi benliği bu istek karşısında ürperiyordu". İsminden bahsedilmesini istemiyordu… Konuşurken eski arkadaşlarının da yanında olmalarını istiyordu. Nihayet konuşmaya razı edildi. Milli Mücadele başlarken Eskişehir Demiryolu atelyesinde çalışmaktaymış. Bir gün ona bir binbaşı gelir. Milli Mücadele başlamıştır. Kamasız toplar vardır. Bunlara kamalar yapılacaktır. Fakat kama yapabilmek için demiryolu atelyesinde ne malzeme, ne bu iş için tesisler vardır. Derken iki İmalât-ı Harbiye subayı da işe katılırlar. Torbalarından işçi gömleklerini çıkarıp bu işler için pek de uygun olmayan şahmerdanın başına geçerler. Atölyedeki Rum, Ermeni işçiler bunlarla alay etmektedirler. Akla gelmez zorluklarla savaşırlar. Nihayet 10.5-22 çapında ilk kama yapılmıştır. Kama topa takılır. Kırda tecrübe atışı yapılacaktır. Yapılır da. 10.5'luk top ovaları inletir. Ahmet Akar'ın ve arkadaşlarının mükâfatı, sel gibi boşanan sevinç gözyaşlarıdır. Sonra işleri daha da ilerletirler. Seri halinde imalâta geçilir. 7.5'luk Krup cebel, 1.77'lik Erhard cebel toplarının kamaları meydana çıkar. Ahmet Akar, her biten kamanın üstüne bitiş tarihi ile Eskişehir markasını vururken mesuttur. Düşünür ki bunların her biri hemen yarın bir ölü topu harekete getirecektir. Arada İstanbul'dan daha başka İmalât- Harbiyeciler de geliyordu. Fakat onlardan istenen hizmet de artmaktadır. Kama ve nişangâhlarda yeni neticeler alınıyor. Sonra sıra 15-17 santimlik top kamalarına geliyor. İlk atışlar Karacaşehir istikametindeki dağlara yapılıyor. Ahmet Akar diyor ki: "- Gürleyen topların sedaları bütün yorgunluklarımızı unutturdu…" Fakat bu sefer de Eskişehir işgal tehlikesi altına giriyor. İmalât-ı Harbiyecilere Ankara yolculuğu görünmüştür. Toparlanabilen takım ve malzemeyle Ankara'ya varırlar. Onlara fabrika ve atölye yerine bir süvari kışlası gösterilir (şimdi Makine Kimya Endüstrisi Kurumu Merkezi). Ahmet Akar anlatıyor: "- Kışla ahırlarınının gübrelerini temizlemekle işe başladık. Zemini tasviye ettik. Birkaç baraka da kurduk. Az sonra kama ve top aksamı imal ve tamirleri ile, tüfek kısmı, kılıçhane kısmı işe girişti. Başımıza geçirdiğimiz mühendis, 25 yaşında Veli Bey isminde bir gençti. Tam bir amele gibi çalışıyordu. İşte o günlerde top sesleri, derinden derine Ankara'dan da duyulmaya başladı. Düşman geliyordu. İşe yetişmek için dolu mermileri boşaltmadan tornaya bağlıyor, 7.7'likleri 7.5'luk sahra toplarına uyduruyorduk. Bu sefer de Ankara'dan Yahşihan'a göç görünüyordu. Hatta ailelerimizi oraya götürdük. Ben ancak bir ahır kiralayabildim. Oğlumla karım ve kız kardeşim orada hastalıktan öldüler. Fakat bana ancak Yanşihan'la Ankara arasında mühimmat nakli ile uğraşmaya vakit kalıyordu. Düşman ricat edip de Ankara'da çalışmalar genişlettirilirken bu sefer de asıl büyük felâket oldu. Ankara'daki fabrikamız yandı. Gazi Paşa sabaha karşı fabrikaya koştu. Bize ancak teselli sözleri söyleyebildi: - Üzülmeyin, ne yapalım, millet, memleket sağ olsun! Ondan sonra bize Adapazarı'na yol göründü. Araba fabrikasının bir köşesinde yeniden top kamaları yapmaya başladık. 15-17 ve 15-14'lük kamalarına bu sefer de Adapazarı markasını ve bittikleri tarihi yazıyorduk…" Ahmet Akar, aylardan sonra Ankara'da nasıl tekrar işe başlandığını ve ortaya birtakım tesisler çıktığını anlatır. Gecelere kadar çalışırlar. Kale etrafında, Kayabaşı'nda birkaç aile ancak bir küçük ev kiralayabilmişlerdir. Ama geceleri ancak kadınlar hep bir arada ve bir odada, erkekler de hep bir arada diğer odada yatabiliyorlardı. Fabrikadan Samanpazarı'na çıkmak da bir meseleydi. Şimdiki Gençlik Parkı bir bataklıktı. Çamur deryası olan yolun iki tarafıysa hayvan leşleriyle doluydu. Ahmet Akar'ın ve bütün Ahmet Akar'ların bu hikâyelerini alabildiğine genişleterek dinlemek kabildir. Bu arada Ankara'nın Samanpazarı'nda süngü yapan demircilerden, barakalarda fişek dolduran kadınlardan, sargı bezi, iç çamaşırı, çarık imalâthanelerinden de alabildiğine ve hepsi de birbirinden ilgi çekici hikâyeler nakledebiliriz. Hele insan unsuruna gelince, eşekle, kağnıyla, yahut da sırtlarında cephelere cephane taşıyan kadınlardan, dağdaki asker kaçağını cephelerde vatan kahramanı haline getiren teşkilâtçı ve sabırlı adsızlara kadar, bütün bu binlerce ve binlerce gayretler, mihnetler ve sonu gelmez alın terleri ile gözyaşlarıdır ki, beş on bin derme çatma Harb-i Umumi artığı insandan, 200. 000 kişilik silâhlı, 2982 makineli tüfek ve 442 topluk muzaffer orduya ulaşan çetin ve kanlı yolun kaldırım taşlarını döşemiştir. Şimdi biz geriye baktığımız zaman bu yolun izleri belki pek göze batmaz. Ama bizim bugün bulunduğumuz noktaya, Mustafa Kemal'in nesli, işte o taşların her birine kendi kanlarından, kendi gözyaşlarından ve alın terlerinden bir şeyler bırakmışlar, bir şeyler katmışlardır… Milli Mücadele'de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, dağılmış ve tükenmiş bir ordu kalıntısından, muntazam ve muzaffer bir ordu yaratmak için geçtikleri yolun hikâyesi budur.
·
147 views
Poyraz Ayrıç okurunun profil resmi
1. Fotoğraf hakkında: Ankara. İmalat-ı Harbiye Silah Atölyesi, Cepheye Kurşun Hazırlayan Türk Çocukları. Kurtuluş Savaşı Yılları. 2. Fotoğraf hakkında: Ankara İmalat-ı Harbiye Silah Atölyesi'nin ilk çırakları. 3. Fotoğraf hakkında: Ankara İmalat-ı Harbiye Silah Atölyesi'ni Eskişehir, Ankara ve Adapazırı'nda kurup Milli Mücadeleye cephane üreten ustalar.
Poyraz Ayrıç okurunun profil resmi
"Ahmet Akar ve Ahmet Akar'lar..." ruhları şâd olsun...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.