Hani büyüklerimiz "Bizim zamanımızda" diye başlayıp devam eden hikayelerinin kitaplaşmış hali dersem kitaba bi tık haksızlık etmiş olurum elbette. Ama "Onların zamanında" deyipte başlayan hikayeleri anlatıcıların hatıraları ve mektuplarıyla anlatan hoca bizi bambaşka dünyalara götürüyor dersem, herhalde hakkını vermiş olurum zannediyorum.
Evet, Kara hoca önce bir meselenin yada vakanın mukaddimesini kendine has üslubuyla açıyor ve anlatıcıya getiriyor mevzuyu. Sonra abimize meseleyi yada hatırayı anlattırırken kendisi de arada bir izahatle rengini mevzuya katıyor. Buradaki eksik hocanın o latif, nahif, tatlı üslubundan mahrum kalmak oluyor sadece.
Kitap daha çok mâzi hatıralarından müteşekkil olması hasebiyle kimisini sıkarken bendeniz gibileri pek mutlu ediyor. Bende o meçhul -meçhule itilen mazi mi demeliyim?- oldum olası merak uyandırmıştır. Ve buna vakıf olmakta ayrıca bir haz uyandırıyor ki, kitap bunu bana deniz suyu kabilinden vermiştir. Deniz suyu dedik ki, yine içeceğiz mecbur!
Kitabın bir bölümünde Yahya Kemal Beyatlı'nın mâzi hatıraları var ki, bana Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir kitabının uyandırdığı hisleri uyandırmıştır. Ahhh o eskiler...
Kitapla ilgili iki sitem edilecek durum hâsıl oldu bende.Birincisi ve en mühimi "Dil İnkilâbı". Yüz, yüzelli sene evvelimizi anlamak adına lügate ihtiyacımız oluyor. "Nesillerin arasındaki köprüleri yıkan bu inkilâba bin sitem!" deyip uzatmamak adına burada keselim. İkincisi ise Kara hocanın üslubunun ağzıma bir parmak bal çalmasıdır. İnşaallah bir daha buluşmak üzere ancak bu üslubtan uzak durulur. Mevlam hocamıza selamet versin, âmin.
Ayrıca kitabı tavsiye eden kardeşim