Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

160 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Hayattan Aşkını Al, Kaçırma!
"Uyarı: Detaylı bir özet yazısıdır." Günümüzde yazılan aşk romanı yazmak cesaret isteyen bir iş. Bu türle ilgili o kadar çok ürün veriliyor ki aralarından edebi ve güçlü bir metin bulmak bir hayli zor oluyor.
Animal Triste
Animal Triste
ise bunu yapabilenlerin arasında yer alan çok iyi bir roman. Anlatıcımız 100 yaşında bir kadın. Belki de değil. Anlatıcının kendisi de bunu tam olarak bilmiyor. Bu durum daha birçok olayda kendini gösteriyor, anlatıcı çoğu olayda bir belirsizlik sunuyor. Yazar hayatının merkezine koyduğu adamın adını bile hatırlayamaz ve ona Franz adını verir. Mesleğinin de tam olarak ne olduğunu bilmz, jeolog, biyolog ya da paleontolog olabileceğini söyler. Bu nedenle bir bunağın anlattıklarını mı okuyorum gibi bir algıya kapılabilirsiniz ancak kitapta anlatılanlar son derece gerçek. Anlatıcımızın hayatı bir nöbet geçirmesi ve Franz'la tanışması ile birdenbire değişiyor. Franz'la hayran olduğu dinazor Brachiosaurus'un altında tanışırlar, Franz'ın ona iltifat etmesi sonucu anlatıcımız aşık olur. Franz'a aşık olması onun hayatı kaçırmadığı anlamına gelir. O kadar büyük bir yer kaplar ki ona olan aşkı, Franz'ı metalaştırıp bu metaya sıkı sıkıya bağlandığını söyleyebiliriz. "Bu nöbet benim ölümümün simülasyonu olmasaydı, o akşam gerçekten ölmüş olsaydım, hayatta neyi kaçırmış olacaktım? Hayatta aşktan başka bir şey kaçırılmış olamaz." (Sayfa 16) Roman ilerledikçe anlatıcının çocukluğuna, gençliğine gideriz. Karakter gülümseyerek hatırladığı bir çocukluğu olmasa da ara ara aklına gelir. Anlatıcının çocukluğu İkinci Dünya Savaşı'na denk gelir. En yakın arkadaşı Hansi Petzke; oyuncakları ise kafası kopuk bebeklerle zehirli sıçanlardır. Babalar, erkekler bedenlerinde top mermisi parçalarını da getirmiştir. "Savaşlar olmasaydı erkekler de kadınlar gibi yalnızca insan olurlardı, erkeklere atfedilen ölümden korkmama ve şövalye sadakati gibi belirli özelliklerin yalnızca savaş aracılığıyla yüceltilmesi değildir bunun tek nedeni; savaş, erkeklerin kökünü kazıyarak onları çok kıymetli kılmıştır. Böylece bu en korkunç eylemleri karşılığında kadınlar tarafından en hararetle sevilmişlerdir, bu yüzden savaşçı özelliklerinin en iyi özellikleri olduğuna inanmak zorunda kalmışlardır." (Sayfa 47) Savaş bittiğinde onların bulunduğu yere kader onlara Sovyetleri, diğer tarafa da Amerika ile İngiltere'yi getirmiştir. Kiliselerinin etrafı duvarla çevrilmiş ve Tanrı'nın yerine Stalin geçmiştir. Babalar eski babalar değildir. Eşleri, çocukları onları tanıyamazlar. Savaştan çıkmaları üzerine hayattan hiçbir şey anlayamama hallerinden dolayı onlardan hoşlanmama nedenlerini üst üste yığılır. "Bugün bile onun babam olduğuna inanmıyorum. Bir baba değil de daha ziyade evlilik vaadiyle kadınları kandıran bir dolandırıcı, bir üçkağıtçı, gezgin bir makas bileyicisi, barlarda kadınlara dans eskortluğu yapan birisi, bir panayır boksörü olabilirdi." (Sayfa 42) "Çocukluğunda yaşadığı, günün birinde baba olarak kendini yaymak zorunda olma korkusu, her erkeği, ya kendi içindeki çocuğu susturmaya ya da babalıktan vazgeçmeye zorluyor. Çünkü yumuşak, katlanabilir bir baba bile olsa üzerinde zayıflık lekesi kalıyor ve oğlunun bunun karşıt imgesi olarak yetişmesi gerekiyor ve elbette bunu istiyor da." (Sayfa 44) Anlatıcımız annesine, tüm annelere de tepki göstermektedir. Savaş sonrası erkek kıtlığında "bir erkeğe" sahip olmak için ağırlaştırılmış rekabet koşullarında olağanüstü çaba göstermelerinden iğrenmektedir. Onların bu değişimlerine isyan etmekte ve kaçırdıkları fırsatlar için hayıflanmaktadır. Bir gençlik aşkı olmamasını bile ona bağlamakta ve tenini bu kadar utanmazlıkla sergilemesinden dolayı ondan ve daha da önemlisi kendi teninden nefret etmektedir. "Savaşlar olmasaydı erkekler de kadınlar gibi yalnızca insan olurlardı, erkeklere atfedilen ölümden korkmama ve şövalye sadakati gibi belirli özelliklerin yalnızca savaş aracılığıyla yüceltilmesi değildir bunun tek nedeni; savaş, erkeklerin kökünü kazıyarak onları çok kıymetli kılmıştır. Böylece bu en korkunç eylemleri karşılığında kadınlar tarafından en hararetle sevilmişlerdir, bu yüzden savaşçı özelliklerinin en iyi özellikleri olduğuna inanmak zorunda kalmışlardır" (Sayfa 47) "Bu lanetli yüzyılın fırsatını kaçırmışlardı. Bir defa zinciri koparmak, bir defa oğullarını babalarından ayırmak, savaşçı duruşunun, iktidar sözünün taklit edebileceği kimse bulunmadığında neler olacağını bu bir defalığına görmek onların elindeydi; oğullar ve kızlar akıllarını, yaşam enerjilerini be gülüşlerini kocalarının özgüvenine yem etmemiş olan anneleri tarafından eğitildiklerinde ne olacağını görmek." (Sayfa 46) Karakterimiz kendine mutluluğu hor görmekte ve gençlik aşıklarına da öfke duymaktadır. Kendisini onların üzüldüğü anlarda hiç acımazken bulur. Misal Klein ile Klaus onlar için bir nevi Romeo ile Juliet, Adem ile Havva'dır. Ama onların rüya gibi görünen hayatları yerle bir olduğunda neredeyse seviniyor bile diyebiliriz. “Mutluluğu özler, aynı zamanda hor görürdüm. Muhtemelen mutlu kişileri de hor görüyordum, bu kederi ruhuma kimin ya da neyin üflediğini bugüne kadar sorup durdum kendime, beni içine doğdukları savaş mı, yoksa annemin yaşama duyduğu katlanılmaz öfke mi, kimse bilemez.” (Sayfa 38) Anlatıcının kendisinin bile silik silik hatırladığı ve kendisini terk eden bir kızı vardır. Kocasının ne zaman gittiğini bile hatırlamaz. Kızıyla nasıl bu kadar koptuklarını anlayamayız ama anlattığı yeni bir çocuk vb. gibi bölümlerle kopuşun yavaş yavaş gerçekleştiğini anlarız. Aslında kitap anlatıcının Franz'a olan tutkulu aşkı üzerinden ilerlese de ben yan hikayeleri daha lezzetli buldum ve anlatımı daha da güçlendirdiğini düşünüyorum. Hinrich Schmidt'in hikayesi çok çarpıcıdır mesela. Ate ile Ali'nin aşkı ve ayrılışları da çok güzel anlatılmıştır. Her yan hikayede Almanya'nın tarihini ve insanlarını en çok etkileyen savaş, Nazizm, Komünizm, Duvar gibi olaylarının etkilerini görürüz. Misal Ali Berlin Duvarı'nın örüldüğü akşam Doğu'da kalmış ve Batı'ya gidip nafaka borçlarını ödemek yerine Doğu'da kalmayı tercih eden biridir. Anlatıcının arkadaşı Rainer'in evliliği ve ayrılması da duvarı aşıp kaçma gücünden kaynaklanmaktadır ve duvar yıkılınca bu evlilik de bitmiştir. Duvarın yıkılması sonrası -hastalığına sebep- siyasi hedefleri için uğraşıp bir gün ölen, Sibylle ile olan aşkı da gömen Emile'i, cenazesinde iktidar olan eşi Bayan Wagner'i okuduğumuz yan hikayeler çok başarılıydı. Anlatıcımızın takıntılı aşkı ile nasıl dönüştüğünü okumak da ilginçti. Franz öncesinde; anlatıcımız Ate'yi başka bir kadın için terk eden Ali'nin elinden aşklarının sembolü Parsifal'i kaçırmaya kalkan bir karakterdir. Lakin Franz'ı tanıdıktan sonra anlatıcımız; aldatılıp terk edilen Klein'a, Sieglinde'ye hiç acımadığını, terk edip karısını ardında bırakan Rainer'e hak veren bir hale bürünür. Yazar, Berlin Duvarı'nın yıkılışı üzerine insanlarda nasıl bir değişiklik olduğunu da çok iyi bir şekilde anlatmıştır. Çiftler hayata farklı bakmaya başlamış, şehirde her yerde bir yıkım- yapım işleri başlamış, kazanılmış özgürlüklerin tutsak beyinlerde halen devam ettiğini aktarmıştır. "Gündelik yaşamın gerektirdiği iki çift lafı bile artık birbiriyle konuşmadıklarını sandığım evli çiftler şehrin yeniliklerini gezerken birdenbire el ele tutuşur olmuşlardı; birbirlerine bakarken gözlerinde daha bir yıl önceki gibi boğuk bir olay değil, şükran dolu bir adanmışlık vardı. Daha önce yapılmış olan boşanma başvuruları, yığınlar halinde geri alınmıştı. Herkes körü körüne yanındakine sarılıyor ve o zamana kadar kendisine ait olduğunu söylediği şeyi, çoktandır aşağılıyor olsa da, nihayetinde yeni koşulla altında gereksizliğinin ortaya çıkıp çıkmayacağı bilinmese de, sıkı sıkıya tutuyordu." (Sayfa 59) Kitabın sonuna doğru yazar bu yan hikayeleri ardında bırakır ve Franz ile anlatıcının aşkı üzerine yoğunlaşır. Anlatıcımız için kırılma noktası, Franz'ın eşi ile Hadrianus duvarlarını görmek için İskoçya'ya, Edinburgh'a gidecek olması olmuştur. Onunla Amerika hayalleri kurarken; Franz eşi ile seyahate çıkacaktır. Bu gezi öncesinde karı kocayı havaalanında gören anlatıcımız onların aralarında kağıt üstünde devam eden bir evlilikten fazlası olduğunu anlar. Anlatıcımız uzaktan vahşi bir stalkera döner ve evli çifti kaldıkları oteller, gittikleri yerler üzerinden takip etmeye başlar. Burada şöyle bir metafor kullanılmış; Hadrianus Duvarı. Berlin Duvarı yıkıldığında aşık olan anlatıcımız ile Franz'ın arasına bu defa başka bir duvar girmiştir. İmparator Hadrianus'un Romalıları barbarlardan korumak için bu duvarı inşa ettirmesi anlatıcımızın kendisine, Franz'a "ben barbar mıyım?" diye sormasına neden olur. Aslında bu barbar, Romalı ayrımı bir nevi Batı Almanya ile Doğu Almanya arasında da geçerlidir diyebiliriz. Tatil dönüşü de gerçekten fiziki takibe başlar ve Franz ile aralarında geçen en özel anılarının, eşi ile evliliğinde günlük rutin konuşmalara malzeme olduğunu anlar ve yıkılır. Bu yıkım onu intihara kadar götürse de Franz'la yine de kopamaz. Yazar burada da Franz'ın babasını, annesini ve ailesini bize anlatır ki Franz'ın neden korkak olduğunu, karısını ardında bırakıp ona gelemediğini anlarız. Savaşta eşleri ölen veya gazi olan kadınlar için bu durum bir zafer nişanı gibidir. Franz'ın babası ise savaştan yara bile almadan döner ve başka bir kadınla hayatına devam eder. Bu durum annelerinde ve dolayısıyla ailelerinde bir yıkıma neden olur. Ufak bir ayrılık anlatıcımızı New York'a sürükler. Yazarın burada da şehir hayatı, kilitli kalma metaforları ile kapitalist dünyanın merkezi Amerika'ya da bir taş attığını düşündüm. Dönüşünde de anlatıcımız ile Franz'ın aşkını kitabın sonunda ölüm bekler. Okuduğum kitapları yıllar sonra bile okuduğumda hatırlamak amacında olduğum için özet gibi bir yazı oluşturdum. Kitabın dilinin sadeliğin, yan hikayelerle daha da güçlenen düzenini çok beğendim. Belli bir olay örgüsü ve lineer bir anlatımı olmaması kolay bir okuma imkanı vermese de kitap müthişti. 159 sayfa nasılsa çabucak biter dediğim kitap hiç de öyle kolay bitmedi. Anlatıcının tutkulu aşkını
Annie Ernaux
Annie Ernaux
'nun
Yalın Tutku
Yalın Tutku
isimli kitaptaki aşka, tutkuya çokça benzettim. Öte yandan yazarın olağanüstü tespitleri olan anlatımını da
Javier Marias
Javier Marias
'a çok benzettim. Diğer kitaplarını da bir an önce okumak istiyorum. Herkese tavsiye ettiğim olağanüstü bir roman. "Hayatta aşktan başka bir şey kaçırılmış olamaz." (Sayfa 16)
Animal Triste
Animal Triste
Monika Maron
Monika Maron
Animal Triste
Animal TristeMonika Maron · Alef · 2016412 okunma
·
254 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.