Mevlana bazı şiirlerini Türkçe ve bir kaçını da o sırada Anadolu'da yaygın olarak konuşulan Rumca yazmıştır. Çoğunluğunu Farsça yazmıştır. Kimi şiirlerinde skolastiklerin sofilikte hoşlarına gitmeyen konulara yer vermiştir:
"Sevgilinizin görüntüsü kafir tapınağında ise
O zaman Kabe'yi tavaf etmek açıkça hatadır.
Kabe'de O'nun kokusu yoksa,
O zaman havradadır
Ve havrada O'nunla birliğin kokusunu hissediyorsak
O zaman o havra bizim Kabe'mizdir."
Başka şiirinde bu daha açıktır:
"Ne yapılmalı, ey Müslümanlar? Ben kendim de bilmiyorum.
Ne Hıristiyanım, ne Musevi, ne Müslüman
Ne doğudan, ne batıdan, ne karadan, ne denizdenim
Ne doğanın taş ocaklarından ne de göğün yuvarlaklarındanım
Ne topraktan, ne sudan, ne havadan, ne de ateştenim
Ne Hindistan'dan, ne Çin'den, ne Bulgaristan'dan, ne de Saksin'denim
Ne iki Irak krallığından, ne de Horasan topraklarındanım
...
Yerim mekansızlıktır; izim izsizliktir
Ne bedenden ne de ruh, ben ruhların ruhundanım..."
Sünni ulemanın, özellikle adalet alanındakilerin bu gibi öğretiler karşısında Sofiler'i şüphe ile karşılamaları kaçınılmazdı. Onları panteist öğretilere inanarak Allah'ın birliğini, azizleri ve kutsal yerlere ibadeti, İslamiyet'in puta tapma yasağını çiğnemekle, büyücülükle itham ettiler. Allah ile bir olma imkansız hedefini izlerken Allah'ın kanunlarına karşı gelmeleri ve başkalarını da buna teşvik etmeleri, en yaygın suçlamaydı.