Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

352 syf.
·
Puan vermedi
"Onu ne kadar da özenle tanımıyoruz. Oysa sevginin, tanımadan yeşermesi mümkün müdür? Vakti zamanında bir felsefe kitabında; aşk hissinin tanımaktan önce geldiğini, tanıdıkça sevgiye dönüştüğünü okumuştum. Bu durumda biz Mustafa Kemal'e âşığız. Hem de çok âşığız. Ama onu yeterince tanıyamadığımız ve anlayamadığımız için gerçek anlamda sevemiyoruz." Ona ne kadar aşık olduğumuzu gösterdiğimiz günlerden bir tanesini daha (10 Kasım'da yazılmıştır) sonlandırmak üzereyiz. Kitabı bu önemli günde bitirmeyi planlamamıştım ama ne kadar aşık olduğumu kanıtlamak adına bu sabah kalan 120 sayfayı bitirip bir yazı yazabilirim diye düşündüm ve şimdi buradayız. Aynı alıntıyı geçen günlerde de paylaşmıştım ama hiç yorum gelmemişti. Bu sefer kimlerin aşık kimlerin seviyor olduğunu bilebilmek adına yorumlarınızı bekliyorum. Bir de aşık olanlar için müzik önerisi bırakıp sıradaki paragrafa geçiyorum. Yiğidim Aslanım - Zülfü Livaneli Bu kısımda biraz yazardan bahsetmek istiyorum. Belki aranızdan bilenler vardır, bilmeyenler için yazar anonim birisi ve hesabını uzun süredir Twitter(X)’dan takip etmekteyim. Bazı konularda görüşlerimiz farklı olsa da şu özellikleri bakımından severek taip ettiğim birisidir; gözlem ve analiz yetenekleri gelişmiş olup kendini iyi bir şekilde ifade edebilmektedir, çok okuyan ve çok araştıran birisidir, kendi cenahındaki insanların aksine olaylara çoğu zaman objektif yaklaşmayı başarabilmektedir, son olarak da Atatürk ile ilgi ve alakası üst düzeydedir. Kitabını uzun süredir merak etmekte fakat bir türlü fırsat bulamamaktaydım. Geçenlerde yaptığım kitapçı ziyareti vesilesiyle kitabı okuyup bitirdim ve oldukça beğendim. Önceden okumuş olduğum diğer 2-3 Atatürk kitabından farklı olarak romansı havasıyla ve değindiği hoş detaylarla ilgimi sürekli olarak üstünde tutmayı başardı. Devam kitabını da kısa bir süre içerisinde okumak istiyorum. Tarih kitaplarının sıkıcı üslubundan dolayı bu konulardan uzak duruyorsanız size de şiddetle öneririm. I. YARININ ADAMI "Lütfi'nin ayrılmasından sonra Doktor Mustafa, inkılap yolunda ölmekten bahsetti. Mustafa Kemal ise meselenin ölmek değil ölmeden idealleri yaratmak, yapmak ve yerleştirmek olduğunu söyledi." Onun amacı hiçbir zaman kısa yoldan başarıya ulaşmak veya yalnızca kendi menfaatlerini korumak olmadı. Elini taşın altına koyup yapılması gerekenler hususunda hummalı bir çalışmayı gerekli görüyordu. Amacı kötüye giden devleti ve halkın içinde bulunduğu vaziyeti iyileştirmekti. Bunun için de kendini çeşitli alanlarda yetiştirdi. Yarının adamı olabilmek için geçmişinde kara bir leke bulunmamasına özen gösterdi. Genelde bize anlatılan tarihte, birden gökten iner gibi gelen bir Mustafa Kemal hemencecik milleti bir araya toplayıp ülkey düşman işgalinden kurtarıyordu. Ama bunu başarabilmesinin sebebi geçmişinde saklı, kendini doru bir şekilde yetiştirip sosyal zekasının da gerçekten üst düzey olmasıyla alakalı. Daha talebelik yıllarından itibaren çevresindekileri örgütleyip hürriyet cemiyetleri kurmaya başlıyordu. Tabii bunun bir de sonuçları vardı… II. SÜRGÜN "Görev bölgesinde pek çok Arap asker bulunuyordu ve birtakım subay sınıfı, bu askerleri Arap olmaları vesilesiyle kayırıyordu. Onlardan biri yaşlı bir yüzbaşıydı. Bir gün bu yaşlı yüzbaşı, Arap askerleri eğiten Türk çavuşunu azarlamaya başladı. Bazı Arap askerler Türkçe bilmediği için çavuşun söylediklerini iyi anlayamayıp talim sırasında yanlış hareketler yapıyor, defalarca uyarılmalarına rağmen talimi beceremeyen askerler çavuşun sabrının tükenmesine ve sertçe davranmasına sebebiyet veriyordu. Bu duruma kayıtsız kalamayan yaşlı yüzbaşı, Arap askerleri sert şekilde uyaran çavuşu azarladı ve odasına çağırdı. Yüzbaşı odaya geçildiğinde azarın şiddetini artırıp, "Sen nasıl olur da kavmi necip Arap'a bağlı, Peygamberimiz Efendimizin mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, onların kalbini kırarsın? Kendini bil, sen onların ayağına su dökmeye layık değilsin !" diyerek çavuşu aşağılamaya başladı. Arap milletini Türk milletinden üstün gören yüzbaşının tavırlarına daha fazla dayanamayan Mustafa Kemal âdeta kendini kaybedip, “Yüzbaşı susunuz!" diye bağırdı. Yüzbaşı şaşkınlık içinde, "Fena bir şey mi söyledim?" diyebildi. "Evet, çok fena hareket ettiniz." şeklinde cevapladı Mustafa Kemal ve ekledi: "Buna hakkınız yok. Bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi necip olabilir. Fakat senin, benim ve çavuşun da olduğumuz kavmin büyük ve asil bir millet olduğu asla mensup inkâr edilemez bir gerçektir." Şimdikine benzer olarak o zamanlar da en büyük sorun liyakat eksikliğiydi. Bu ve diğer birçok sorun üzerine konuşmak üzere kahramanımız çevresindekileri örgütlemişti. Bunun yanında mevcut iktidara karşı muhalif olanları tespit etmek için padişahın görevlendirdiği bir sürü hafiye vardı. İktidar için tehlike oluşturabilecek askerlerden birisi olarak görülen Mustafa Kemal evine yakın bir coğrafyada görev almayı beklerken Şam görevine gönderilince tüm planları suya düşmüştü. Buradan bir süreliğine kaçıp cemiyet çevrelerinde takılsa da en sonunda asi ilan edilmemek adına görevine devam etmeye mecbur kalır. Burada karşılaştığı vaziyetler ise hiç hoşuna gitmez. Yukarıdaki alıntıda göründüğü gibi bu zihniyet yüz yıl öncesinde de aynıymış. Sanki insanlar akıl tutulması yaşıyor. Böyle bir sonuca varabilmeyi nasıl başarıyorlar cidden merak ediyorum. III. İHTİLAL O sürgündeyken beklemediği gelişmeler yaşanmış ve kurmuş olduğu cemiyet lidersizlik nedeniyle İttihat ve Terakki’ye dahil olmuştu. Eve döndüğünde o da kendini bir anda orada buldu. Ülke kaosa sürüklenmiş ve bir ihtilal ihtimali doğmuştu ama onun hayalindeki gibi sahnede kendisi değil İttihat ve Terakki vardı. Meşrutiyet yeniden ilan edilmiş ve herkes umutluydu. O ise askerlerin siyasete fazla bulaşması nedeniyle bu ihtilalin sonuçlarının çok da bir fark yaratacağını düşünmüyordu, zaman yine onu haklı çıkaracaktı. IV. TRABLUSGARP "Limanda önemli bir tezahüratla karşılandı. Namı, ondan önce bölgeye varmıştı. Trablusgarp'tan gelen kahramanı karşılayanlar, şimdi benzer bir hizmeti kendileri için bekliyordu. Mustafa Kemal ilk iş olarak kendisini şehre davet eden Mustafa Şevket'le görüşmek için otele geçti. Görüşme başladıktan bir süre sonra Emniyet Müdürü Hüseyin Bey, otelin salonuna büyük bir telaşla girdi ve "Şeyh Mansur Hazretleri teşrif ediyor,” diyerek kapının yanında el pençe divan durarak Şeyh'i karşıladı. Mustafa Kemal, Şeyh Mansur'un namını işitmişti fakat devlet görevlisinin Şeyh karşısında böyle bir vaziyette bulunmasından durumun daha ciddi olduğunu fark etti. Şeyh âdeta şehrin kralı gibi muamele görüyordu. Şehrin kaymakamı, polisi ve jandarması hatta piyade alayı bile Şeyh'in kontrolündeydi. "İşte," diyordu Mustafa Kemal, "bir tane daha..." Yeni bir iktidar, ama muhalif aynı. Gördüğü yanlışları açık sözlülükle dile getiren Mustafa Kemal bir kez daha iktidar tarafından sürgüne gönderiliyordu. Bu sefer görev yeri Trablusgarp’tı ve içine düştüğü durum daha da içler acısıydı. Her gittiği şehirde tüm üst makamlar ve halk bir şeyhin kontrolüne girmişti. Ama onun zekası ve girişkenliği karşısında şansları yoktu. Gittiği yerlerdeki durumları düzeltti, halk arasında saygı duyulan birisi oldu ve ülkenin gelecekte ilgilenmek üzere önemli bir sorununu fark etti; şeyhlik ve tarikatlar oldukça zararlıydı ve onlara müsaade edilmemeliydi. V. İRTİCA "Millet, yıllardan beri zulmeden istibdat idaresini parçalayarak meşru bir hükümet kurdu. Bu kansız ve mesut inkılaptan zararlı çıkan adi kimseler, eski idarenin geri gelmesi için bin türlü hilelere, desiselere ve denaetlere başvurarak meşru hükümeti rahnedar etmek istedi. Bütün medeniyet âleminin lanetlediği İstanbul faciasının çıkmasına sebep oldu." Tekerlerine çomak sokulan gericiler çareyi kanlı bir isyan çıkarmakta buluyorlardı. Dini kirli emellerine alet edip “Şeriat isteriz!” diyerek önüne çıkan askerleri öldürüyorlardı. Meşrutiyet tehlike altındaydı ama onun önceden böyle bir cereyan edebileceğini tahmin etmesi sayesinde hızlı bir şekilde kurulan ordu ile isyan kısa sürede bastırılıyordu. İsyancıların liderini kendi başında bulunduğu birlik ele geçirebilecekken gelen emirle yolu kesilir, bu şaşalı görev tanıdık bir isme, ihtilalde de önemli bir mevkide bulunan o günlerin yükselen yıldızı Enver Paşa’ya verilmiştir ve bundan sonra önü iyice açılacaktır. Bir bakıma Mustafa Kemal’in hayallerini yaşamaktadır. VI. GAZETECİ ŞERİF "Biz vatana borçlu olduğumuz fedakârlık derecesini düşündükçe, bugüne kadar yapılan hizmeti pek küçük buluyoruz... Ah Salih, Allah bilir hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir uzuv olabilmekten başka vicdani bir emel edinmedim... Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır." İtalyanların Trablusarp’ı işgali sonrası devletin deniz veya karayolu ile bölgeye asker göndermesi mümkün değildi. Tek çıkar yol bazı subayların bölgeye gidip yerli halkı örgütlemesi ve işgale direnç oluşturmasıydı. Halk tarafından iyi biliniyor olması ve durumun ne kadar kötü olduğuna bakmadan elinden gelenin en iyisini yapmak istemesi sebebiyle en önden bölgeye gitti ve beklenmeyen bir başarı ile işgali yavaşlattı hatta durma noktasına getirdi. Balkanların çalkantılı durumu ve çıkan savaş nedeniyle devlet bölgeyi İtalyanlara bırakan bir anlaşmaya varınca çok üzüldü. Sonrasında balkanlarda yaşanan başarısızlık da önceden yaptığı çıkarımları haklı çıkardı. İhtilale rağmen devlet kademesinde hiçbir gelişim görülmemiş, temelden bir değişime ihtiyaç vardı. VII. SAVAŞ Mustafa Kemal bu hedeflerini, Corinne'e de yazıyordu: "Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek yerler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu korumaktan geri kalmayacağım." Mustafa Kemal ideallarini bu şekilde açıklayıp ülkeyi iyileştirme yolları ararken (gerek kitabın anlatımı gerek onun muhteşemliği bakımından bir roman karakteri gibi geliyor) bir anda dünya savaşı patlak verir ve tüm planları alt üst olur. Herkesin, her şeyin önceliği değişmişti. İdealist insanların olması gerektiği gibi, bu kadar savaş görmesine ve başarılı olmasına rağmen, savaşlarda bu denli nefret etmesinin sebebi de budur belki de. Bu arada ileri görüşlülüğünü bir kere daha gösterip herkesin Almanların savaşı kesin bir suretle kazanacağını düşünmesine rağmen şüpheli yaklaşıp karşılaşabilecekleri güçlükleri fark ediyor ve sonucun şimdilik belirsiz olduğunu ifade ediyordu. VIII. KEMALYERİ Böylece çok önemli bir görüşme başladı. Telefonun bir ucunda Mustafa Kemal, diğer ucunda Mareşal Sanders vardı Son durum bilgisini veren Mustafa Kemal, fazla zamanın kalmadığını, vakit kaybedilmesi halinde durumun felakete dönüşebileceğini net şekilde aktardı. "Çare kalmadı mı?" sorusunu işiten Mustafa Kemal, doğru anın geldiğinin farkındaydı. En başından bu yana yapılması gereken şeyin ne olduğunu biliyordu ve şimdi yapılması gereken şey ona soruluyordu. Kendinden emin bir şekilde, "Bütün mevcut kuvvetlerin komutam altına verilmesinden başka çare kalmamıştır!" diyen Mustafa Kemal'in bu yanıtı, telefonun diğer ucundakiler için uçuk ve cüretkâr bir talepti. Öyle ki Mareşal'in yanında bulunan Kazım Bey'in ağzından, "Çok gelmez mi?" sorusu çıkıvermişti. Yarının Adamı bu soruya hazırlıklıydı. Kendisine has cüretkâr üslubuyla cevap verdi: "Az gelir!" Daha önceden bölgede görev alıp orayı iyi tanımasından ve stratejik zekası sayesinde Çanakkale savunması esnasında sayısız başarıya imza atmıştır. Ve bunları düşük rütbesine rağmen yapmıştır. Sorumluluk alma konusunda hayran olunması gereken kişilerin en başında gelmektedir. Düşman kuvvetlerin her hamlesini önceden kestirip yapılması gerekenleri üst mevkisinde bulunanlara bile kabul ettirmiştir. Zamanla ne kadar haklı olduğu ortaya çıkmıştır fakat yine de hak ettiği terfileri alması oldukça yavaş bir biçimde gerçekleşmişir. Bunda Enver Paşa’nın onu kıskanması da önemli bir etkendir. IX. KAHRAMAN Çarpışmalar sırasında siperlerde, "Karşıdaki birliğin komutanı kim? O mu?" diye sorular soruluyor, askerleri teskin etmeye çalışan subaylar, "Hayır! Hayır! O değil, burada değil. Sakin olun!" şeklinde cevaplar vermek durumunda kalıyordu Bir İngiliz subayı onu zaman zaman eline tüfek alıp, siperden dışarıya uzanarak belirli bir hedefe dikkatli ve telaşsız atış yaparken gördüğünü söylüyor, kesinlikle hiçbir kurşunun onu vuramayacağını iddia ediyordu. Başka bir subay da ateş açılmasına ve şarapneller gittikçe yakına düşmeye başlamasına rağmen ilgisiz ve soğukkanlı bir tavırla sigara yakıp, gayet sakince içtiğini anlatıyordu. Şüphesiz ki düşman askerlerinin yarattığı Efsunlu Kemal miti, içinde bulundukları umutsuzluğa dayalı psikolojik vaziyetin tezahürüydü. Yeniliyor ve buna efsunlu bir subayın, yani büyünün neden olduğunu sanıyorlardı. Halbuki yenildikleri olgu akıl, birikim ve cesaretti. Yarının Adamı savaşı yalnızca sahada değil, zihinlerde de kazanıyordu. Çanakkale savaşı bitip İstanbul’a döndüğünde garip bir durumla karşılaşır. İsmi hiçbir yerde geçmemektedir. Memleketin kaderini değiştirmiş, İstanbul’u kesin bir işgalden kurtarmıştır ama yine de ön plana çıkması istenmemektedir. Düşmanların bile zihinlerinde korkunç bir yer edinmişken bu görünmezlik gerçek midir? Sanırım size de tanıdık geliyor. Günümüzde de değişen bir şey yok. İsmi hiçbir yerde geçmiyor. Ne hutbelerde ne anmalarda. Yalnızca isminin sömürülebileceği vakitlerde kısa süreli olarak anılıyor ve sonra tozlu raflardaki yerine geri dönüyor. 100 yıllık tarihimiz boyunca da hep böyle oldu. Darbe mi yapılacak, hemen adını kullanalım, ilkeleri öne sürüp kendimizi haklı çıkaralım. 29 Ekim mi var, hemen bir paylaşım, bir coşku. Geriye kalan %99’luk dilimde ise denk gelirse hatırlarız ismini. X. PAŞA "Enver Paşa bu talep karşısında, "Şimdi terfisini onayladım," diyerek talebi yerine getirdi fakat uyarmadan da edemedi: “Ama müsaade edin anlatayım. Siz onu benim kadar tanımazsınız. Çok değerlidir ama o ölçüde de ihtiraslıdır. Emin olun, şimdi general yaparız, kolordu komutanlığı ister. Ordu komutanı yaparız, başkomutanlık ister. Ona da peki desek, yine yeterli görmez, daha büyüğünü ister. Çünkü hırsına hudut yoktur. Bu sebeple, onu azar azar vererek gayet maharetle idare etmek, hoş tutmak lazımdır."" Enver Paşa ile aralarındaki ilişki çok gariptir. Paşa onu ciddi biçimde kıskanmaktadır fakat onun memleket için ne kadar gerekli olduğunun da farkındadır. Bu yüzden de ona duyduğu husumete rağmen onu tamamen yok etmeye çalışmamaktadır. Bir gün kendisi başarısız olup ülke kötü bir duruma sürüklenirse gözünün arkasında kalmayacağını düşünmektedir. Bir süre sonra da haklı çıkacaktır. XI. VELİAHT ŞEHZADE Yolculuk, Alman İmparatorluğu'nun bulunduğu Bad Kreunach kasabasında sona ermiş, kafileyi karargâhta heybetli bir Alman kıtası selamlamıştı. Biraz ileride Alman İmparatoru 2. Wilhelm, yanında Almanların ünlü komutanları Hindenburg, Ludendorf ve diğer karargâh erkânıyla subaylar bekliyordu. Sıra İmparator'a geldiğinde Naci Paşa, Vahdettin'in yanına giderek tercümanlık yapıyor; bir yandan da maiyetinde bulunanları İmparator'a takdim etmesi gerektiğini fısıldıyor; biraz sonra sıra Mustafa Kemal'e geldiğinde bir eli göğsünün üzerindeki düğmelerin arasında sokulmuş olan İmparator, diğer eliyle Mustafa Kemal'in elini sıkıca tutup yüksek sesle, "On Altıncı Kolordu... Anafarta!" diyor; Yarının Adamı, ününü Alman İmparatoru'na kadar çıkarmış olmanın şaşkınlığıyla tüm gözlerin üzerine çevrildiğini fark ediyordu. Namı savaşın en yoğun olduğu bir vakitte Alman İmparatoru’nun bile kulağına gidiyor ve büyük saygı görüyor. Ama bizim ülkede yoldan birini çevirin, size tek başına mı kazanmış savaşı diyecektir. Ülkece en kötü olduğumuz konulardan birisi bence kişilere hak ettiğini vermek. Nerede ipsiz sapsız işe yaramaz kişi varsa baş tacı edip çoğunluğu böyle olmaya teşvik ediyoruz. Mustafa Kemal halkı düşünmeyip kendi keyfi peşinden koşsaydı eminim şimdi daha çok anılırdı. XII. KARLSBAD Böbrek rahatsızlığı (son zamanlarda yaşamış birisi olarak söylüyorum; daha büyük bir acı yok, zaten bu denli kötü bir şey olmasa Mustafa Kemal de savaşı bırakıp tedavisine odaklanmazdı) sebebiyle Viyana'da tedavi olması önerilir. Çünkü ülkedeki doktorlar ne yaptıysa ağrısı geçmemiştir. Burada bir yandan tedavisi ile ilgilenirken dünyanın durumunu yakından takip eder ve kişisel gelişimini hızlandırır. Sürekli okumalar yapar ve bir süreliğine Almanca eğitimi alır. Sonrasında Fransızcasını daha da geliştirir ve gelen acil bir haber nedeniyle İstanbul'a dönmeye karar verir. Fakat yolda İspanyol gribine yakalanıp biraz daha gecikir. XIII. CEHENNEM Mevcut padişah ölmüş ve yerine Almanya gezisinde eşlik ettiği Vahdettin tahta çıkmıştır. Gezi sırasında oldukça samimi sohbetler etmişler ve Mustafa Kemal ondan bazı taahhütler almıştır. Gün onları gerçekleştirme günüdür. Fakat kelimenin tam anlamıyla satışa uğrar. Vahdettin çoktan Enver Paşa'nın güdümüne girmiştir ve Mustafa Kemal için bir kez daha vakit sürgün vaktidir. Artık adına ordu denilemeyecek kadar bitap düşmüş Suriye'deki birliklerin başına gönderilir. İngilizlerin son bir taarruz yapıp tüm bölgeyi ele geçirmesi içten bile değildir. Bunun gerçekleşeceğini görür, uyarılarını yapar fakat onu kimse dinlemez. Olan yine olur ve aklına gelen gerçekleşir. Bu arada kitapta da bolca geçen Arapların isyanları ve ihanetine değinmek istiyorum. Savaştan çekilen Rusların yayınladığı gizli belgelerle iyice açığa çıkan, uzun yıllar boyunca süren sistematik bir ihanet söz konusuymuş. Verilen bağımsızlık sözü ve altınlar için Osmanlı adeta sırtından hançerlenmiş. İsyan sırasında yaptıkları katliamlar da cabası. Lawrence ile birlikte bastıkları Türk köylerindeki herkesi katletmişler. Gerçi bu sadece Araplara özgü değil. Osmanlı'dan ayrılan çoğu millet de bir benzerini yapmış. Normalde pek milliyetçi birisi sayılmam fakat Türkler bu yapılanların yüzde birini bile yapınca soykırımcı ilan edilirken tersi görmezden geliniyor. Bu cidden kabak tadı vermeye başladı. Mesela Ermenilere yaptığımız iddia edilen eylemlerin çok daha büyük kapsamlısını şu an İsrail yapıyor, ama bize soykırımcı diyenlerden ses seda yok. Bu kadar bariz bir iki yüzlülük fena halde komik. XIV. GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER Bu da başka bir kitap ile gönderinin konusu...
Yarının Adamı Mustafa Kemal'i Anlamak
Yarının Adamı Mustafa Kemal'i AnlamakCon Sinov · Masa Kitap · 2022895 okunma
··
762 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.