Gönderi

Kimlik, Kişilik, Kendilik. Kendilik çok az kişiye nasip olur. Yorumda
***** Çoğu insanların gerçekten özgür olmayı istemediklerinin, çünkü özgürlüğün sorumluluğu gerektirdiğinin, çoğu insanlarınsa sorumluluktan korktuklarının ileri sürüldüğünü sık sık işitiriz. *****
Sayfa 80 - Remzi KitabeviKitabı okudu
··
1 artı 1'leme
·
812 görüntüleme
Yahya Saygan okurunun profil resmi
Göz retinasından, parmak ucuna, ordan aurasına kadar her İnsan biricik. İnsanı insan (Kendi) yapan Özgürlük insanın elinden alınınca; tek, yegâne, fert olarak yaratılan İnsan maalesef Parti, Cemiyet, Cemaat, Tarikat vb. Topluluklar içinde adeta tek potada eritilen yığına dönmekte. Güzel bir alıntı ile konuyu biraz daha açarsak; "İnsan “dünya içinde” bir tarih varlığıdır. Doğasıyla, kültürüyle, genetik kalıtımı, dili ve toplumsal varoluşuyla tarihseldir. Böylece de sonlu ve geçici varlıktır. Başka bir deyişle insan, dünya tarihinin belli bir kesitinde ortaya çıkar ve var olur. İnsan, bir yanıyla doğanın, diğer yanıyla da tarihin ya da zamanın çocuğudur." "İnsan yaşamı üç kavram üzerine inşa edilmiş gibi: Kimlik, kişilik ve kendilik kavramları. [Bu kavramsallaştırmanın patenti bilebildiğim kadarıyla Dücane Cündioğlu’na ait.] Buna daha bilimsel bir ifadeyle sosyoloji, biyoloji ve psikoloji de diyebiliriz. İnsan hayatının özeti bu üç kavram. Kimlik [sosyoloji] dışsaldır, dışımızdır, dışımızdadır, zahirimizdir. Etkilenen değil etkileyendir. Ünvanlar, lakaplar, rütbeler, makamlar, mevkiler kısacası “sosyal aidiyet” olarak tarif ettiğimiz her şey bu kategorinin içine dahildir. Nesnele yakın öznel bir açıdan bakınca bütün örf, adet ve gelenekler gibi dini inanış, yöneliş ve tercihlerimiz de umumiyetle bu dairenin içine girer. Yani sunulmuştur bize. Hazır bulmuşuz onları. Tıpkı dilimiz, ırkımız, muhitimiz [coğrafya] gibi. Bu anlamda insanın herhangi bir dini seçme olanağı yoktur, hazır bulduğu dini terk etme olanağı vardır sadece. Kimlik seçiminde en ufak bir tasarrufumuz yoktur bizim. İçine gözlerimizi açtığımız sosyolojik çevre ve unsurları bir aidiyet duygusuyla kuşatır bütün hüviyetimizi. Kimlik alınmaz, verilir. [cebri] Layık olalım veya olmayalım, hak edelim veya etmeyelim fark etmez. Auguste Comte “insan sosyal çevresinin çocuğudur” sözüyle kimliği insan yaşamının tek belirleyici unsuru olarak görür. Mabutlaştırır yani. Kimlikten çok daha acımasız ve katı bir yazgısı var kişiliğin. Huy, karakter, mizaç, zeka, ahlak, hafıza, hissiyat, dil, renk gibi doğuştan fıtratımıza yerleştirilen şeyleri temsil eder kişilik. Kısacası biyolojik olan tarafımızı. Kişilik de aynen kimlik gibi dışımızdadır, dışımızdır. Kazanılmış değil verilmiştir. Kesbi değil vehbidir. Sigmund Freud “insan içgüdülerinin çocuğudur” sözüyle kişiliği -Comte’nin tam aksine- insan yaşamının tek belirleyici unsuru olarak görür. Mabutlaştırır yani. İnsanın bütün kaderini sosyoloji/biyolojiye bağlamak ve bu ikisi üzerinden okumak ne büyük yanılgı! Ontolojik anlamda hiçbir kimlik diğerinden üstün [üst kimlik] veya aşağı [alt kimlik] olmadığı gibi hiçbir kişilik de diğerinden üstün [üstün ırk] veya aşağı değildir. İrade ve istem dışı verilen bir şey rüçhaniyet [üstünlük] sebebi olamaz çünkü. Bu manada insanların hepsi bir tarağın dişleri gibi eştir ve eşittir. “Dillerinizin [kimlik] ve renklerinizin [kişilik] ayrı ayrı olması O’nun ayetlerindendir” [Rum, 22] fermanından kimlik ve kişiliğin tamamen birer ihsan ve lütuf olduğu anlaşılıyor. Verilmiş [vehbi] olan bir şeyi üstünlük vesilesi yapmak ancak zalimlerin [zalumen] ve cahillerin [cehula] şiarıdır. Lübnanlı yazar Amin Maalouf’un bu konuyu işlediği o ölümsüz eserine “Ölümcül Kimlikler” [Les Identités Meurtrières] adını vermesi ne kadar manidar! Kendilik, -diğer ikisinin tam aksine- içseldir, içimizdir, içimizdedir, derunumuzdur. Bazen kendimizden bile gizlediğimiz en mahrem tarafımızdır. Bizi, biz yapan öz-benliğimizdir. Yunus’un “Ete kemiğe [kimlik/kişilik] büründüm Yunus [kendilik] diye göründüm” ile “bir ben var bende, benden içeru” dediği şeydir kendilik. “Allah sizin dış görünüşüze, kalıbınıza ve mallarınıza bakmaz ancak kalplerinizde taşıdığınız takvanıza bakar” [Müslim, Birr, 33] Hadis-i Şerifi kimlik ve kişiliğin “yarar”sızlığına buna mukabil kendiliğin “değer”ine işaret eder. Kendilik aşamasında başlar insanın o çetin imtihanı. Bütün var olma sancıları bu evrede cereyan eder. İnsan, bu geçitte insan olduğunun bilincine varır. Ne ki beşerilikten [kimlik/kişilik] insaniliğe [kendilik] irtifa edebilen yani bu çetin imtihanı başarıyla atlatabilen kişi sayısı bir elin parmakları kadar az. İblis, bu iki aşamayı geçemediği için kovuldu Rahmanın huzurundan. Kimliğe/kişiliğe takılıp kendisi olamadığı için. Çünkü kendini bilmek Rabbini bilmekten geçer. [Kendini bilen Rabbini bilir] Kendilik bilgisi bütün bilgilerin en yücesidir ama kendiliğin kendisi yetmez bir başına, uygun ve münasip bir mecra gerekir ona."
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.