Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
"Aydınlanma klasiklerine" tanışıklığım olduğu için herhalde, çok boş bir kitap gibi geldi. Arka arkaya dizilmiş sloganlar gibi. Derinlik yok. Konusu din olan hesabını tutamayacağım kadar çok kitap, dinin tanımını yapmıyor. Bu da onlardan biri. Bu durumda yazarın dinden ne anladığını varsaymak zorunda kalıyoruz. Çünkü din, akademisyenlerin objektif olarak saptadıkları üzere son yüz, iki yüz yılda anlamı en çok değişen sözcüklerden biridir. Hatta sosyal bilimcilerin kimisi açıkça, kimisi örtülü olarak itiraf eder ki dinin "her din" için geçerli bir tanımı bile yapılamamıştır. Bu durumda "dinleri" topluca yargılamak havanda su dövmektir. Her bir öğretiyi veya toplumsal birikimi ayrı ayrı yargılamak gerekir. Yazarın Yahudi-Hristiyan kültürünün bir çocuğu olduğu bilgisiyle, isabetli bir okuma yapabilmek için başta Kitabımukaddes olmak üzere Yahudi-Hristiyan edebiyatıyla tanışık olmak gerekiyor. Dini ("dinleri") reddeden edebiyat da bu kültürün bir parçasıdır. Bu kitap bu edebiyat içinde ne öne çıkıyor, ne de geride kalıyor. Tipik bir "aydınlanma klasiği". Yani aklı önceleme iddiasında olan ama çoğunlukla açıklanmaya gerek duyulmamış kavramlar kullanılarak, kanıtlamaya gerek duyulmamış öncüllerden yapılan çıkarımlardan oluşan, akla hasret okurun hevesini kursağında bırakan bir başka örnek. Dini peşin olarak akılsızlığa denkliyor, sonra da dinden kurtulmanın akıllıca olduğunu söylüyor. Tevrat'ta Yehova'nın başka tanrılara tapılmasını yasaklamasını onun kıskançlığına veriyor (daha doğrusu Tevrat'ın sunduğu bu gerekçeyi sorgulamıyor), böylece tanrı ve tapma kavramlarını hiç anlamadığını belli ediyor. Bugün sosyal bilimcilerin bile kimisinin terk ettiği "önce animizm vardı, sonra çoktanrıcılık, sonra tektanrıcılık" hipotezine inanıyor. Bu ezber insan doğasına aykırıdır. Doğaya aykırı kuramlarla hiç kimse toplumsal sorunların doğru çözümlerine ulaşamaz. Kitaptan cımbızla çekebileceğimiz doğru bir kaç söz var elbette ama kuram kesinlikle yanlış. İnsanın özgür olmasının tek yolunun Tanrı'nın var olmayı sona erdirmesi olduğunu söylüyor. Bir teist olarak sonuna kadar hak veriyorum. Ama bu yanlış bir soruya verilen yanıttı veya yanlış bir öncülden doğan çıkarımdı. Doğru soru şu olmalıydı: İnsan özgür olmalı mıdır veya olmaya gücü yeter mi? İkinci bölümde doğa yasalarının bizi yaşattığını, dolayısıyla onların dışına çıkamamanın kölelik olmadığını söylüyor. Köleliğin varlığının bir sahibi gerektirdiğini söylüyor, bu yasaların bir sahibin elindeki aygıtlar olabileceği konusunu hiç tartışmıyor. Oysa Yahudi ve Hristiyan teolojisinde tartışılır bu. Kıyısına kadar geliyor ama ahlak yasalarının doğa yasalarından farkını açıklamıyor. Neden "kuvvet eşittir kütle çarpı ivme" yasasına uymak zorunda olmak beni aşağılamıyor ama "zina eden toplum dirliğini yitirir" yasasına uymak beni aşağılıyor? Buna yanıt vermiyor. Doğa yasalarının farkını onları insanın kendi keşfetmesi ve kimsenin yukarıdan ve dışarıdan ona dayatmaması olarak belirliyor. Din yasaları ise dayatılıyor. Burada ahlakla dinin farkını açıklamadığı için her aydınlanma düşünürü gibi işleri karıştırıyor. Çünkü toplumun ortak bir ahlakı olması gerektiğini kabul ediyor. Ama Tanrı'nın bu ortak ahlakı belirleyen bir üst kavram olduğunu anlayamıyor. Doğa yasalarıyla din yasaları (ki aslında ahlak yasalarıdır) arasında yaptığı bu sakat ayrımın sonucu şu olmalı değil midir: Bakunin hiç kimseye söz veremez ve hiç kimseyle sözleşme imzalayamaz. Çünkü bunları yaptığı anda bu sözleşmelerin yasaları ona dayatılacak. Çünkü hiç kimse koşullarını zorlayamayacağı sözleşmeleri tekrar tekrar yapmak istemez. Ahlak dediğimiz şey zaten toplumun iç sözleşmesidir ve bu her kuşakta yeni baştan yapılamaz, önceki kuşaktan aktarılmak zorundadır. Bu durumda Bakunin'in yaptığı ayrıma sadık kalabilmesi için sıfırdan, yeni baştan bir toplumsal ahlak üretmesi ve ardından o ahlakı benimsettiği ve paylaşacağı bir toplum yaratması gerekiyor. Üstelik ölene dek o toplumda hiç bir çatışma ve anlaşmazlık çıkmaması gerekiyor çünkü çıktığı anda yasalar haksız tarafa dayatılmak zorunda kalacak, yani Bakunin'in kaçındığı şey gerçekleşecek. Böyle anlatınca çocukça ve fazla basite indirgiyormuşum gelebilir ama yalın gerçek bu; anarşistler ve ateistler imkansızı talep ediyorlar. Evet, Tanrı var olmasaydı insan onu icat ederdi ama sömürmek için değil, kendisine başvurarak toplum sözleşmesini ayakta tutmak için. Kitap boyunca ilerleme dogması yeniden ve yeniden karşımıza çıkıyor. Aydınlanma düşünürlerinin ve bütün modern düşünürlerin bu inancına göre eski insanlar saçma şeylere inanan, bilimsel düşünemeyen aptal insanlardı. İnsanlar modern zamanda "olgunluk" çağına erdi, "aklı başına geldi" (İng. age of reason deyimi bunu anlatır).
Tanrı ve Devlet
Tanrı ve DevletMihail Bakunin · Öteki Yayınevi · 2016473 okunma
·
73 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.