Celâlîliğin, Anadolu daki İktisadî sıkıntılar sonucunda zuhur ettiği
açık bir gerçektir. Ancak bunun yanında çok gelişmiş olan devşirme
ocağı ile Türk kavminin mahrum bırakıldığı siyasî haklarını
elde etmek gibi bir gayenin de yer almış bulunduğu görülüyor. Türk
kavmi askerlik ruhunu ve siyasî geleneklerini kuvvetle devam ettirdiği
için onun İran ve Arap ülkelerindeki halkın durumuna düşmesi
elbette mümkün olamazdı.
Neticede Celâlîler devşirme ocağının gittikçe
ehemmiyetini kaybetmesine sebep olarak kısmen olsun gayelerine
ulaştılar ve kapanmış olan yolu açtılar. Bilhassa Kapı-kulu ocağının
atlı birliklerini tamamen ellerine geçirdikleri gibi, içlerinden birçokları
da sancak beğliği ve beğlerbeğliğe kadar yükseldiler. Fâtih’le beraber
iktidara geçen devşirme zümresi, XVII. yüzyılın ikinci yarısına
kadar devlete hâkim oldu. Asrın sonlarına doğru ise ehemmiyetini
tamamen kaybetti. Bu tarihten itibaren devletin başında sık sık Türk
menşeli vezir-i âzamlar görülmeğe başlandı.
Bütün bunlar ile beraber Celâlîlik Anadolu’da, telafisi kabil
olmayan derin yaralar açmıştı. Yağma ve tahriplerden ve onun meydana
getirdiği açlıktan köylüler ve kasabalılar yerlerini bırakıp gittiler.
1603 yılından itibaren bu hâdise dehşet verici bir mahiyet aldı. Açlıktan
ve soğuktan pek çok insan öldü. Bu yüzden köylerin mühim bir kısmı
uzun bir zaman yıkıntı ve ören, tarlalar da ekilmemiş bir halde kaldı. Bu
hâdise Anadolu’da bazı hudut ve kıyı bölgeleri istisna edilirse, her yerde
sarsıcı bir tesir göstermekle beraber, en fazla tahribatı Sivas’tan
Kütahya ve Afyon’a kadar geniş Orta-Anadolu bölgesinde ve Çukur-
Ova’da yapmıştır. Çukur-Ova bölgesinin pek mühim bir kısmında bu
hâdiseden sonra XIX . yüzyılın ikinci yarısına kadar bir daha ekim
yapılamadı. Hülâsa, Celâlî hareketleri Anadolu’da gerek nüfusça, gerek
arazice büyük boşluklar meydana getirdi. Bu arada her yerde eski
büyük Türk ailelerinin de pek çoğu mahvolup gitti.