Türk'üm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türk'üm diyene!
Dolapları O'nun düzenlediği gibi, eşyalarına dokunmadan, yaşadığı sürece büyük bir özenle koruduğu kostümlerini, aksesuvarlarını, belgelerini aynı özenle saklayarak, yatağın "sol tarafına" asla geçmeden yaşıyorum. O varmış gibi… Öyle de yaşayacağım…
Eee! Öyleyse neden üzgünüm? Çok özledim, çok özlüyorum da ondan!… Yaşamak içime sinmiyor da ondan üzgünüm… O da görsün istiyorum, çocuklarının ne güzel şeyler yaptıklarını… O da alsın battaniyesini kanepeye uzansın istiyorum… O da çiçeklerin açtığını, köpeklerimizin büyüdüğünü görsün istiyorum… Günlük yumurta yesin, beyazı pişmiş, sarısı az pişmiş… Bizimle olsun istiyorum… Gitmesin… Filmlerinin televizyon kanallarında hâlâ seyirci bulduğunu, yirmi sene evvelki kadar keyifle seyredildiğini görsün… Telif hakkının hâlâ kabul edilmediğini bilsin… Yeni bir nesli daha kendine hayran bıraktığını fark etsin…
Ne O Malatya kültüründen vazgeçti, ne ben Afyonlu olmaktan… Bunu bilinçli yapmadık tabii Sadece bize uymayan şeylere özenmedik. İkimiz de aile yaşamını sevdiğimiz için orta bir yerde buluşabildik… Hayatı kolaylaştırdık birbirimize…
Bir öğrencimizin anneannesi aradı. "Gül Hanım, bizim temizlik işlerine yardım eden hanımın oğlu askerliğini yapıyordu. Geçen gün çok ağır hasta olarak Haydarpaşa Gata'ya getirilmiş. Hayatından ümit kesilmiş. 'Ne isterse yapmaya çalışın' demiş doktorlar… En çok istediği şeyin ne olduğu sorulunca, 'Şener Şen'i
Bir akşamüstü telefon çaldı… Antalya'dan arıyorlar… "Biz Antalya'da oturuyoruz. Çocuğumuz çok hasta… Şaban gelirse yemek yerim, ilaç içerim diyor… Nasıl görüşebiliriz?…" Telefon numarasını aldım… Akşam O'na anlattım. Dizi çekimleri olduğu için gitmesi imkânsızdı… Çok üzülmüştü… Hemen telefon etti… Çocuk O'nun sesini tanıdı… Konuşurken yüzünde derin bir acı gördüm… Gözleri doldu, çocuğun annesine her akşam arayacağına söz verdi… Bir ay kadar her akşam aradı… "Aç ağzını." "Köfteni al" "Bir kaşık da yoğurt ye." "ilacını yuttun mu?" Annesinin söylediğine göre akşamı sabırsızlıkla bekliyor, yemeğini yiyor, ilacını alıyordu çocuk… Bu telefon konuşmaları için çalışma odasına giriyor, sanırım kapattıktan sonra bir müddet yalnız kalmak istiyordu… Odadan çıkınca yüzü kıpkırmızı, gözleri yaşlı oluyordu… Bir sabah çocuğun annesi aradı… "Gül Hanım, Kemal Bey'e söyleyin, artık aramasına gerek kalmadı." Nasıl bir duyguydu bu?… Bir anda ne söyleyeceğimi şaşırdım… Sanki bir şeyler yapmalıydım… Ama ne?… Akşam O geldi… Biraz gecikmişti… Çalışma odasına doğru giderken, "Arama" dedim. "Neden, geç mi oldu?" "Yok, artık arama." Gözleri doldu… Oturma odasına gitti, kanepeye uzandı… Belli ki canı konuşmak istemiyordu… Akşam yemeği yemeden uyudu… Bu konu bir daha hiç açılmadı… Eminim her köfte gördüğünde telefon arkadaşını hatırlıyordu… Hiç görmediği çocuğa bağlanmıştı… Unutmadı son günlerine kadar…