Benim bir gece annem öldü. "Evim başıma yıkıldı" deyimi var ya hani, ben onun anlamını o gece anladım, yıkıldı evim barkım. Bir daha hiçbir avize aydınlatmadı o köhne odaları, hiçbir boya beyazlatmaya yetmedi o bomboz duvarları. İnanır mısınız, bilmem. Bir daha hiç yemek kokmadı hiçbir ev. Ne o sabahları evin içine sinen kızartmanın, ne de merdivenleri adımlarken gelen taze fasulyenin kokusu olmadı. Hatta ben bir gün, sırf bir evim olsun diye evlendim de. O yemeklerin kokusu o dört duvarı ev yapar sandım, evet öyle sandım. Ve dahası annemin evlatlarını sevdiği gibi seversem insanları, o merhametle, o sabırla; ben de öyle sevilirim ve bu yoksunluk diner sandım. Ama olmadı ne o yemek kokuları ev yaptı o dört duvarı, ne de herhangi bir merhamete maruz kaldım. Şimdi cebimde bir anahtarlık var, ucundada üç beş anahtar, ve açtığı hiç bir kapı benim evim değil. Baba için evin direği derler ama annede evin çatısıymış meğer. Evi baba ayakta tutuyor olsa da, evi ısıtan, aydınlatan, koruyan çatıymış... Bunu bize öğretmediler.