Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

398 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Kendi Sınırlarını Başkalarının Çizdiği İnsanlar
Nereden başlasam, tam olarak nasıl ele alsam, hangi konusuna daha önce değinsem bilemediğim bir kitap bu. Kafamdaki karışıklığı toparlamak için bu incelemeyi yazmadan önce birkaç gün ara vermem, kitaptan uzak durmam gerektiğine karar vermiştim ki baktım halen toparlayamıyorum bir şeyleri belli bir sırada, belki de bu kafa karışıklığı kitabın bir etkisidir ve olması gereken budur diyerek yazmaya başlıyorum. Öncelikle üzerine düşünecek binlerce konu sunan, her sayfada bir cümlenin altını çizmemek için kendinizi zor tutacağınız bir kitap bu. Kitabın anlatıcısı Suna karakteri, bu toplumdaki birçok kadının iç sesi, aynası, sudaki yansıması gibi aslında. Okuyan her kadının kendinde izler bulabileceğinden eminim ki keza, Onur ve Ayhan karakterleri de birçok erkek okur için çok tanıdık gelecektir. Kendinizde bir parça göremeseniz bile mutlaka ama mutlaka çevrenizde görebilirsiniz bu karakterleri. Karakterlerin bu gerçekçiliği, yanı başınızdan geçse ,evet bu o, diyebileceğiniz kadar somut bir insan olmaları o kadar çarpıcı ki, tam olarak hangi kelimelerle bu gerçekçiliği ifade edebilirim bilmiyorum Ama beni yaralayan bir noktaysa, bu kitabın yazıldığı tarihin 1991 olması ve o yıldan bu yıla hiçbir acının, hiçbir toplumsal baskının, bu ülkede öylece hiç değişmeden k uşaktan kuşağa aktarılması. Okurken 90'larda değil, bir gün öncesinde gibi hissedeceğiniz o kadar nokta var ki, bu bir geri kalmışlık m ı, öğrenilmiş çaresizlik mi, kendi hatalarımızı diğer nesillere de aktaracak mıyız böyle diye üzülmeden edemiyorum. Kitapla ilgili okumadan bir tanışıklığınızın olmasını istemezsiniz diye, daha detaylı bir yazı yazmadan önce son söyleyeceğim eğer ki bu kitabı okursanız, etrafınızda Suna, Ayhan ve Onur'lara dikkat etmeniz. Ve lütfen Suna'nın çocukluğuna denk gelirseniz ona sarılın ve bu hayatın onun olduğunu, sadece ona ait olduğunu ve özgürce yaşayabileceğini söyleyin. -- SPOILER ALERT -- Gelelim iç dökmem gereken konulara. Suna, yani iki ayrı kadını, "Su" ve "Na"yı içinde barındıran bir kadın. Ülkemizde kadın olmanın, bu baskı, ataerkil hegemonya, bu toplumsal yasaklar ve insanların yargılayan bakışları altında büyümüş bir kadın. Bu baskı ile büyüyen her kız çocuğunda olduğu gibi, tipik bir çatışma yaşıyor aslında Suna kendi içinde. O baskılarla ve diğer insanlar tarafından şekillendirilen Su ve aslında kim olduğunu, ne yapmak istediğini, nasıl bir hayat yaşamak istediğini keşfetmek isteyen ve baskılara direnen Na. İkisi birbirine çok zıt ama aynı insan içinde bulunan iki kadın gibi ama eminim anlayacaksınız. Kendi iç çatışmalarınızdan, acaba bipolar mıyım, delirdim mi diye düşünmekten çıldırma noktasına geldiğiniz günlerden anlayacaksınız Suna'yı. Bu kitabı okurken, Suna'da, yer yer diğer karakterlerde de ortak gördüğüm bir durum oldu ve biraz da canımı sıktı gerçek hayatla bu yakından temas. Her zaman dediğim bir şey var: "İnsanların kendi sınırlarını çizmesine, o sınırları keşfetmesine izin vermezseniz; fanus ortadan kalktığında, sizin zincirlerinizden kurtulduklarında nerede durmaları, ne yapmaları gerektiklerini asla bilemezler. Bu yüzden pişman olacakları kararlar alır, sapmaması gereken yollara sapar, hangi yol ayrımında hangi yöne dönmeleri gerektiğini bilemezler." Maalesef çoğunlukla baskıcı aile yapısı altında büyüyen çocuklarla dolu bir ülkede yaşıyoruz. Cinsiyet ayrımcılığı olarak düşünmezseniz, bu baskının kendini sakınma, sosyalleşmeyi örseleme kısmının daha çok kız çocukları üzerinde olduğunu belirtmek isterim. Maalesef ki birçok ideoloji, dini konular, o ne der bu ne der gibi insanların sözlerini fazla dikkate alarak yaşama gibi etmenlerle asla nedeni, nasılı açıklanmadan "Yapamazsın, olmaz, hayır, yasak, çok ayıp" cümleleri arasında büyüyen bu kız çocukları, yetişkin olduklarında içlerindeki o çocuğu büyütemiyor, iyileştiremiyor. Ve maalesef ki dönüp o geçmişteki çocuğa erişmek kolay olmadığı gibi, erişebildiğinizde yaralarını sarabileceğiniz bir garantisi de yok. Hatta çoğu kadın, çoğu yarasını fark etmiyor bile. Kendime bu kitabı okuduktan sonra hangi yaramı ne kadar iyi tanıdığımı sorma gereksinimi hissettim. Acaba kaç yaram var daha farkında bile olmadığım, sildiğim, bilinçaltıma attığım. Acaba başkalarının aklıyla yaşamadığımı iddia ederken, ne kadar başarabiliyorum bunu diye sorma gereksinimi hissettim ve halen cevabını veremiyorum bu sorunun. Gelelim Ayhan ve Onur'a. Aslında bu ataerkil baskının altında büyümüş iki erkek çocuğunun, iki farklı yöne sapmasının örneği gibi bu iki karakter. Onur bu baskılara boyun eğmiş, "erkeğin görevi" addedilen her şeyi benimsemiş, bu toplumda sırıtmadan yaşayabilmek adına kendisine uymayan birçok şeyi bile içselleştirmiş bir karakterken; Ayhan bu baskıların, bu sinsice dayatılan kuralların ayırdına varmış, kendince bu düzenden kurtulup, kendine ait bir düzen kurmak isteyen, bunun üzerine kafa patlatan, ilişkiler, arkadaşlıklar gibi konularda farklı teoriler geliştirip, bunları uygulamaya koymaya çalışan bir karakter. Benim okurken biraz hissettiğim, üzerine değinilmeyen ise, Suna'nın bu iki adamda, aslında içindeki "Su" ve "Na" karakterlerine en uygun yanları görerek aşık olmasıydı. Yeri gelmişken yazarın hiçbir şeyi örtülü yazmadan, olduğu gibi, "Bakın bu anlatmak istediğim, ana mesaj kabak gibi ortada duruyor, okursanız anlarsınız." der gibi bir üslubu olduğunu ve beni çok etkilediğini söylemem gerek. Bir karakterimizin yaptığı davranışını neden öyle yaptığını yazmak yerine, başına gelen bir olayı anlatıyor mesela ve o zaman hiçbir şey konuşulmadan anlıyorsunuz neyin neden, nasıl olduğunu. Birçok konuya değiniyor yazar, hepsine tek tek değinmeyene kalksam vaktim yetmez şu an, üzerinde uzun uzun konuşulabilecek bir kitap bu. Dönemin siyasal olaylarından, hayattan, İstanbul'dan, ilişkilerden, psikolojiden, sosyolojiye kadar birçok dala bir göz kırpıyor ve çok doğru, çok yerinde saptamalar yapıyor kanımca. Fakat eklemezsem içimde kalır, hep garipsiyorum böyle her karakterini biraz sevsem de çokça nefret ettiğim bu kitapların bende iz bırakmasına. Suna'yı geride bıraktığı oğlu için affedemiyorum. Onur'u bu bilinçdışı hali, korkaklığı, ikiyüzlülüğü ve bence yüzeyselliği için sevemiyorum. Ayhan'ı ise olduğundan çok farklı, kendinden hiç olmayan bir adam yaratma gayesiyle boğuşması, ideal insan olmaya çalışırken kendi özünü kaçırması, duygularını nihayetinde bastıramasa da hep patlama noktasına gelene kadar bastırması yüzünden yakınsayamıyorum. Her karakter bir noktada içime dokunup, onlarla empati kurmamı sağlasa da (özellikle Suna), günün sonunda bu insanları sevmediğimi fark ediyorum ve buna rağmen kitap benim için halen çok akılda kalıcı. En son Sylvia Plath, "Sırça Fanus" kitabını okurken başkarakterle böyle yoğun bir empati kurmuştum sanırım. İçimi acıtmıştı hüznü gerçekten. Suna her ne kadar kabullenmekte güçlük çektiğim bir karakter olsa da, çok fazla kez onu anladığımı, yanımda eğer yaşantısını anlatsa onunla ağlayacağımı bildiğim bir karakter. O yüzden ona yüzümü dönemiyorum. Seninle tanıştığıma mutlu oldum Suna. Umarım kendince güzel bir son elde etmiş ve içindeki kırgın kız çocuğuyla barışmışsındır. Buraya kadar okuyabildiyseniz bile teşekkür ederim. İyi okumalar.
Ölü Erkek Kuşlar
Ölü Erkek Kuşlarİnci Aral · Kırmızı Kedi Yayınevi 20. Basım · 2011944 okunma
··
153 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.