Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

288 syf.
5/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Berat Albayrak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı yapmış eski bir devlet adamımız. Bu kitabında da bu iki dönem yaptıklarını, yapmak istediklerini ve hatıralarını anlatıyor. Kitabın ismini de bir zamanlar kendisiyle özdeşleşmiş olan sözü “Burası çok önemli – Burası çokomelli” olarak koymuş. Kitabın başlığındaki “Burası” bölümünün Türkiye haritasının içinde verilmesi de güzel bir detay olmuş. Kitabı okurken Berat Albayrak’tan özeleştiriler de beklemiştim ama bunları bulmak mümkün değil. Genel olarak yaptıklarının ne kadar doğru olduğunu, yapamadıklarının ise bahanelerin ardında bırakıldığını görüyorsunuz. Türkiye’nin üretim ekonomisine geçişi konusunda attığı adımları doğru bulmakla beraber, kimse hatasız ya da yanlışsız değildir ve bir anı kitabı olarak değerlendirilebilecek bu kitap bu yanlışlardan hiçbirini içermiyor. Kitabın ilk bölümü Enerji Bakanlığı dönemini anlatıyor. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak ve uzun vadede üretici ve dağıtıcı konumuna geçmek için neler yaptığını anlatıyor. “Her insan doğal olarak elektrik düğmesine bastığı anda ışıkların yanmasını, ocağı çevirdiği anda yemeği ısıtmaya başlamayı, doğalgazın yaygınlaşması ile yataktan kalktığında sıcak bir evde uyanmayı istiyor. Bu istek artık günümüz dünyasında bir hak ve temel bir ihtiyaç haline gelmiştir. Enerjinin varlığını ve sürekliliğini içinde bulunduğumuz yüzyılda o kadar çok içselleştirdik ki, en ufak bir enerji kesintisi bile rahatsızlığa neden oluyor. Sonuç olarak varlığında işinizi ve normalinizi sürdürüyorsunuz ama yokluğunda ve kesintide ciddi bir toplumsal tepki ile karşılaşıyorsunuz. Dolayısıyla enerjide öyle bir strateji izlenmeli ki, uzun vadede küresel alanda söz sahibi olabilmeli, kısa vadede ise insanınıza kesintisiz, kaliteli ve uygun maliyetli bir enerji hizmeti sunabilmelisiniz.” Kaçak elektrik konusunda iyileştirmeler yaşandığını söylerken güneydoğu ve doğu Anadolu bölgemizdeki sorunun üzerinde de duruyor. “Ak Parti döneminde yapılan tüm yatırımlar ile kayıp-kaçak oranı yüzde 20'lerden yüzde 13-14'e çekilmiş oldu. Buradaki kritik nokta ise şudur: Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini çıkardığımızda bu oran Avrupa ortalaması olan tek haneli rakamlara iniyor.” Türkiye’nin altın rezervleri ile de bazı bilgiler bulmak mümkün: “Bu konuda yapılan akademik çalışmalar Türkiye'nin jeolojik olarak 8 bin ton metal altın (480 milyar dolar) potansiyelinden bahsediyor. Bugüne kadar bu potansiyelin yalnızca 382 tonluk (23 milyar dolar) kısmı çıkarılmış. Bu üretim de, buraya dikkat çekmek isterim, 2000 yılından itibaren başlayan bir üretim. Bir başka ifade ile Türkiye 2000 yılına kadar altın üretimi yapmazken, 2020 yılında 42 tonluk üretimi ile Avrupa'nın en fazla altın üreten ülkesi konumuna geldi.” Maliye Bakanlığı dönemi Berat Albayrak’ın en çok konuşulduğu dönemi. Özellikle kur artışlarının yaşanmaya başladığı dönem olarak akıllarda kaldığı ve bana göre üretim ekonomisine geçmenin bizi kısa vadede fakirleştireceği, ama uzun vadede bizi çok daha fazla güçlendireceğinin doğru dürüst anlatılmayarak, oy davası uğruna “Uçuyoruz kaçıyoruz” diyerek özetlendiği bir dönem olduğu için kötü hatırlanıyor. Doğal olarak Albayrak da bu döneminin üstünde daha fazla durmuş. Ve tabii bahanelerin bol bol sıralandığı dönem de burası. Bakanımızın serbest piyasacı olduğu ve devletin yol gösterici olarak kalması gerektiğini görebiliyoruz: “Devlet öncü olur, yol gösterir. Yerli ya da yabancı müteşebbisler, yatırımcılar da sizin oluşturduğunuz, regüle ettiğiniz piyasada ve size güvenerek ihtiyaç duyulan yatırımları yapar.” “Dünyanın her köşesinde, devletin temel görevlerinden biri, piyasa mekanizmasının, etkin çalışmasını temin etmek, bunun için gerekli düzenleme ve denetimleri yapmak, acil durumlarda da direkt müdahaleler yoluyla mağduriyetleri gidermektir. Serbest piyasa mekanizmasının doğru ve etkin çalışması için bazı ön koşullar vardır. Bunlardan belki de en önemlisi rekabettir. Eğer rekabet kuralları ısrarla ihlal ediliyorsa ve ortada geniş kesinleri ilgilendiren, mağdur eden, sosyal etkileri olan acil bir sorun varsa, "Rekabet Kurumu inceleme yapsın, hukuki sürecin sonuçlanmasını bekleyelim" ya da "Rekabet koşullarını iyileştirelim, sorun birkaç senede kendiliğinden çözülür" diyemezsiniz. Hemen o anda vatandaşın mağduriyetini gidermek durumundasınız. Devlet adamı sorumluluğu bunu gerektirir.” Ülkemizin yaptığı ihracatla ilgili neredeyse herkesin duyduğu bir bilgi var. O da 10 dolarlık bir satışta 7 dolarlık ithalat olduğu, yani %70 ihracat maliyeti olduğudur. Sn. Berat Albayrak bunun bir yanlış bilgi olduğunu söylüyor: “İhracatta %70 ithal girdi oranı şehir efsanesidir. OECD verilerine göre 2016 yılı itibari ile %16,4 olarak gerçekleşmiştir. Merkez Bankası araştırmacılarımız, imalat sanayi ihracatçı firmaları için bu oranın %28,5 olduğunu hesaplamış. Görev süremiz boyunca bizler de ekonomi yorumcularına bu %70 oranının yanlış olduğunu, bunu televizyonlarda tekrar ederek vatandaşlarımızı yanılttıklarını ifade etmemize rağmen, bu söylem maalesef ısrarla ve belki de kasten sürdürülüyor.” Kur artışının ithalatı düşürürken ihracatı arttığı da görülebilir: “Türkiye'de bir puanlık kur artışı ihracatı ortalama 0,6 puan arttırırken, ithalatı 0,9 puan azaltıyor.” Kur artışının tam olarak kendini gösterdiği zamanlarda işletmelerin fırsatçılık yaptıkları iddiaları da ortaya atılmıştı. Bu konuyla ilgili Albayrak şöyle söylüyor: “Ağustos 2018'deki kur saldırısının ardından birçok işletme kur artışını gerekçe göstererek ürünlerine zam yaptı. Birkaç ay sonra kurlar ciddi anlamda gerilediğinde bu fiyat artışları geri çekilmedi. 2020'nin ilkbaharında, pandeminin etkisiyle kurlar tekrar Ağustos 2018'deki seviyelere yükselince aynı firmalar yine kur artışını gerekçe göstererek tekrar zam yaptılar. Bu fırsatçılığı yapabilmelerinin temel sebebi, birçok sektörde gizlenen oligopol piyasa yapısı ve rekabet eksikliği.” Birçok defa bakanlığı döneminde özel bankalarla yaşadığı problemleri dile getiriyor. Bu söylemlerinde özel bankaların Türkiye aleyhine girdiği çeşitli faaliyetlerini anlatıyor ve milli bir vicdan ve şuur sahibi olmamalarını eleştiriyor. Elbette bankanın ilk görevi mudisinin parasını korumaktır, bunun için Türkiye maliyesinin aleyhine iş yapması kabul edilebilir mi düşünmek lazım. “2018'deki kur saldırısının ardından, eylül-ekim aylarında bir özel bankamızın bankacılık teamüllerine aykırı şekilde yüklü miktarda Türkiye CDS'i satın aldığını, bunun neticesinde ülke risk primimizi 80-100 kadar yukarı taşıdığını, yani ekonominin tüm paydaşlarının yurt dışından döviz borçlanma maliyetini 100 baz puan artırdığını tespit ettik. Yine bazı bankalarımızın, dövizini satıp TL'ye geçmeyi düşünen müşterilerini caydırmaya çalıştığını ya da müşterilerine TL'den dövize geçmeyi telkin ettiğini gördük. Ayrıca, dövizin kıt olduğu dönemlerde, bazı bankalarımızın ihtiyacın 2-3 katı kadar dövizi yurt dışı muhabir bankalarda tuttuğunu, daha iyi nemalandırma imkânı olmasına rağmen ısrarla bu dövizi ülkeye getirmediğini gördük.” Not: Burada bahsedilen bankanın İş Bankası olma ihtimali yüksek. “Özel bankaların pandeminin başlangıcındaki tavrı, "Ekonomiye, Hazine ve Merkez Bankası destek olsun, gerekirse kamu bankaları devreye girsin, biz olan-biteni kenardan izleyelim" şeklindeydi. Kendileriyle defalarca görüşüp bu zorlu süreçte destek istedik, telkinlerde bulunduk. Eğer kredi müşterilerine destek olmazlarsa ciddi bir batık kredi yükü ile karşılaşacaklarını ve mudilerinin tasarruflarının riske gireceğini ifade ettik. Ancak, bir karşılık alamayınca onları da oyuna sokmak için aktif rasyo düzenlemesini yapmak durumunda kaldık.” “Ülkemizde "teminat ve kefalet bankacılığı" diye de ifade edilen, daha kaba tabirle "tembel bankacılık" ya da "plaza bankacılığı" da denen bir bankacılık anlayışı var. Yani, teminatınız yoksa ya da yetersizse, bankalar kolay kolay nakit akışınızı inceleyip, ona güvenip de size kredi vermiyor. Tabii böyle bir ortamda şirketlerin teminat olarak kullandığı gayrimenkullerin değerlemeleri son derece önemli hale geliyor. Çünkü bu değerlemeler firmaların ne kadar kredi kullanabileceğini ve dolayısıyla ne kadar iş yapabileceğini belirliyor. Reel sektör temsilcilerinin şikayeti şu: Bankalar, bağımsız çalışması gereken teminat değerleme şirketlerini baskı altına alıyor. Değerlemelere müdahale ediyor, çoğu kez zorla düşük göstererek kendi risklerini azaltma yoluna gidiyor. Ancak bu durum firmaların krediye erişimini sınırlıyor.” “Özetle bankalarımızdan hepimiz şunları bekliyoruz: Topladıkları tasarrufları ithalatın ve lüks tüketimin finansmanına ya da reel anlamda bir değer oluşturmayan Hazinecilik faaliyetlerine değil; yerli üretim ve ihracatın finansmanına, istihdam oluşturucu alanlara, kısaca milli gelirimizi ve servetimizi artıran alanlara yönlendirsinler. Mudilerimizin parasını koruyoruz bahanesinin arkasına sığınarak ve aşırı ihtiyatlı bir duruş sergileyerek yatırımcıyı ve üreticiyi finansmandan mahrum bırakmamalılar. "Biz kârımıza bakarız, kaynak verimliliğinin ya da milli gelirin artırılması bizim işimiz değil" diyerek bir kenara çekilmemeli, sorumluluktan kaçmamalı, toplumsal ve sosyal sorumlulukları olduğunu unutmamalılar. Müşterilerini daha iyi tanımaları gerekiyor. Türk lirası kredi kullanıp aldığı parayla döviz spekülasyonu yapmak amacıyla kapılarına gelen yerli ve yabancı firmalara kapıyı gösterme iradesini artık ortaya koymaları gerekiyor.”
Burası Çok Önemli!
Burası Çok Önemli!Berat Albayrak · Turkuvaz Kitap · 2022103 okunma
·
304 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.