Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hayır, Yunus'un işaret ettiği durumla modern insan tavrı aynı değil. Yunus, dilsizlerin haberini kulaksız dinleyebilmek gerektiğini ima ediyordu. Gerçi günümüz insanının fazla konuşma gereksemesi duymadan işlerini yürütebildiğini söylüyoruz. Bazen hiç konuşmadan da işlerin kotarılabildiği oluyor. Girdiğimiz bir markette kimseyle tek bir kelime konuşmadan alış veriş yapabiliriz; istersek bu alış verişi kredili olarak bile gerçekleştirebiliriz. Her şeyin fiyatı bellidir, okuma yazmayı bilmiş olmak her şeye yeter. Cebinde bir de kredi kartı bulunduruyorsan yetmişiki dille konuşabilirsin demektir. İnsan, bir yandan, bir süpermarkette olduğu gibi konuşmama ortamına çekilirken, bir yandan da ona tv kanallarından, radyo istasyonlarından.. sürekli konuşma bombardımanı uygulanmaktadır. İnsanın kendisi tek kelime konuşmadan çevresinde olup bitenlerden haberdar olmaktadır. Ama bu, tek taraflı işleyen bir haberleşme dizgesidir. Size bildirisini ulaştıran tarafa sizin aynı kolaylıkla kendi bildirinizi ulaştırmanız mümkün değildir. Oysa "ideal olan" bildirişimin iki taraflı olarak gerçekleştirilmesidir. Şimdiki durumda, taraflardan biri sürekli konuşuyor, öteki bu konuşmaya maruz bırakılıyor. Her ne kadar, ilk elde, bir süpermarkette hiç konuşmadan bir alış veriş işlemini gerçekleştirebilen günümüz insanına bakarak dilsizin haberini kulaksızın algıladığı yolunda bir benzeşmeye başvurulabileceği mümkün gibi görünürse de, bu görünüş aldatıcı olacaktır. Metaın üzerindeki etikette yazılı olan rakamları "dilsiz" tarafın, bunu algılayan müşteriyi de kulaksız tarafın aktörleri olarak düşünebiliriz. Fakat aldatıcılık şurdadır: burada, her iki taraf da, üzerinde mutabık kaldıkları işaretleri sembol olarak kullandıklarını önceden biliyorlar. Oysa Yunus'un dilsizi ve kulaksızı kendi aralarında anlaşırken böyle bir oyuna başvurmuyorlar. Daha doğrusu onlar böyle bir oyunu oynamak üzere sahneye çık- mış değiller. Onların, fiilen, biri dilsiz, biri de kulaksız olarak kendi aralarında iletişim kurmayı başarıyorlar. Dilsizle kulaksız arasındaki böyle bir iletişim, konuşanla dinleyen arasındaki bütün anlaşma araçlarının (dil, işaret, imge, simge, her ne varsa) yok edilmesiyle ve yok edildikten sonra gerçekleştirilmektedir. Dil ve kulak ortadan kaldırıldıktan sonra geriye ne kalıyorsa, dilsizle kulaksız işte onunla kendi aralarında iletişim kuruyorlar. Böyle bir durumda, aslında taraflardan biri dilsiz öteki kulaksız rolünde bulunmuyor; iki taraf da hem dilsiz, hem kulaksız olarak bu iletişimi kuruyor. İki taraf da hem dilsiz, hem kulaksız olarak bu iletişimi gerçekleştiriyor. Nasıl mı? "Sükût sohbeti"nin sözünü işiten müritlerden biri, şeyhi ile böyle bir sohbet gerçekleştirmek istemiş. Sükût sohbeti, bir bakıma, Yunus Emre'nin: "Dilsizler haberini, kulaksız dinleyesi" dediği haldir. Bu mürit aklındaki sorularla şeyhinin önünde diz çöküp oturur. İster ki, şeyhi, konuşmadan onun bu sorularını cevaplandırsın. Mürit sabırla bir süre bekler, fakat şeyhinden beklediği cevabın gelmediğini görünce umutsuzluğa kapılır ve şeyhinin kendisine cevap vermeyeceğini düşünmeye başlar. İşte tam o anda şeyhi, ona: "Ben seni işitiyorum kardeş, sen beni işitiyor musun?" diye seslenir. Yani dilsizin haberini kulaksızın dinleyebilmesi için; baş dilini ve baş kulağını ortadan kaldırdıktan sonra; kalb diliyle kalb kulağının açılması gerekiyor. Ancak o durumda dilsizin haberini (kelimesiz konuşmayı) kulaksız dinleyebiliyor. Modern insan tavrında iki taraf da hem kulağını hem dilini kullandığı halde konuşmuyormuş gibi görünürken, fakat aslında taraflardan biri ötekini sürekli bir bildiri taarruzuna maruz bırakırken; Yunus'un insanları dilsiz ve kulaksız olarak, üstelik her iki taraf da hem dilsiz hem kulaksız olarak bir iletişimi gerçekleştirebilmektedirler.
Sayfa 23 - İz YayıncılıkKitabı okudu
·
99 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.