Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

223 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
On Küçük Zenci
Okuması keyifli, kısa, bol parçalı bir kitabın sonunda bilgisayarımın başına geçtim bunları yazmak için. En baştan söylemem gerek bol bol kitabın içeriği hakkında konuşacağım, bu yüzden kitabı okumadıysanız, en başta bu yazımın devamını okumamanız gerektiğini belirtmem gerek. Fakat kitap, Agatha Christie'nin ne kadar zeki ve senaryolarının ne kadar gerçekçi, detaylı olduğu açısından; haddim olmayarak adının namını çok iyi yansıtan bir kitap olarak kalacak hafızamda. O yüzden kesinlikle okunmasını tavsiye edebileceğim bir gizem-polisiye romanı. Kitap, mektuplar alarak bir adaya U.N. Owen tarafından davet edilen, birbirlerinin yaşamlarına dokunmamış, birbirlerini şahsen tanımayan on insanın, Asker Adası'na farklı sebeplerle davet edilmesiyle başlıyor. bir tekne ile aynı saat ve aynı günde adaya ulaşan bu on insanın ortak noktası ise aslında hepsinin yasaların açık noktalarınca, kör karanlık noktalarınca sakınarak kendini kurtarmış olsa da bir suça iştirak etmeleri ve bir insanın canına mal olmaları. Bu adanın ve adadaki şaşaalı konağın sahibi Owen tarafından (kitabın ilerleyen kısımları hakkında bilgi vermek istemiyorum, ama bir acabanız olsun) bu suçun cezasını çekmeleri için çağrıldıkları anlaşılan bu on konuğun/suçlunun neler yaşadığı ve katili bulmaya, kendi canlarını kurtarmaya çalışırken, bilmecenin içinde nasıl sürüklendikleri anlatılıyor. Katilin kim olduğunu önceden tahmin edebilecek misiniz, tahmininiz doğru mu diye düşündürürken okuru da bir hayli zorluyor açıkçası. - SPOILER ALERT - Kitap aslında ilk sayfasında çok güzel bir "On Küçük Asker" tekerlemesiyle başlıyor ki, buraya da kendimce açıklayarak eklemek istiyorum. "On Küçük Asker yemeğe gitti, Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz." Daha kitabın ilk başındaki, kitap içi anekdotta Anthony Marston'ın ölümüyle ve bu dizelerle bağlantısıyla başlıyoruz kitaba. İki küçük çocuğun ölümüne sebep olan bir trafik canavarı olarak kendisinden bahsedersem yanlış olmaz. Acısız bir ölüm yaşamış olsa da, suçunun ne kadar büyük olduğunu okura bırakıyor aslında Agatha Christie. Bu karaktere çok aşina olamasak da, bu denli genç ve hayat dolu birinin küt diye ölmesi, oradaki diğer konukların psikolojisini anlamak açısından gerçekten önemli ve vurucu bir adım diyebilirim. "Dokuz Küçük Asker çok geç yattı, Sabah biri uyanamadı. Kaldı sekiz." Marston'ın ölümünü idrak edememiş konuklar için bu karakterin ölümü de çok büyük şok olmuyor açıkçası. Hala içine düştükleri durumu çok idrak edememiş, belki de idrak etmek istemiyor oluşlarını sürdürüyorlar fakat bu iki yakın ve kaza süsü çok kolay verilebilecek ölümler sonucunda nasıl bir oyunun içine düştüklerini anlıyorlar nihayetinde. "Sekiz Küçük Asker Devon'a gezmeye gitti, Biri geri dönemedi. Kaldı yedi." Aslında bu dizelerle bağlantılı olarak ölen karakterimizde gördüğümüz, onu bir başkasından ziyade, kendi vicdanının öldürdüğü. Kendi yanlışının o kadar farkında, suçluluk duygusu altında o kadar eziliyor ki, etrafındaki her gözün onu suçladığını düşünerek geçiriyor ömrünü ve belki de tüm konuklar içerisinde, şoku ilk atlatıp da ölüme kucak açan o oluyor. Ölümü ise bir kurtuluş olarak görüyor ki iç dünyasının sesinin artık ona ne kadar ızdırap verdiğini bu şekilde anlayabiliyoruz. "Yedi Küçük Asker odun kırdı, Biri baltasıyla kafasını yardı. Kaldı altı." Nedense ölümünün ben de ne bir şok etkisi, ne de bir üzüntü yarattığı bir karakter oldu kendisi. Bu tarz vefa duygusundan yoksun, içten pazarlıklı insanlardan her zaman nefret etmişimdir. Ve tabiri caizse tam olarak yediği kaba pisleyen bu karakter, bence çok daha acılı bir ölümü bile hak ediyordu. "Altı Küçük Asker kovanla oynadı, Birini yabanarısı soktu. Kaldı beş." Burada Agatha Christie'nin katil olarak yazılan karakterimize nasıl bir analitik, olayları birbirleriyle çok güzel iliştirebilen bir zeka ve yüksek bir hayal gücü verdiğini görebiliyoruz aslında. Ve yine bu dizelerle ilişkili olarak ölen karakterimiz, aslında toplumda sıkça rastladığımız karakterlerden birisi. Bana nedense "o saatte orada ne işi varmış, o da öyle giyinmeseymiş" diyen bazı gerçek hayat karakterlerini anımsattığı için, beni yine zerre kadar üzmeyen bir ölüm oldu. Aslında hiçbir karakterin ölümüne üzüldüm diyemem sanırım. "Beş Küçük Asker hukuka merak sardı, Biri yargıç oldu. Kaldı dört." Ve bu kısım beni en çok şaşırtan kısımdı sanırım. Başından beri şüphelendiğim karakterin burada ölümünü okuyor olmak, en başa dönüyoruz, o zaman katil kim sorusuyla baş başa bıraktı beni. Ki kendisinden pek hazzettiğim bir karakter olmasa da bütüncül, analitik bir zekaya sahip olması, olaylara büyük bir resme bakar gibi bakabilmesi, soğukkanlılığı beni karakterin katil olma olasığı en yüksek karakter diye düşündüren yan etmenlerdi. (ana etmenden henüz bahsetmemem lazım.) "Dört Küçük Asker denize yüzmeye gitti, Birini kırmızı balık yuttu. Kaldı üç." Yine beni çok şaşırtan bir ölüm değildi, aynı zamanda katil konusunda bizi bir şaşırtmacaya sürükleyen ölümlerden biriydi bu an da. Yine de bu şaşırtmaca, aslında tam olarak bir kişi üzerinde yoğunlaşıyor gibi görünüyordu. "Üç Küçük Asker hayvanat bahçesine gitti, Birini güneş çarptı. Kaldı iki." Ve burada katil olma ihtimali olduğunu en çok düşünmemiz, yazar tarafından itildiğimiz karakterin senaryodan çıkmasıyla birlikte, yine bir açmaza düşüyoruz. Burada yazar aynı zamanda yabanarısı dizelerindeki gibi bir metafor kullanarak, kendi hayal gücünün ne minik kırıntılarını seriyor önümüze. "İki küçük asker güneşte oturdu, Birini güneş çarptı. Kaldı bir." Sanırım dizelerden bir tık daha bağımsız bir gerçekleşen tek ölümdü bu. Yine de beklenmedik değildi, benim için en azından. Yine de yazar bizi son dakikaya kadar şaşırtmayı sürdürdüğü için, burada da bir yanıltmaca olduğunu söylemem gerek. "Bir Küçük Asker yapayalnız kaldı, Gidip kendini astı." Ve burada bence suçların en büyüğünü, soğukkanlılıkla ve korkunç bir şekilde işlemiş karakterin ölümüne şahit oluyoruz. Son dakikalarda bile odak noktasının vicdan azabından ziyade aşk acısı olması ise, bence bu karakterin uzun uzun konuşulabilecek, korkunç psikolojik sorunları olduğunun işareti. "Ve kimse kalmadı..." Ve tam olarak kimse kalmadıktan sonra, gerçek katil bir mektup dolayısıyla açığa çıktığında bir okur olarak ben de derin bir nefes aldım. Aslında "Scream" serisinin ilk filmini izleyenler bu senaryoya aşina olacaktır. Bu yüzden nasıl olup da böbyle bir senaryonun aklıma gelmediğini anlamıyor ve yazarın kalemi karşısında şapkamı çıkarıyorum. En başta, plak tarafından herkesin suçları okunurken, oklar bambaşka bir karakter üzerinde yoğunlaşırken bir durup düşünmüş, bu on kişinin, bu on ayrı suçun kimin tarafından bulunabileceğini düşünürken, aklıma yargıç ve polis karakterleri gelmişti. Bu iki karakter üzerinde yoğunlaşmış ama suçlar ve bu suçların bir cezası olması gerektiği üzerine bir senaryo kurulduğunu düşündüğüm için, asıl şüphelerimi yargıç karakteri üzerinde toplamıştım. Ceza vermekten, idam cezasından özellikle hoşlanıyor olması da şüphelerimi arttırmış, karakter özellikleri ile de neredeyse bir şüphem kalmamıştı. Ta ki ölüm sahnesine kadar. O kısmı okurken gerçekten şok oldum ve bize en baştan suçlu gibi gösterilen bir karakterin en son kalan iki kişiden biri olması beni üzmüştü açıkçası. Bu kadar beklendik bir senaryo beni hayal kırıklığına sürüklerdi. Fakat Yargıç karakterinin bu bir dizi cinayeti nasıl işlediğini ele alan mektubundan sonra, bir anda yargıç karakteri son kalan iki karakterden biri olsa ve bu şekilde kimin katil olduğunu öğrensek, bu son kadar beni büyülemeyeceğini düşündüm. İnsanın aklıyla oynayan bir yazar Agatha Christie. İsminin neden bu kadar anıldığını anlamak isterseniz bu kitabı okumanız yeterli. Başka kitaplarda görüşmek üzere.
On Kişiydiler
On KişiydilerAgatha Christie · Altın Kitaplar · 202132,2bin okunma
·
148 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.