Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

318 syf.
·
Puan vermedi
·
8 günde okudu
‘’Benim bildiğim ki insanoğlu sürgün muhacir bir yaratıktır. Bir kuşlar böyle muhacirdirler. Bir bu gariban insanlar.’’ Doğduğun yer miydi memleket yoksa doyduğun yer mi? Yedi ceddinin yattığı, soyunun var olduğu, Adem ve Havva’nın gönderildiği yer miydi? Bir yuva var mıydı gerçekten insan için şu yeryüzünde, burası benimdir diyebileceği? Dünyada belki de senden çok uzakta savaşlar olur, barış yapılır, kıyım olur, zulüm olur. Senden ne kadar uzakta da olsa kapı komşundur, yeryüzünün her bir köşesi. ‘’Bir tek insan acı çekiyorsa, bütün insanlar acı çekiyordur.’’ Dünya Savaşı bitmişti, büyük büyük devletler kendi aralarında barış sağlayıp kendilerinden çok uzaktaki halkların kaderine karar vermeye başlamışlardı. Çok uzakta bir yerlerde yaşayan yersiz insan için yer beğenemediler de adına mübadele dedikleri bir değiş tokuş ile Yunanistan’daki Türk ve Müslümanları Türkiye’ye; Türkiye’deki Rumları Yunanistan’a gönderdiler. Böylelikle herkes kendi evine mi gitmiş oldu? 1923-24 Türk-Yunan mübadelesi Türkiye’de uzun yıllar boyunca, neredeyse 1980’li hatta 90’lı yıllara kadar tarih ve sosyoloji alanındaki araştırmalarda görünmezliğini korumuştur. Aynı boşluktan edebiyat dünyası da mustariptir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde savaşlardan mübadeleye çeşitli nedenlerle bir buçuk milyona yakın Ortodoks Rum, Anadolu topraklarından Yunanistan’a göçmek zorunda kalmıştır. Mübadele sırasında, kısa bir zaman diliminde yarım milyona yakın Müslüman Türk, Yunanistan’dan getirilerek Anadolu’ya yerleştirilmiştir fakat bu insanlık dramına ilişkin yayınlarının sayısı -Yunanistan’ın tersine- Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmemiştir. Yaşar Kemal’in 1998’de Fırat Suyu Kan Akıyor baksana ile başlayan Bir Ada Hikayesi dörtlemesi edebiyattaki öncülerden biridir. Dört romanında geçtiği Ege kasabası bende –Balıkesir’de okumuş olmamın da verdiği bölgesel ve tarihsel bilgi ile- zeytinlikleri, taşları, sokakları ve deniziyle Cunda Adası izlenimi yarattı. Romanda adı Karınca Adası olarak geçen bu hayali ada adeta roman karakterlerinden biridir. Canlıdır, nefes alıp verir, tepkileri duygusal ve coşkundur. Yaşar Kemal 2002’de Cumhuriyet Kitap’ta dörtlemenin arka planının Alpay Karaçalı’ya şöyle anlatır: ‘’Bu romana çalışırken mübadeleyi inceledim. İki milyon insanın yerinden yurdundan edilmesi… Bunu yazmaya kalktım. Hiç de kolay değildi. En zor yazdığım kitap bu oldu. Konusunu 1973’te Abidin Dino’ya anlatmıştım. Abidin Bey ‘Bunun altından zor kalkılır Yaşar.’ dedi. Nereden gelmiş bu değiş tokuş fikri? Temellerini öğrendim.’’ Yaşar Kemal romanına çalışırken o yılların meclis zabıtlarını da gözden geçirmiş olmalı. Özellikle 1924 yılının Kasım ayında, Mübadele İmar ve İskan Bakanlığı’nın faaliyetlerinin ve akıbetinin tartışıldığı oturumlar, romancılar ve sinemacıları mübadele ilgili örnek olaylar ve ayrıntılar silsilesi sunar. Mübadele politikasının hiç de yolunda gitmediğini savunan milletvekillerinin önemli bir kısmı kısa süre sonra Cumhuriyet Halk Fıkrası’na muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası çatısında toplanır. TCS kapatıldıktan beş yıl sonra kurulan ikinci muhalefet partisi Serbest Fırka da mübadillerin hakkının yenildiğini dile getirdikçe eleştiri alacaktır. Serbest Fırka’nın lideri Fethi Okyar Bey’in şu sözü bile bölücülükle yaftalanmıştır: ‘’İktisadi hayatımızın mühim bir unsuru olan bu vatandaş kütlesinin (mübadillerin) meskeninden, tarlasından endişesiz ve istikbalinden emin olarak çalışabilmesini temin için fırkamız ciddi surette iştigal edecektir.’’ Recep Peker Bey’ de 1924’te tüzüğüne ‘’Muhacirler arasında birlik ve beraberliği temin etmek’’ hedefe koyan bir derneği bile vatandaşlar arasında ikilik yaratmakla suçlamıştır. Türkçe bilmeyen hala Helen dilinin lehçeleri konuşan mübadillerin örneğin Ayvalık ve Cunda‘ya yerleştirilen Giritlilerin, Pendik’e yerleştirilen Yanyalıların Türklüğünden şüphe duyanlara potansiyel tehlike arz ettiklerini ileri sürenlere hem mecliste hem basın camiasına rastlanır. Peyami Safa 1937’de bu insanlara ‘’ Rumca konuşan Müslüman hatta Hıristiyan Türkü, umumi yerlerde Türkçe konuşmazsa, bir şeyler, fena bir şeyler olacağını bilmelidir.’’ 1924 Kasım’ındaki meclis tutanaklarında açıkta kalan, çadırda, harabelerde, duvar diplerinde bekleşen, mezarlıklarda yatan, açlıktan sıtmadan kırılan binlerce mübadilin varlığından söz edilir. Bu insanlar iskan edilecek yer bulunamadığından kafileler halinde dama taşı gibi oradan oraya dolaştırılmaktadır. Mübadilleri sevk edecek bakanlık memurları yaşlı, tembel, beceriksiz kimselerdir. ‘’Ne olursa olsun, bir insanı toprağından koparıp almak, onun yüreğini koparıp almak gibi bir acı değil midir?’’ Karar verilmişti işte. Elde avuçta ne varsa satılıp ya da geride bırakılıp derme çatma sandallara, gemilere, takalara binerek hasta, aç ve yorgun yola çıkıldı. Ölündü de kalındı. Klasik bir Yaşar Kemal romanı olarak bir renk ve duygu cümbüşüdür adeta. Turuncusu, mavisi, sarısı, yeşili, tanyeri, menevşilenen denizi, kanatları yalım yalım yanan kelebekleri, turuncusu alev olan kedisi ile adeta canlı bir renk paleti olup sayfalardan taşıyor. Tarihi, doğası, renkleri, öfkesi, sevgisi, rengi, doğası ile baştan sona bir Yaşar Kemal romanı. ‘’İnsan sıcaklığı olmadan bu dünya böyle candan olamaz. İnsan gözleri bu dünyayı böylesine okşamadan, sevmeden bu dünya böyle güzel olamaz. Bu kokular, insanlar kokladıkları için böyle delicesine dünyayı doldurur, bu yıldızlar insanlar baktıkları için bu kadar parlaktırlar, bu denizler insanları sevinçten çıldırtmak için böyle menevşileşirler. Ve bu güzel dünyada, şu doğurgan topraktan, şu kokusu, rengiyle doludizgin açmış çiçekten, tanyerlerinin savrulan ışığından, insanın insanı kucaklayışından, öpüşten, sevinçten, sevdalardan, coşkulardan utanmadan insanlar birbirlerini öldürüyorlar.’’ Kitap adını Fırat Nehri’ne akan Yezidi katliamından alır. Özellikle bu romanda insan öldürmenin, insanı yaşatmak kadar zor olduğunun üzerinde duran Yaşar Kemal, Ada’ya gelen Poyraz Musa ve Ada’da saklanarak kalan Vasili üzerinden bu öğretiyi aşılar. Poyraz Musa, klasik bir Yaşar Kemal karakteridir. Kahraman, yakışıklı, korkusuz ve güçlü. Poyraz Musa’nın Sarıkamış Harekatı’nda, Çanakkale’de hatta Arap Cephelerinde çarpıştığı üzerinden savaşa dair bilgilerini ve fikirlerini sıralar Yaşar Kemal. Özellikle Sarıkamış için öfkesi de büyüktür. Yer yer Enver Paşa’ya söylenir. Poyraz Musa Ada’ya ayak basan ilk Türk’tür. Ada’da yerler satın alır. Poyraz Musa’nın arkasında bıraktığı sır dolu ve onu adaya getiren hikayesini ikinci kitapta okuyoruz. ‘’Sarıkamış savaşını görmemiş, yaşamamış insan dünyada hiçbir şeyi görmemiş, yaşamamış demektir.’’ Ada, aslına bakarsanız bütün Rumlardan temizlenmiştir ya da öyle sanılır ama Ada’da kalıp saklanan biri vardır. Ada sakini Vasili. Vasili olanları sindiremez ve ant içer: Ada’ya ayak basan ilk kişiyi öldürecektir. Ancak Vasili cesur bir karakter değildir, yer yer zaafları vardır, kararsızdır. Hayat bu ya Poyraz Musa’yı gördüğü an onu öldürmek için fırsat kollar ama Yaşar Kemal’in sonsuz sulh sevdası buna izin vermez. ‘’Bir insan bir insanın yüzüne baka baka onu kolay öldüremez. Bir insanın bir insanı öldürmesi kendisini öldürmesinden zordur.’’ ‘’Bu öldürme makinası insanoğlu, şu yeryüzünde önüne ne gelirse, kim çıkarsa öldürüyor, havada uçan kuşu, denizde yüzen balığı, öldürecek bir şey bulamazsa kendini öldürüyor.’’ Ada’da kalıp gitemeyen tek kişi saklanarak kalan Vasili Atoynatmazoğlu’dur. 1932 Şubat’ta gazetelerde yayımlanan bir haber Vasili’nin aslında gerçek hayattaki Vasili’lere dikkat çeker: ‘’Edremit Kuvayi Milliye tarafından istibdat edileli 10 sene olduğu halde, o zaman diğerleri gibi kaçmayıp Kazdağında bir ayı ininde saklanan Zeytinli köyünden Hıristiyan, civarda bulunan iki değirmenci tarafından tutulmuş ve Edremit’e getirilmiştir. Kendisinin söylediğine göre bu Hıristiyan, civarda bulunan iki değirmenden un, ekmek çalmak suretiyle karnını doyurmakta imiş. Bu adam Edremit’e getirildiği zaman saçı sakalı birbirine karışmış, tırnakları bir hayvan tırnağı kadar uzamış, üst baş perişan, velhasıl tam manası ile vahşi bir insan halinde olduğu görülmüştür. ’’ Bir diğer Yaşar Kemal klasiği ise kitaptaki kötü karakterimiz Kavlakzade Remzi’dir. Kavlakzade Milli Mücadele zamanlarında Yunan’larla işbirliği yapmış, dağa çıkmış, asker kaçağı olmuş ama savaşın kaybedileceğini anladığında halkın arasına karışıp savaş kahramanı rolü yaparak insanları kandırmıştır. Aslında herkes onun nasıl bir yalancı olduğunu bilir ama dedikodu yapmaktan öteye gidemez. Kavlakzade Ada’nın sorumlusu olarak gelenlere Ada’dan ev, arsa, yer satar. Poyraz Musa’ya yaltaklanır. Tam bir iki yüzlü kaypaktır. Aynı zamanda korka da biridir. Poyraz Musa’nın o vakur tavrından çok korkar. Önemli biri olduğunu bilmeden ona hürmet eder. Ada’ya gelen bir başka ana ve kritik karakter Lena Ana’dır. Ona iki çift laf etmezsem rahat edemem. Lena Ana belli ki yedi göbek Adalı. Onu alıp götürdüklerinde bu ata toprağından kopmak istemez de kendisini denize atar, yüze yüze Ada’ya gelir. Ada’ya yürekten bağlıdır. Dört oğlu vardır, dört oğlunun da Mustafa Kemal’in yanında savaştığını her fırsatta söyler. ‘’O yaban ellere kim gider? Aklı başında adam hiç bırakır da, başka bir yere, cennete de olsa, başka bir cennete gider mi? Duy bu konuştuklarımı Mustafa Kemal Paşa, olmaz ya, öyle bir delilik yaparsa bunlar, ben de gelir senin yakana yapışırım. Biliyor musun ben kimim, Çanakkale’de sen İngiliz gemilerini batırırken seninle birlikte o gemilere top mermisi atıp da bacalarının içine düşüren Akekonun, Tanasisin, Petrosun, Miltonun anasıyım.’’
Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana
Fırat Suyu Kan Akıyor BaksanaYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 20206,5bin okunma
··
1 artı 1'leme
·
1.349 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.