Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

248 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Toprakta Huzur Yok
İkinci Dünya Savaşı modernizmin sonu ve Avrupa için önemli bir kırılma noktasıdır. Bu savaş özellikle Avrupa'yı derinden etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Bu kitapta da bu vahşeti Arnavutların gözünden görme şansını elde ediyoruz. Kitap, savaşta kaybeden ülkelerden biri ile Arnavutluk arasında yapılan anlaşmayla ölen askerlerin naaşlarının bulunup kendi ülkelerine getirilmesi görevinin bir generale verilmesi ile başlamaktadır. Her ne kadar kitapta bu görevlilerin uyruğundan bahsedilmese de kitaptaki "General" ve "diğer general" isimli karakterlerin İtalya ve Almanya adına bu görevi üstlendiklerini biliyoruz. Zira böyle bir anlaşma adı geçen ülkeler arasında gerçekte de yapılmış ve ölen askerlerin naaşları ülkelerine götürmek üzere toplanmıştır. General bu görev ile görevlendirilmesi sonrasında çokça görüşme gerçekleştirmiş ve Arnavutluk'ta ölen askerlerin nerede öldüklerine dair doğru yanlış çok fazla bilgi almıştır. Bu bilgilerin çoğu askerlerin kendi ülkelerinde bir mezarı olmasını ve başında dua edebilmeyi arzulayan yakınlarından gelmiştir. Bu hezeyanlara karşı General oldukça resmi, hatta duygusallıktan uzak da diyebiliriz. "Ne olursa olsun bu ağır ve kutsal görevi yerine getirecekti. Binlerce ana, evlatlarını bekliyordu. O analar yirmi küsur yıldır evlatlarını bekliyorlardı. Şöyle bir gerçek var ki onların bu bekleyişi evlatlarını canlı görmeyi beklemekten farklı bir bekleyişti artık. Ama sonuçta ölüler de beklenir. General o analara, kendi Generallerinin savaşta yönetmeyi başaramadığı evlatlarının kemiklerini götürecekti." (Sayfa 14) Generalimiz Arnavutluk'taki yenilgiden dolayı bu ölü ordunun generallerine içten içe kızmaktadır. Kendisi de İkinci Dünya Savaşı'nda görev alan generalin bu manada faşist düşüncelerinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Arnavut halkına da üstten bakmaktadır. General bu görev ile ilgili olarak en çok da Mavi Tabur'un başı Albay Z.'nin mezarını bulmayı arzulamaktadır. Büyük saygı duyduğu albayın annesi ondan ricada bulunmuş ancak eşi bu konu hakkında garip bir tutum içindedir. “O; haritalarla, listelerle ve hatasız notlarla yeni bir İsa gibi gelmişti. Diğer Generaller sonsuz sayıdaki bu askerleri hiçliğe ve kayba sürüklemişlerdi ama o, askerlerden geriye kalan şeyi, unutulmanın ve ölümün bağrından koparmaya gelmişti.” (Sayfa 15) Generale bu işte bir rahip, Arnavut kazıcılar ve Arnavut bir uzman eşlik etmektedir. Bu durum bile bu görevin garabetini göstermektedir. Zira ülkelerini işgal eden, çokça vatandaşını öldüren bu ülkenin askerleri için kazım yapacaklar, kendi ülkelerinde uyumaları için uğraşacaklardır. Yaşlı kazıcının da dediği gibi onlarla tekrar savaşmak gibi bir eylemdir bu yaptıkları. Arnavutların peşini savaşlarla dolu trajik tarihleri bırakmamaktadır. Kitapta bu ve buna benzer kara mizah ögelerine de rastlarız. Yazarın bu "kazma" eylemini bir metafor olarak çok iyi kullandığını düşünüyorum. Her geçen gün Arnavutların nasıl bir halk olduğunu, savaşmanın onlar için doğum ile başladığını, silahın onların benliklerini oluşturan psikolojik bir unsur olduğunu Arnavutça da bilen Rahip karakterinin de söylemlerinden çıkarırız. Keza açılan çukurlarda sadece İkinci Dünya Savaşı değil önceki savaşlardan da kemikler yatmaktadır. Bu topraklarda hep savaş olmuştur ve Arnavutlar da kendilerini hep bir savaş içinde bulmuşlardır. Savaşacak kimseyi bulamadılarsa da birbiriyle savaşmışlardır. Onlar için savaştan kaçmak utanılması gereken bir durumdur zira. Arnavutlar muhteşem Adriyatik denizini bile kendilerine düşman getirdiği düşüncesiyle sevmemektedir, uğursuz saymaktadır. Şarkılarında hep ölüm, savaş vb. karamsar bir hal vardır. Yazar, ülkenin çetin coğrafyasını da çetin insanını anlatmak için metin içinde bolca kullanmıştır. Arnavutlar bu görevi sürekli izlemekte, müphem bir tutum takınmışlardır. Açılan her çukur ile yeni yeni hikayeler ortaya çıkmaktadır. Bu kimi zaman savaştan kaçan, değirmencinin yanında çalışmaya başlayan bir erken, kimi zaman da savaştaki askerleri oyalamak için Arnavutluk'a getirilen fahişelerden biri olabilmektedir. Zira namuslarına çok düşkün olan Arnavutlar için kasabada açılan bir genelev ikinci bir savaş niteliğindedir. Zaman ilerledikçe bu görevin psikolojik yükü hepsine ağır gelmeye başlamıştır. Bu yükten çokça etkilenen Generalin de görüşleri giderek değişmektedir. Geceleri kabuslar peşini bırakmaz, alkol ve sakinleştiriciler olmadan uyuyamaz olur. Faşist ülkesinden gelen fikirleri zamanla yerle bir olurken ve Arnavutlara bakışı da giderek değişir. Hatta kendilerinin bu toprakta da asker bırakmaların gerektiğine bile inanmaktadır artık. Görevin bitmesine yakın da onlarla eğlenebileceği gibi bir hayale kapılır ve bir düğüne katılma hatasında bulunur. Bu onun için çok büyük bir hatadır. Balkanlarda düğünle cenaze hep bir aradadır. Şanlı ülkesinin şanlı albayı Albay Z.'ye olan saygısı da burada tamamen biter. Savaş denen bu illet onu acılı bir anne, eş ile oğlunun kemiklerini bekleyen bir anne arasında bırakmıştır. Savaşta "görülmeyen" ama en çok acı çeken de kadınlar değil midir zaten? Yazar
İsmail Kadare
İsmail Kadare
'den okuduğum ilk kitap olan bu eserden oldukça etkilendim. Yazarın ara ara iç sesleri, günlükleri metnin arasına alan üst-kurmacalı anlatımını da farklı bulduğumu belirtmek isterim. Zira bu yöntemle savaşı farklı farklı bakış açılarından görmemizi sağlamıştır yazar. Diğer yorumlarda şaşırdığım bir nokta ise General'in "kahraman" olarak görülmesidir. Ben bu durumun aksine yazarın "kusurlu" bir ana karakter yarattığını ve onun "kahraman" olarak görünemeyeceğini hatta anti-kahraman olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Şiddetle tavsiye ederim. İyi okumalar. (Kitapla ilgili en çok canımı sıkan konu ise yazım yanlışları oldu. Sanki hiç incelenmeden basılmış gibi oldukça fazla yazım hatası vardı.)
Ölü Ordunun Generali
Ölü Ordunun Generali
İsmail Kadare
İsmail Kadare
Ölü Ordunun Generali
Ölü Ordunun Generaliİsmail Kadare · Ketebe Yayınları · 2020139 okunma
·
222 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.