Gönderi

Kızlar, hayırdır dediler, yok bir şey dedim, öyle uğradım. Gıcırtılı ahşap merdiveni tırmanıp sinameki bir müziğin duyulduğu, sigara içilip şöyle bir havalandırılmış odaya geri döndükten, az önce kalktıkları yerlerine yerleştikten sonra, sağda solda boş kahve fincanları, dergiler, kenardaki masada dertli, belki yarın atılacak kasımpatılar arasında söylendi, kimsenin pek de sahiplenmediği ortaya söylenmiş bu sözler. Ama sonra yol açıldı, aralık pencereden giren rüzgâr arada duvarın çatlaklarından öteye geçerken bir soğuk esinti bıraksa da, sohbet ısındı, hatta bir ara sanki eski günlerdeki gibi, aramızda pek de öyle insanın asal organlarının işlevlerini aksatacak kadar aykırı şeyler olmamış gibi, karlı bir akşamda aniden Lades'te sıcak tavuk suyu çorbası içmeye oturmak gibi bir hal bile aldı. Ben mi yeniden onların yörüngesine giriyordum, onlar mı gölgeli bahçelerde gezinmeyi seçmişlerdi de tozlu patikayı ve öğlen sıcağını hissetmedik, bilemedim. Filiz'in getirdiği kahveyi içtim, fincanı ters çevirdim, Hüseyin fincanda buruk bir Ece Ayhan tespit etti. Kınar Hanım'ın denizlerinde mi desem, Üç Horon kilisesinde mi, İdris Abi'nin çatı katında oturduğu binanın alaca karanlık bodrumunda mı, öylece kendi kendine duran, durmakla kalan. Bize de gösterdi, fincanın çeperine buruk, acı bir telve bulaşmıştı.
Sayfa 14 - YağmurKitabı okudu
·
46 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.