Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

168 syf.
7/10 puan verdi
Beyaz Gemi
Roman; Yazarı: Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov(1928-2008); Çevireni:Refik Özdek(1928-1995); Ötüken Neşriyat;164 Sayfa Cengiz Aytmatov'un Cemile adlı novellasını okumuştum daha önce, bir televizyon programında Yazar hakkında uzunca bir belgesel izlemiştim. Belgesel, Aytmatov'un ölümünden sonra çekilmişti. Vefat ettiğinde seksen yaşındaydı Aytmatov, Beyaz Gemi adlı bu romanını yazdığında (1970) 42 yaşındaymış. Başyapıtı ile anılmaz Aytmatov. Başyapıt denilebilecek eseri Cemile adlı kısa romanıdır. Cengiz Aytmatov adı geçtiğinde aklıma Cemile adlı bu romanı gelir. Romanı okumak isteyenler buradan sonrasını okumayabilirler: Beyaz Gemi romanı insanın, doğanın, iyilikle kötülüğün anlatıldığı bir eser. İyi insan roman kahramanı çocuğun dedesinde vücut bulmuştur. Dedenin adı Mümin'dir. Yazar çocuğa bir ad vermemiştir; iyi de yapmıştır zira romanı okuması muhtemel çocuklar roman kahramanı çocuğa özenip intihar etmeyecektir(!). Roman kahramanı olan isimsiz çocuk, her çocuk gibi hayalperesttir. Hepi topu üç ayrı ev vardır yaşadıkları bu ufak yerleşim biriminde; bu üç evde toplam yedi kişi yaşamaktadır. Dede, çocuk ve dedenin karısı aynı evi paylaşırlar. Orozkul karısıyla bir evde, işçisi Seydahmet ile karısı diğer evde yaşamaktadırlar. Kötü insan karakterindeki karakter çocuğun eniştesi Orozkul'da temsil edilmiştir. Orozkul ormanın kolcubaşılığını yapmaktadır; dede ile Seydahmet onun işçisidirler. Nedendir bilinmez Yazar dedeye "Kıvrak" lakabını takmıştır. Kıvrak canlı, hareketli, atik demektir Türkçemizde de bir dedeye verilecek en son lakaptır(!). Sanki özür mahiyetinde insanların dedeyi niçin "Kıvrak Mümin" diye çağırdıklarından bahseder Aytmatov eserin 14'üncü sayfasında: "(...) Kıvrak Mümin'in davetlilere hizmet etmesine kimse şaşmazdı. Hayatı boyunca taşıyacağı 'Kıvrak' lakabını onun için vermişlerdi ona. Böyle kıvrak, böyle hamarat olmasının suçu kendisindeydi." Bu açıklamaları okuduğumda şöyle düşündüm: Gazetecilik, yazarlık ve çevirmenlik yapmış olan rahmetli Refik Özdek Ağabeyimiz -ki Cengiz Aytmatov'un birçok eserini Türkçemize çevirmesiyle de tanınmış aynı zamanda- Kırgız dilinden çeviri yapıyorken bir ihtimal dedeye takılan lakabının tam karşılığını bulamamış olmalı ya da Aytmatov, kahramanı olan dedeye hem bir ad hem de san vererek, çocuk kahramanının isimsizliğini örtmek istemiştir. Dedenin bir adı olmasa da olurdu, bir sanı olmasa da olurdu. Dedenin bu lakabından dolayı, toplum içindeki davranışlarından epeyce bahsetmiştir Aytmatov. Romanda değil de bir hikâyede daha uygun olabilirdi böyle bir lakap ve özellikle 'Dede' eserin kahramanı olsaydı yakışırdı daha çok... Yok hizmet edermiş de, yok hamaratmış da...Hamaratın daha ziyade kadınlar için kullanıldığından ya Yazar'ın ya da Çevirmenimizin haberi yoktu zahir. Dede'ye hem "kıvrak" gibi tuhaf bir lakap takacaksın hemde onu tasvir ediyorken hanımlar için kullanılan "hamarat" sıfatını yakıştıracaksın. Ne gerek vardı diye düşündürttü beni bu lakap. Üstelik, çocuktan sonra ikinci sırada gelen bu roman kahramanı dedeyi beş sayfa boyunca tasvir etmekle uğraşmış Aytmatov: Dile kolay tam beş sayfa!.. Benzetme yapacağım ama gülmeyin(!): Tasvirin bokunu çıkarmış Yazar. Bu ne peki?: "Burnu ördek burnu gibi basık, hiç kıkırdak yokmuş gibi yumuşaktı." Eh, yani biri dedeni tasvir edecek,,, ona "kıvrak", ona "hamarat" ve ona burnu için bile olsa "yumuşak" diyecek ağzının payını verir misin, vermez misin? Arada sırada Yazar ile Çevirmen bir olmuşlar Kırgızca kelimeleri kitaba sokuşturmuşlar. Yahu bu eseri Türkçeye çeviriyorsun Sayın Özdek, ne gereği vardı sözlüklerde bile bulun(a)mayan kelimeleri araya sıkıştırmanın? Mecbur muyum Kırgızca kelimeleri anlamadığım hâlde okumaya? Gayretkeşliğin bu kadarına pes doğrusu! Meraklısı değiliz zorla yabancı kelime okumaya,,, dahası o kelimeyi anlamayabilmek için uğraşmaya. Bugün her ikisi de öteâleme göç etmiş olan Yazar ve Çevirmenimiz beni affetsinler aklıma bunları getirdikleri için. Tabii Aytmatov'a değil itirazlarım; kendisinin anadilinin Kırgızca olduğu biliyorum, asıl itirazım tercümede bu Kırgızca kelimeleri kullanan Çevirmen Refik Özdek Ağabeyimize. Aytmatov'dan af dilemem eserin bu hâle getirilmesinde emeği geçen herkes için geçerlidir. Eminim Aytmatov yaşıyor olsaydı bu konudaki serzenişlerime hak verirdi. Haa, Çok mu fazla bu Kırgızca kelimeler? diye aklına takacak arkadaşlar için söyleyeyim. Hayır, hiç fazla değil Kırgızca kelimelerin sayısı fakat benim bu tarz zorlamalara hiç tahammülüm yok galiba. Yaza yaza neler çıkıyor ortaya! Eh, düşünün artık sokakta, otobüste, metrobüste birbirine bay-bay diyerek vedalaşan insanları duyduğumda aklımdan geçenleri! Hele koca koca göbekli, kocaman enseli, koca başlı ağbilerin bay-bay diyerek vedalaşmalarını!.. Ah! Türkçemiz elden gidiyor,,, bizler öööylece bakıp duruyoruz. Bay-bay yerine hoşça kal, Allah'a ısmarladık diyemeyen bir millet olduk yahu! Geçenlerde bir anneyi duydum yolda,,, kucağında yeni yeni konuşmaya başlamış olduğu belli bebeğine: Bay-bay de babaya, bay-bay de babaya, diye zıplatıyordu çocuğu. İçimden "Kadın" dedim...O senin çocuğa söyletmek istediğin "bay-bay" değil "baş baş". Ne yapılabilir Türkçemize biraz daha duyarlı olabilmemiz adına diye soruyorum da işin içinden çıkamıyorum. Hele ki böyle bir devirde Türkçemize duyarlı olmak konusu -hepimiz adına konuşacağım!- kulağıma pek hoş gelmiyorsa da TÜRKÇE KONUŞALIM kampanyaları mı yapmak lazım? Örnek 'Kampanya': Yabancı kelime. İtalyanca. Fakat dilimize yerleşmiş; kullananı kimse yadırgamaz. Bay-bay öyle mi ya? Bir zamanlar "feminizm" dese biri, aklıma rahmetli Duygu Asena gelirdi hemen ve konu açılırsa: Tek derdimiz feminizm olsun yahu, derdim. Sanki hiç başka derdimiz kalmamış, başka dertlerimiz yokmuş gibi... Yemeye ekmek bulamıyoruz, ekmek bulsak katık bulamıyoruz da sıraya koysak kaçıncı sırada ırgalar feminizm bizi?!.. BEYAZ GEMİ adlı bu romanın konusuna gelince,,, eserin adı ile konusunun ilişkisini aradım taradım bir bağ buldum ben; bu Çocuğun eline bir dürbün alıp gölde görünen bir gemiye (evet: beyaz renkli) bakıp hayallere dalması şeklinde geçiyor. Örnek BEYAZ BALİNA diye ansa yanımda bir romansever, ossaat Moby Dick adlı balinayı, Kaptan Ahab'ı, Yazarı Hermann Melville'i, hatta şu an "Kuakuik" diye hatırladığım zıpkıncıyı gözümün önüne getirebilirim. SEFİLLER dese bir romansever, ben derhâl Jan Valjan'ı, Javert'i, Gavroş'u, Tenardiye adlı karı-kocayı gözümün önüne getirebilirim. Beyaz Gemi adlı bu romanı henüz okumama rağmen kahramanlar ya da beyaz bir gemi aklıma gelmiyor; gelmeyecek de sanki. Ana Maral geliyor aklıma. Bir Kırgız Destanı olmalı. Dede kendini Ana Maral soylu olarak tanıtıyor. Torunu olan çocuğa da böyle aşılıyor. Maral -bilmeyenler için- ne demektir derhâl yazıyorum: Dişi geyik anlamındadır. Efsaneye göre Buğu soyundan gelenler Ana Maral'a inanırlar. Bu Buğular bir zamanlar mutlu-mesut yaşıyorlarken düşmanları baskın yapıyor ve hepsini öldürüyor. Bu katliam esnasında köylerinden az ötede bulunan biri kız biri erkek iki çocuk kurtuluyorlar. Kısa kesiyorum...Sonradan Ana Maral diye anılacak bir dişi geyik bu iki çocuğa bakıyor, onları sütü ile besliyor. Gel zaman git zaman Buğular'ın zengin piçleri -piç tabiri bana aittir- bu geyikleri boynuzları için avlıyor ve mezartaşı yapıyorlar. Böylece atalarını yâd edeceklerini sanıyorlar. Bu geyikboynuzu mezar taşları pek beğeniliyor ve bu sefer geyik katliamı başlıyor. Buğuların yaşadığı bölgede tek bir maral kalmayıncaya kadar avlanmalarına devam ediliyor. Dede bir gün maralların geleceğine inanıyor. Üstelik bir gün üç geyik görür Dede; dere kenarına su içmeye gelmiş biri erkek, biri dişi biri de yavru bir geyiktir bunlar. Okula gidip torununu almaya geç kaldığı bir gün görmüştür bu üç geyiği. Torunu geç kaldı diye dedesine küsmüştür. Dede sevinçle geyikleri gördüğünü anlatır çocuğa. Henüz birinci sınıfına giden Çocuk derhâl dere kenarına gidip geyikleri görmek ister. Dede bir başka gün geyikleri görebilmesini sağlayacağına söz verir ve eve giderler. Çocuk üşütmüştür ve hastalanır...Ertesi gün Orozkul ile Dede tepelerden tomruk indirirlerken bir erkek, bir dişi bir de yavru geyik görüyorlar. Tomruğu satın alan öküz -bu tabir de bana aittir- geyikleri avlayıp ziyafet çekmek istiyor. Dede derhâl itiraz ediyor...Geyiklerin neredeyse kutsal olduğunu kabul eden bu iyi adam aynı zamanda soylarının devamını sağlamış olan Ana Maral'a âdeta tapmaktadır. Her fırsatta Çocuğa Ana Maral destanını anlatmaktadır. Dedenin zihnindeki Ana Maral nasıl mukaddes bir varlık ise çocuğun zihnindeki Ana Maral da âdeta koruyucu, kollayıcı bir mabuttur. Çocuk o gün hasta yatmaktadır ve ateşler içindedir. Kâh uyanır, kâh uykuya dalar. Dedesine eziyet çektirdiği için Orozkul'a kızmaktadır ve çocukları olmayan Orozkul'un bir evlat sahibi olabilmesi için Ana Maral'dan onlara bir beşik getirmesini dilemektedir. Uykuyla uyanıklık arasında bir tüfek sesi duyar. Uyanır nihayet ve bahçeye çıkar. Herkes telaşla sağa sola koşuşturmakta, havada bir et yemeği kokusu yayılmaktadır. Bahçede büyük bir kazan içinde et pişirilmektedir. Yerde bir yığın görür. Dikkatle baktığında bu yığının geyiğin derisi, geyiğin etleri, boynuzları olduğunu anlar. Gördüklerine inanamaz. Başına bir ağrı saplanır. Aklı almamaktadır...Dedesinin yanına gider. Dedesi ateşin başına çökmüştür ve garip bir hâldedir. Çocuk ne yapacağını bilemez. Tomruk almaya gelmiş olan -öküz- konuşmaktadır ve çocuk onu duyar. Duyduklarına hiç inanamaz. (İnsanın aklını yitirdiği bir bölümdür ve pek dokunaklı anlatılmıştır...) Maral'ı dedesi vurmuştur tüfekle bu -öküzün- adamın anlattığına göre. Öküz adam tam geyiği vurmak üzere hayvancağızın arkasına yaklaşırken Dede itiraz için hermen yanıbaşında gelmektedir. Geyik avlanamaz zira o Ana Maral'dır. Öküz adam Dedesine demiştir ki: Bak şimdi ben bu geyiği vuramazsam Orozkul çok kızar ama sen nişancısın, vurursun. Şayet ben geyiği kaçırırsam Orozkul da seni işten atar, ne yer ne içersin? Yaşlı adam işini kaybetmekten çok korkar; böyle bir şey olursa karısına ne der, ne yeyip ne içerler? Razı olur. Çocuk bunu duyunca oradan uzaklaşır. Hep bir balık olup beyaz gemiye kadar yüzmek ve o gemide çalışan babasını görmek istemektedir. Kimse onun dereye doğru uzaklaştığını görmez. Kendini bilmez bir ruh hâliyle dereye girer; akıntı şiddetlidir... S O N
Beyaz Gemi
Beyaz GemiCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 201870,2bin okunma
·
211 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.