Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

332 syf.
·
Puan vermedi
·
76 günde okudu
Benim hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır.
“ Benim anılarım, hayaletlerle dolu bir galeridir. Benim hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır. Bir şair hayatıdır.” Bu cümleler ile başlar 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri olan Şili’li Neruda anılarına. Çocukluğunun ve ilk gençliğinin soğuk gecelerine, ailesi olan ilişkilerine, ilk şiirlerini yazdığı okul yıllarına ve bir sömürge ülkesinin anılarında kalmış tozlu sayfalarına. Şili’li demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğudur. Annesini küçük yaşta kaybeder ve babası şair olmasına sıcak bakmaz. Çek şair Jan Neruda’nın isminden etkilenerek takma Pablo Neruda ismini seçmiş ve dergilere daha okul yıllarında yazılar yazmıştır. Yaşadığı kırsal bölgede gençlik yıllarında birgün yolunu kaybeder ve bir akşam Fransız asıllı üç kız kardeşe konuk olur evlerinde ve okuduğu kitaplardan söz edince yerel halktan görece daha entelektüel insanlar olan bu kız kardeşler Neruda’nın okuduğu kitaplardan etkilenirler. Başkent Santiago’da geçirdiği üniversite yılları açlık, yoksulluk ve sefalet içinde geçer ve çoğu akşam yatağa aç girdiğini ifade eder. Santiago'daki Şili Üniversitesi'nde Fransızca ve pedagoji okur. 1927-1935 arası Şili hükûmetinin elçisi olur ve Burma, Seylan, Java, Singapur, Buenos Aires, Barselona ve Madrid'te görev yapar uzun yıllar boyunca. Uzak Doğu’daki yılları şairin esasında çok yalnız olduğu yıllardır ve kendisine musallat olan saplantılı aşıkları olduğu gibi kendisininde aşık olup evlendiği yıllardır. 1935’li yıllardan itibaren Madrid’de görev yapmaya başlar ve İspanyol İç Savaşı’nın ayak seslerini yakından duymaktadır. İç savaş sonrası İspanya’yı kırk yıl yöneten Franco’nun adını ilk kez nerede duyduğundan ve ne hissettiğinden söz eder. İspanya’nın ülke dışındaki kolonizasyonlarında Franco adlı bir generalin Cumhuriyete karşı ayaklandığına değinir. Bütün büyük şairler gibi Neruda’da İspanyol İç Savaşı’ndan çok etkilendiğini kitapta ifade eder. Kendisi o dönemlerde Paris veya Madrid’te Şili’nin konsolosudur ve hayatının en anlamlı anısının ve insani iyiliğinin İspanya İç Savaşı’ndan kaçan 250’den fazla insanı gemi ile Şili’ye göndererek kurtarmak olduğunu yazar ve bununla gurur duyar. İspanya İç Savaşı’nın başlarında 1937’de Grana’da dönemin en büyük İspanyol şairi olan Federico Garcia Lorca’nın öldürülmesi yakın dostu Neruda’yı derinden etkiler ve şöyle der kitapta: “ Şiir, her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair barıştan doğar. Tıpkı ekmeğin undan doğduğu gibi. Kundakçılar, savaşçılar ve kurtlar, onu yakmak, öldürmek ve parçalamak için şairi arar. Hüzünlü bir parkın ağaçları arasında, bir bıçak ustası, Puşkin’i yaralayarak ölümüne sebep olmuştu. Çılgın atlılar, Petöfi’nin cesedini çiğnemişti. İspanya’da faşistler, ülkedeki savaşlarına ülkenin en ünlü şairini öldürerek başlamıştı.” Ne acı şeydir toplumların böyle yıkım günlerine şahit olmak ve yüz karası bir toplumsal karneye ve özgeçmişe sahip olmak. Tıpkı bizim ülkemizde Madımak’ta 33 şair, sanatçı ve aydının göz göre göre yakılması ve bunu izleyen insanların zevk alması gibi. Neruda’da anılarında 2. Dünya Savaşı’nda ve daha sonra devam eden savaşlarda milyonlarca insanın öldüğünü ama şairleri hiçbir savaşın İspanyol İç Savaşı kadar incitmediğini yazar. Garcia Lorca’dan Louis Aragon’a varana dek neredeyse bütün büyük şairleri ile tanışan ve arkadaşlık edinen Neruda anılarında Moskova’da tanıştığı Nazım Hikmet’ten de şöyle söz eder kitapta: “ Moskova’da ve taşrada başka bir büyük şairle de sık sık buluştum. Türk Nazım Hikmet’le. “ Şiirin gelecek olduğuna inanıyorum,” diyen bu büyük şair Sovyet Rusya’da yaşamaktaydı. “ Şiir, insan ruhundan devamlı bir şey talep eder,” dediğini de hatırlıyorum. Hayata soldan bakan bütün samimi devrimciler gibi Neruda’da vicdan sahibi bir insan ve onun hayatındaki belki de kırılma noktasını şu cümle ile anlatıyor: “ Bu ülkede şair bir karara varmalıdır: “ Ya Cadillac’lar; ya da okulsuz ve ayakkabısız insanlar.” Neruda ismini büyük kılan ve onu dünyada yoksulların, devrimcilerin şairi yapan ikinci tercihi hayat felsefesi yapıyor kendisine. Yeri geliyor gittiği ülkelerde de kendisini rahat bırakmıyor Şili hükümetleri ve Nazım gibi sürgün şair muamelesi görüyor. Kibarca “ buradan ayrılın “ telkinlerine maruz kalıyor. 1970’lerin başında Şili’ye devlet başkanı olmasını istiyorlar. Ancak kendisi yakın dostu Salvador Allende’yi destekleme kararını alıyor ve ülkesindeki sosyalist cephenin bölünmesinden değil birleşmesinden yana tavır takınıyor. Eylül 1973’te ABD destekli General Pinochet ve faşist gruplar seçimle işbaşına gelmiş olan Salvador Allende’nin başkanlık ( başbakanlık ) sarayını uçaklarla ve tanklarla yıkıyorlar ve Allende öldürülüyor. Tıpkı 20. yüzyıl boyunca bağımsız olmaya çalışan ve ülkesinin çıkarlarını Amerikan çıkarlarından üstün tutan pek çok şeref ve onur sahibi devlet adamı gibi Allende korkunç bir biçimde yönetimden indirilip ve hayatına mal olan kanlı bir darbe ile katlediliyor. Olanları duyan Neruda’da yakın dostunun ölümüne daha fazla dayanamadan iki hafta geçmeden hayatını kaybediyor. Ve devamında Pinochet diktatörlüğü.. Bilenlerin hatırlayacağı gibi. ( Gabriel Garcia Marquez’in Şili’de Gizlice romanı okunabilir.) Şairin anılarındaki şu bölüm kendisine Anadolu’nun bir köyünde bir çınar altında yatmayı çok gördüğümüz Nazım Hikmet’i ve onun gülümseyen yüzünü hatırlatır bana ve hatta odamın duvarında asılı duran Nazım posterine bir daha bakıyorum şimdi: “ Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.” Yenilgiden ve tutsaklıktan gelen her insan bir romandı… Gülüşü, ağlaması ve romantik aşkı ile.
Yaşadığımı İtiraf Ediyorum
Yaşadığımı İtiraf EdiyorumPablo Neruda · Alan Yayıncılık · 1983236 okunma
·
97 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.