Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Etiğe Giriş
Etiğe Giriş
Ahmet Cevizci
Ahmet Cevizci
Prof. Dr. Ahmet Cevizci, "Etiğe Giriş" adlı kitabında, etik kavramını ve çeşitli etik türlerini detaylı bir şekilde ele alıyor. İlk bölümde, betimleyici, normatif ve metaetik olmak üzere üç farklı etik türünü inceliyor. Betimleyici etik, etiksel durumları ve davranışları tanımlamayı amaçlarken, normatif etik, insanların nasıl davranması gerektiği konusunda önerilerde bulunur. Metaetik ise etik kavramının doğasını ve dilini inceleyen bir yaklaşımdır. Daha sonra, Prof. Dr. Cevizci etik türleri arasındaki ilişkilere odaklanıyor ve bu farklı türlerin birbiriyle nasıl etkileşimde bulunduğunu inceliyor. Ayrıca, etiğin diğer disiplinlerle olan ilişkisini de ele alarak, etiksel düşüncenin felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi alanlarla nasıl bir bağlantı içerisinde olduğunu açıklıyor. Bu şekilde, Prof. Dr. Ahmet Cevizci'nin "Etiğe Giriş" kitabının birinci bölümü, etik türlerini detaylı bir şekilde incelemekle kalmayıp, aynı zamanda bu türler arasındaki ilişkileri ve etiğin diğer disiplinlerle olan ilişkisini de incelenerek tamamlanmış oluyor. İkinci bölüme geldiğimizde, ilkçağda etik anlayışını ele almaktayız. İlkçağ, felsefenin büyük bir gelişme gösterdiği ve etik konularının yoğun olarak tartışıldığı bir dönemdir. Bu dönemde, felsefe düşüncesi, insanın mutluluğunu ve iyi yaşamını anlamaya odaklanmıştır. Sokrates'in mutluluk etiği, hazcı etik anlayışı ve aldırmazlık etiği gibi farklı yaklaşımlar bu dönemde önemli bir rol oynamıştır. Sokrates'in mutluluk etiği, insanın mutluluğunun bilgelik ve ahlaki erdemlerle ilişkili olduğunu savunur. Ona göre, insanlar iyi ve doğru olanı bilerek yaşadıklarında mutlu olabilirler. Bilgelik, insanın kendi cehaletinin farkına varması ve kendini tanımasıyla başlar. Sokrates, insanın erdemli bir yaşam sürdürebilmesi için kendini tanıması gerektiğini vurgular. Bu da insanın mutluluğu için önemli bir adımdır. Hazcı etik anlayışı ise(Aristippos,Epiküros önemli isimler), mutluluğu haz ve keyifle ilişkilendirir. Bu yaklaşıma göre, insanın mutlu olabilmesi için haz ve keyif duyduğu şeyleri takip etmesi gerekmektedir. Hazcı etik, mutluluğun arzuların tatmininden geçtiğini savunur. Ancak bu yaklaşım, bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Örneğin, bazı durumlarda acı çekmek veya fedakarlık yapmak mutluluğa ulaşmak için gereklidir. Bu nedenle, hazcı etik anlayışı tek başına yeterli değildir. Aldırmazlık etiği(Antisthenes,Diogenes,Apathia,Epiktetos önemli isimler), insanın dış dünyayla olan ilişkisini sorgular. Bu yaklaşıma göre, insanlar dış dünyadaki olaylara aldırış etmemeli ve içsel huzuru bulmaya çalışmalıdır. Aldırmazlık etiği, insanın içsel dinginliğe kavuşması için dış etkenlerden bağımsız olması gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, Stoacılık felsefesiyle de bağlantılıdır. Stoacılar, insanın kendi içsel huzurunu bulması için dış dünyadaki olayları kontrol etmeye çalışmaması gerektiğini öğütlerler. Son olarak, kendini gerçekleştirme etiği de ilkçağda incelenen önemli bir konudur. Bu yaklaşım, insanın potansiyelini tam olarak gerçekleştirmesi gerektiğini savunur. İnsanlar, kendi yeteneklerini ve tutkularını keşfederek, amacına ulaşmak için çaba sarf etmelidir. Kendini gerçekleştirme etiği, insanın içsel motivasyonunu ve kişisel gelişimini önemser. Bu yaklaşım, insanların kendi değerlerine, amaçlarına ve tutkularına uygun bir yaşam sürmelerini teşvik eder. Üçüncü bölümde, ortaçağ dönemindeki etik anlayışını incelemek için Aziz Augustinus'un aşk etiği, Petrus Abelardus'un niyet etiği ve Aquinali Thomas'ın ebedi saadet etiğine odaklanmaktayız. Ortaçağ, Avrupa'nın tarihinde önemli bir dönem olarak kabul edilir ve bu dönemde etik felsefesi de büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Aziz Augustinus, Hristiyan etiğinin önemli bir temsilcisidir ve aşk etiği konusunda önemli düşünceler ortaya atmıştır. Augustinus'a göre, insanların Tanrı'ya olan aşkı, etik davranışlarını yönlendiren temel bir faktördür. Ona göre, insanın Tanrı'ya olan aşkı, insanın diğer insanlara olan sevgisini de belirler. Augustinus, aşkın insanların eylemlerini yönlendirdiğini ve Tanrı'ya olan aşkın, insanların diğer insanlara karşı sevgi dolu davranmasını sağladığını savunur. Bu düşünceleriyle, Augustinus, ortaçağdaki etik düşüncenin temelini atmış ve aşkın etik davranışları yönlendiren bir güç olduğunu vurgulamıştır. Petrus Abelardus ise niyet etiği üzerine çalışmalar yapmıştır. Abelardus'a göre, insanların eylemlerini değerlendiren en önemli faktör niyetleridir. Ona göre, insanların niyetleri doğru olduğunda, eylemleri de doğru olacaktır. Abelardus, insanların niyetlerini doğru bir şekilde belirlemek için vicdanlarını dinlemeleri gerektiğini savunur. Vicdanın, insanların iç dünyasında Tanrının hükümlerini yansıttığını düşünür. Abelardus'un niyet etiği, bireyin içsel düşüncelerini ve niyetlerini merkeze alarak etik değerlendirmeler yapmayı amaçlar. Bu düşünceleriyle Abelardus, ortaçağ etik düşüncesine önemli bir katkıda bulunmuştur. Aquinali Thomas ise ebedi saadet etiği üzerine çalışmış bir filozoftur. Thomas, insanların ebedi saadete ulaşmasının, doğru yaşamak ve doğru eylemler gerçekleştirmekle mümkün olduğunu savunur. Ona göre, insanların doğru eylemler gerçekleştirmesi için ahlaki erdemlere sahip olmaları gerekmektedir. Thomas, erdemli bir yaşamın, insanların Tanrı'ya yaklaşmalarını sağlayacağını ve ebedi saadete ulaşmalarına yardımcı olacağını düşünür. Ebedi saadet etiği, insanların yaşam amacının ebedi saadete ulaşmak olduğunu vurgular ve doğru eylemler yapmanın bu amaca ulaşmada kilit bir rol oynadığını belirtir. Aquinali Thomas'ın ebedi saadet etiği, ortaçağ döneminde etik düşüncesinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu üç filozofun çalışmaları, ortaçağ etik anlayışının farklı yönlerini ortaya koymaktadır. Aziz Augustinus, aşkın etik davranışları yönlendiren bir güç olduğunu vurgularken, Petrus Abelardus, niyetlerin doğru olmasının eylemlerin doğru olması için önemli olduğunu savunur. Aquinali Thomas ise ebedi saadete ulaşmak için doğru yaşamak ve doğru eylemler gerçekleştirmenin gerekliliğini vurgular. Bu filozoflar, insanların etik davranışlarını yönlendiren temel kavramları ortaya koymuş ve ortaçağ etik düşüncesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu çalışmalar, ortaçağ döneminin etik anlayışının gelişmesine ve ilerlemesine yardımcı olmuştur. 3. bölümde Prof. Ahmet Cevizci, modern etik teorisine geniş bir yer vermiş ve ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bu bölümde, farklı filozofların etik anlayışlarını incelerken Hobbes'un bencilik etiği, Spinoza'nın determinist etiği, Cudworth ve Butler'ın sezgicilik anlayışı ve Hume'nin duygudaşlık etiği üzerinde durulmuştur. Hobbes'un bencilik etiği, insanların doğal olarak bencil ve bireyci olduklarını savunan bir yaklaşımdır. Hobbes'a göre, insanlar doğaları gereği kendi çıkarlarına odaklanır ve diğer insanları sadece bu çıkarları doğrultusunda kullanır. Ona göre, insanlar ancak bir toplum sözleşmesiyle bir araya gelerek ve bir egemen otorite tarafından kontrol edilerek uyumlu bir şekilde yaşayabilirler. Hobbes'a göre, insanların bencil ve kendi çıkarlarına odaklanan doğası, toplumun düzenini ve istikrarını sağlamak için gerekli olan bir gerçektir. Spinoza'nın determinist etiği ise, insanların eylemlerinin belirlenmiş ve kaçınılmaz olduğunu savunur. Ona göre, insanlar özgür iradeye sahip değillerdir ve her eylemleri, önceden belirlenmiş nedenler ve etkiler tarafından yönlendirilir. Bu nedenle, insanlar sorumluluk sahibi değillerdir ve eylemlerinden dolayı cezalandırılmamalıdır. Spinoza'nın determinist etiği, insanların eylemlerini anlamak ve toplumu düzenlemek için bir temel sağlar. Ona göre, insanların eylemleri, çevresel faktörler ve genetik determinizm tarafından belirlenen bir sonuçtur. Sezgici, Cambridge platoncularından Ralph Cudworth ve Joseph Butler'ın etik anlayışını temsil eder. Sezgicilik, insanların ahlaki değerleri ve doğruları sezgisel olarak algıladığına inanır. Bu anlayışa göre, insanlar ahlaki değerleri doğuştan getirir ve bu değerlerin kaynağı dışsal bir otorite değil, içsel bir sezgidir. Cudworth ve Butler, insanların ahlaki değerleri doğal olarak algıladığını ve bu değerleri takip etmeleri gerektiğini savunur. Onlara göre, insanlar ahlaki değerleri göz ardı ettiğinde mutsuz ve tatminsiz olurlar. Sezgicilik, insanların doğal olarak ahlaki değerleri takip etme eğiliminde olduklarını ve bu değerleri göz ardı etmeleri durumunda mutsuz olacaklarını vurgular. Hume'nin duygudaşlık etiği ise, insanların ahlaki değerleri ve doğruları duygusal tepkileriyle algıladığına inanır. Hume'a göre, insanlar ahlaki değerleri duygusal olarak algılar ve bu duygusal tepkiler, ahlaki kararlarımızı ve eylemlerimizi şekillendirir. Ona göre, insanlar başkalarının acılarını ve sevinçlerini hissetme yetisine sahiptir ve bu empati yetisi bizi ahlaki olarak doğru davranmaya yönlendirir. Hume'ye göre, ahlaki değerler ve doğrular, duygusal tepkilerimiz ve empati yetimiz tarafından belirlenir. 4. Bölümde Kıta Avrupası'nda etik anlayışında öne çıkan isimler arasında idealist etik anlayışına sahip olan Hegel, Nietzsche'nin jeneolojik etiği, Marx'ın özgürlük etiği ve varoluş etiği de yer almaktadır. Bu dönemde etik felsefesi büyük bir ilerleme kaydetmiş ve birçok düşünür etik konularında önemli katkılarda bulunmuştur. Hegel, idealist etik anlayışıyla, insanların ahlaki değerlerini toplumun ve tarihin evrimine bağlı olarak geliştirdiğini savunmuştur. Ona göre, insanlar ahlaki değerleriyle toplumun bir parçası haline gelir ve bu değerlerin evrimi, toplumun ilerlemesiyle doğrudan ilişkilidir. Hegel'in etik anlayışı, ahlaki değerlerin nesnel ve evrensel olduğunu savunurken, bireysel özgürlük ve ahlaki sorumluluk arasındaki dengeyi de önemsemektedir. Nietzsche'nin jeneolojik etiği ise, ahlaki değerlerin kökenini ve doğasını sorgular. Nietzsche'ye göre, ahlaki değerler toplumsal koşullar ve insanların güç arayışıyla oluşmuştur. Onun etik anlayışı, ahlaki değerlerin öznel olduğunu ve değişebileceğini savunurken, insanların ahlaki değerleri yaratma ve dönüştürme gücünü vurgular. Nietzsche'nin etik felsefesi, geleneksel ahlaki değerleri sorgulayan ve insanın kendisini ahlaki değerlerle sınırlamamasını öğütleyen radikal bir yaklaşımdır. Marx'ın özgürlük etiği ise, insanların özgürlüğünü ve kendi potansiyellerini gerçekleştirebilmesini vurgular. Marx, insanların toplumsal koşullar tarafından baskılandığını ve bu baskıdan kurtulmak için sınıf mücadelesi yoluyla özgürlüğü elde etmeleri gerektiğini savunur. Ona göre, insanlar toplumsal ilişkileri dönüştürdükçe ve adaletli bir toplum yarattıkça, ahlaki değerler de değişir ve insanların özgürlüğü artar. Marx'ın etik anlayışı, insanların kendi potansiyellerini gerçekleştirmesini ve toplumsal adaleti savunan bir yaklaşımı temsil eder. Varoluş etiği ise, Karl Jaspers, Albert Camus ve Soren Kierkegaard gibi düşünürler tarafından geliştirilen bir etik anlayışıdır. Bu düşünürler, insanın varoluşsal sorunlarına odaklanırken, ahlaki değerlerin kişisel ve öznel olduğunu vurgularlar. Varoluş etiği, insanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu ön plana çıkarırken, bireyin kendi değerlerini ve amacını belirlemesini öğütler. Bu etik anlayış, insanın özgürlüğünü ve kişisel gelişimini merkeze alan bir yaklaşımı temsil ederken, ahlaki değerlerin evrensel ve nesnel olmadığını savunur. Karl Jaspers, varoluş etiğiyle insanın varoluşsal sorunlarına odaklanırken, insanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu vurgular. Ona göre, insanın özgürlüğü, kendini gerçekleştirme ve varoluşsal bunalımlarla başa çıkma yeteneğiyle doğrudan ilişkilidir. Albert Camus ise varoluş etiğiyle, insanın absürd bir dünyada yaşadığını ve bu gerçekle yüzleşmenin insanın özgürlüğünü ve ahlaki değerlerini belirlediğini savunur. Soren Kierkegaard ise varoluş etiğiyle, bireyin inanç ve kişisel gelişimini öne çıkarırken, ahlaki değerlerin bireysel ve öznel olduğunu vurgular. Bu düşünürler, varoluş etiğiyle insanın kendi değerlerini belirleme ve özgürlüğünü gerçekleştirme sürecini önemserken, ahlaki değerlerin kişisel ve öznel olduğunu savunurlar.
Etiğe Giriş
Etiğe GirişAhmet Cevizci · Paradigma Yayınları · 20087 okunma
··
85 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.