Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kur’ân-ı Kerîm’in tercüme edilemeyeceği yönündeki genel kabul, çeviri yandaşı olan âlimleri “tercüme” ifadesinden de uzak durmaya sevk etmiştir. Nitekim hâdisenin tarihsel sürecini incelediğimizde Cumhuriyete dek Kur’ân çevirilerine “tercüme” ifadesinin ıtlak edildiğini görüyoruz. Meal ifadesini ilk kez kullanan kişinin Elmalılı Hamdi Yazır olduğu da konuyla ilgilenenlerin malumudur. Elmalılı’yla başlayan meal tabiri kullanımı, Kur’ân’ın harfi harfine tercüme edilemeyeceğinin tercüme eser veren zatlarca da müsellem olduğunun bariz bir isbatıdır. Nitekim Elmalılı’nın bizâtihi kendisi de bu tabiri –deyim yerindeyse- icat etmesinin sebebini, daha önce değinmiş olduğumuz husus olarak tespit etmektedir. Her ne kadar meal kelimesiyle tercüme kelimesinin belli bir noktada birleştirilerek aynı anlama getirilmeleri mümkünse de Kur’ân nazmının mû’cizliği “tercüme” gibi iddialı bir ifadenin kullanımına dahi kâbil değildir. İki ifade arasındaki farkı Elmalılı’nın ifadelerinden özetlemeye çalışalım: “Terceme, bir sözün manasını diğer bir dilde, dengi bir ifade ile aynen olduğu gibi dile getirmektir. Tercemenin, aslının manasına tamamen uygun olması için; açıklıkta, delâlet ettiği manada, özetlemede, etraflıca açıklamada, umûmî manada, özel manada, kayıtsız ve şartsız olmada, kayıt ve şarta bağlamada, kuvvette, isabet etmede, güzel anlatmada, beyan üslubunda; kısacası ilimde, sanatta asıldaki anlatım tarzına uygun olması gerekir. Yoksa tam bir terceme değil, eksik bir anlatım olmuş olur. (...) İşte bu Arapça nazmın başka bir dilde benzerini yapmak mümkün olsaydı Kur’ân terceme edilebilmiş olurdu. Yalnız o terceme Arapça olmayacağı için Kur’ân olmaz da Kur’ân’ın tercemesi olurdu. “Fakat Kur’ân nazmı nasıl bir nazımdır? Herkesin bildiği harflerin, seslerin en güzellerinden, yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün arapların bildiği ve dolayısıyla bütün insanların anlayabileceği kelimelerin en güzellerinden seçilerek, Allah’tan başka kimsenin yapamayacağı canlı bir dokuma ile dizilip dokunmuş, lafız mananın mana lafzın aynası halinde sonsuz beyan parıltılarıyla parlatılmış; ‘Haydi bunun Allah’dan indirildiğinde şübheniz varsa Allah’dan başka bütün güvendiklerinizi çağırarak ve hatta insanlar ve cinler bir araya gelerek de bunun, hatta bir süresinin benzerini yapınız. Fakat imkânı yok yapamazsınız.’(İsrâ, 17/88) diye bütün cihana meydan okuyan gayet basit bir teklif ve gaibten haber vermek suretiyle gözle görülen bu âleme gelmiş, her âyeti kolay ve sade görüldüğü halde, bulunup söylenmesi ve taklidi zor bir söz olan öyle i’cazlı bir “nazım”dır ki, hiç arapça bilmeyen bir kimseye bile okunduğu zaman tatlı ve güzel bir söz olduğunu duyurur. “(...) Meâl kelimesi de aslında te’vilin aslı olan 'evl' manasına mimli mastardır. Bir şeyin varacağı gaye manasına yer ismi de olabilir ki, te’vilden meydana gelen (elde edilen) ürün demektir. Bundan başka, meâl bir şeyi eksiltmek mânâsına da gelir, onun için örfe göre bir sözün manasını her tarzda aynı şekilde değil de biraz noksanıyla kendisinden elde edilen manaya göre söylemeye de meal denilmiştir. Bizim meal ıstılâhını seçmemiz de bu eksiklikten dolayıdır.” (Hak Dini Kur'ân Dili, I/3-22) Yazma Eserler Kurumu tarafından neşredilen, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın "Hak Dini Kur’ân Dili" adlı enfes tefsîri, Prof. Dr. Asım Cüneyd Köksal ve Doç. Dr. Murat Kaya tarafından eserin ilk baskısı ve üç farklı yazma nüshası esas alınarak, önceki baskılardaki eksiklikler ve hatalar da giderilerek yayına hazırlanmıştır. Sadeleştirilmemiş, orijinal dildedir. Orijinal dilde almayı düşünenlere muhakkak tavsiye ederim. Şükrü Yaşar
·
185 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.