Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bizzat Orhan, Kantakuzen ailesinin prenseslerinden biriyle evlenerek Bizans Hanedanlığına iç güveysi gitmişti. Evliliğin ardından prenses Türklerce Nilüfer Hatun diye adlandırılmış ve hızla büyüyen Osmanlı İmparatorluğu'nda epeyce fazla nüfuz elde etmişti; aynı zamanda evlilik hayatı boyunca Hristiyan dininin buyruklarını yerine getirmesine (hatta buna rağmen eskiden beri muteber Türk kadın vakıfları geleneği uyarınca Müslüman dini tesisleri [imaretleri] vakfetmesine de) izin verilmişti. Bu durum onun özellikle Orhan'ın o dönemde hâlâ çoğunluktaki Hristiyan tebaası tarafından tutulmasına yol açmıştı. Orhan'ın egemenliği de belirgin bir şekilde bunun sayesinde etkinlik kazanmıştı; Müslüman'la Hristiyan arasındaki çok yönlü bir evlilikti (ve bu Realpolitik'ten ibaret değildi: Kanıtlar bunun bir aşk evliliği olduğunu akla getirmektedir). Patrick Kinross durumu isabetli bir şekilde özetlemektedir: "Osmanlı Türkleri Avrupa'daki varlıklarını bu yolla bir köprübaşından daha fazlasıyla sağlamlaştırmışlardı. Bizans'ın düşmanları değil müttefikleri ve aslında akrabalarıydılar. Sultanları İmparator'un damadı, bir başkasının da kayınbiraderiydi; hatta komşu Bulgaristan çarının da kayınbiraderiydi." Osmanlıların çoğu Bizanslılara sonuna kadar sadık kalmışlardı: Bir Osmanlı şehzadesi (bir başka Orhan) 1453'te Konstantinopolis'i Fatih Sultan Mehmet'e karşı savunmaya yardım etmek üzere Türklerden meydana gelen küçük bir askeri birlikle beraber surların içinde yer alacaktı. Hem Osmanlıların hem de Hristiyan güçlerin birbirleriyle bu kadar kolayca ittifak etmeleri Kinross'u Türklerin Avrupa'ya girişlerini bir istiladan ziyade bir davet diye tanımlamaya sürüklemiştir. Keza Norman Stone da "1453 yılı bir fethi değil bir sentezi imler" demiştir".
Sayfa 114 - Ayrıntı YayınlarıKitabı okudu
·
38 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.