Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

256 syf.
10/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Bu kitabı ikinci okuyuşum ama hala anlatmaya nereden başlayacağım hakkında en ufak fikrim yok. Ne desem, ne anlatsam bu kitabın bana hissettirdiklerini açıklamaya yetmeyeceğini düşünüyorum fakat sanırım kitabı tamamen anlamanız için önce Sylvia'nın hayatını anlatmalıyım. 27 Ekim 1932 Boston doğumlu olan Sylvia; Alman bir baba ile Avusturya asıllı Amerikan bir annenin iki çocuğundan ilki. Baba Otto Plath henüz Sylvia 8 yaşındayken hastalanır ve bir doktora danışmak yerine kanser hastası yakın bir arkadaşının semptomları ile kendi semptomlarını kıyaslayarak kendi kendine teşhis koyar. Hastalığının kanser olduğunu düşünür ve bundan son derece emin olarak kendini depresyona sürükler. İki yılın(?) ardından kanser sandığı hastalığın aslında diyabet olduğunu öğrenir fakat hastalık çoktan ilerleyerek kangrene dönüşmüştür ve aynı yıl içinde bu sebepten dolayı ölür. Sylvia'nın bir profesör olan babası katı ve otoriter biriydi, Sylvia çocukluğunda babasının gözüne girebilmek ve bir profesörün kızı imajının hakkını vermek için çok çalışırdı fakat babasıyla ilişkisi genel olarak sevgisizlik ve anlaşılmazlık olarak tanımlanabilirdi. Hatta babasıyla olan karmaşık ilişkilerini şiirlerinde de görebilirsiniz. Annesiyle olan ilişkisi de pek iyi sayılmazdı. Annesi hasta kardeşi Warren'a her zaman daha fazla ilgi gösterirdi. Sylvia'nın ailesiyle olan ilişkisini kısaca sevgisiz bir baba ve ilgisiz bir anne olarak yorumlar çoğu kişi. Çocukluğunda babasının gözüne girme isteğiyle başlayan mükemmel olma arzusu ne yazık ki babası ölmesine rağmen bitmedi. Onun bu bitmek tükenmek bilmez başarı açlığı bir yerden sonra onu tüketmeye başladı. İyiden iyiye bunalıma giriyordu. Bu bunalımda o dönem başvurduğu bir edebiyat okulundan red yemesinin de payı büyüktü tabi. Yazma yeteneğini kaybettiğini düşünmeye başladı, kendini tamamen dış dünyadan soyutladı. 1950 yılında, 18 yaşındayken annesinin uyku ilaçlarını içerek ilk intiharına kalkıştı fakat ölmedi ve özel bir kliniğe yatırıldı. ("Ama beni kefenden çıkardılar, tutkalla geri yapıştırdılar parçalarımı.") 1 senelik bir tedaviden sonra üniversite eğitimine geri döndü ve buradan onur derecesiyle mezun oldu. 1956'da Ted Hughes'la tanıştı ve tanışmalarından birkaç ay sonra da evlendiler. Ted, Sylvia Plath için çok önemliydi, onun fikrilerine ve duygularına daima önem verirdi. Plath onu, hayatında eksik olan erkek figürünün yerine konumlandırmıştı. 1959 yılında Sylvia ilk çocuğuna hamile kaldı ve İngiltere'ye taşınmaya karar verdiler. Çiftin ilk çocukları doğdu fakat araları açılmaya başladı. Ertesi yıl Plath ikinci çocuğunu düşük yaptı. “Parlamento Tepesi Tarlaları” da dahil olmak üzere birçok şiiri bu kaybı ele alıyor. Daha sonralarda açığa çıkan terapistine yazdığı bir mektupta ise Plath'in düşük yapmadan iki gün önce Ted'in onu dövdüğünü yazdığı ortaya çıktı. Bu düşük üzerine ikili beraber olanları atlatmak için bir tatile çıktı ve döndüklerinde (1962'de) Sylvia 2. çocuklarını doğurmaya hazırlanıyordu. Yine aynı yıl içerisinde İngiltere'nin Devon kentinde yaşayan Sylvia ve Ted ; Assia Wevill ve kocası David Wevill'ı bir hafta sonu geçirmeye evlerine davet ettiler. (başka kaynaklarda Assia ve David'in; Plath ve Ted'in komşusu ya da kiracısı olabileceği de iddia ediliyor.) Fakat bu davet bir dost buluşmasından çok, Assia ve Ted'in yasak ilişkilerinin başlangıcı oldu. Ted'in Assia'ya olan ilgisini farkeden Plath bunun üzerine büyük bir sinir krizi geçirdi. Evdeki tüm eşyaları parçaladı ve sonrasında hayatındaki ikinci intihar girişiminde bulunarak arabayı yolun dışına, nehre doğru sürdü fakat bundan da sağ olarak kurtuldu. Ted'in Assia ile olan ilişkisini bitirmek istememesi üzerine boşanma kararı aldı ve Londra'ya gitti. 1962-63 yılları arasında çocuklarına tek başına ebeveynlik yapmak zorunda kaldı ve oldukça zor zamanlardan geçti. O yılın aşırı soğuk olması sebebiyle kendisi ve çocukları sürekli hastaydı. Depresyon hâline eklenen hastalık bünyesini daha da yoruyordu. Doktoru Horder’ın hastaneye yatma tavsiyelerini reddetti ve antidepresanları kullanmayı bıraktı. Ev kadınlığı rolüne bir dereceye kadar içerlediğini tahmin ediyorum. Yazabilmek için bebek bakıcıları tuttu. Ted'in ebeveynlik görevini yerine getirmemesi onun daha da çabalamasını gerektiriyordu. Ve sonunda kendini ev işleri, çocukların hayatı ve yazma arasında tükenmiş bir halde buldu. Hayatın bir cilvesi olarak onun hayatının en çetrefilli dönemi aynı zamanda sanatının en parlak ürünler verdiği dönemiydi. Ve o kara tarih... 11 şubat 1963 tarihinde 3. kez intihar etmeye karar verdi. Yazdığı son şiir olarak bilinen ''Lady Lazarus'' onun ruh haline dair çok şey veriyor aslında. ''Ve ben gülümseyen bir kadınım. Henüz 30 yaşındayım. Kedi gibi dokuz canım var. Ve bu üç numaralı canım.'' ''Ölmek de diğer her şey gibi bir sanattır. Bu sanatı nasıl icra edeceğimi biliyorum.'' O gece çocuklarını uyuttu, yanlarına ekmek ve sütlerini bıraktı. Olası bir sızıntıya karşı çocuklarına bir şey olmasın diye odalarının penceresini sonuna kadar açtı ve odanın kapısındaki aralığı hava geçmeyecek biçimde bantla kapattı. Sonra mutfağa giderek birkaç uyku ilacı içti, fırının gazını açtı ve kafasını fırına sokarak intihar etti. İntiharı beni çok derinden etkiledi. Çünkü çoğu intiharın aksine bana sorarsanız o son nefesine kadar kurtarılmayı bekledi. Not olarak Doktor Horder'ı arayın yazarak bir numara bıraktı fakat o gün her gün tam zamanında gelen bakıcı işe geç kaldı ve geldiğinde her şey için çok geçti. Sylvia'nın hikayesi böyle, kitaba gelirsek baş karakterimiz Esther'in adı Ted'in onu aldattığı kadın Assia'nın 2. ismiyle aynı :) Kitap Esther'in bir moda dergisinin yaptığı yarışmayı kazanması üzerine New York'ta iş imkanı verilmesinin ardından gelişen olaylar ile gençlik romanlarını andıran bir tarzda başlıyor. Bu ilk kısımda karakterimiz Esther'in nasıl adım adım bunalıma düştüğünü görüyoruz. Bu kısımda sıkılsanız bile lütfen kesin yargıya varıp kitabı bırakmayın. Çünkü orta ve sonlara doğru asıl olaylar ve duygular patlak veriyor. Ester'in dengesiz ruh hâlleri ve bozulmuş psikolojisini ardından gelen tedavi sürecini okuyoruz. Sylvia okura duyguları o kadar geçirebilen bir yazar ki Esther'i okumadım, yaşadım resmen. Başta söylediğim gibi bu 2. okuyuşum ve ilk okuduğumda tıpkı Esther gibi bir buhrandaydım. O zamanlar bu kitabı okumak, yaşamdan aşırı derecede soyutlanmış ve ben hariç herkesin normal bir psikolojisi olduğunu hissettiğim bir dönemde bana ilaç gibi geldi. Depresyonu bilirsiniz, temeli anlaşılmamaktan gelir ve ben Sylvia'nın kalemini okuduğumda sanki kendimi okuyormuş gibi anlaşıldığımı ve yalnız olmadığımı hissettim. Bu 2. okuyuşum ve bu sefer sonunda ben Sylvia'yı anlıyorum. Sylvia anlaşılmadı ve sonunda kendi düşünceleri içinde boğuldu. Ama son anına kadar umudunu yitirmedi. Esther'in papazın onu kurtarabileceğini düşünmesi ve Sylvia'nın ardında aramaları için doktorunun numarasını bırakması onun aslında ölmek istemediğini gösteriyordu, o kurtarılmak istiyordu. Bu kitapta söylediği gibi öldürmek istediği şey bedeni değil hastalıklı duyguları ve düşünceleriydi. Ve fark ettiyseniz Sylvia Esther'in depresyon evresinde karakterin duygularını en ufak ayrıntısına kadar anlatırken tedavi süreci ve iyileşme evresindeki duygularına pek girmemiş, o kısmı daha yüzeysel anlatmıştı. Zira o dönem Sylvia depresyon evresini tekrardan iliklerine kadar deneyimlerken iyileşme evresini maalesef ki deneyimleme fırsatı bulamadı. Assia, Ted ve çocuklara ne olduğunu merak ederseniz; Sylvia Plath’ın intiharı daha sonra Assia Wevill’i de etkilemiş olmalı ki o dönem, 1963 yılında Ted'den olan çocuğunu aldırdı. Ted, annelerinin ölümünden sonra Sylvia'dan olma çocukları Frieda ve Nicholas’ı yanlarına aldı. Ted Assia'yı da defalarca kez aldattı. Ayrıca Assia, Ted'in ailesi tarafından kabul görmemesi nedeniyle oldukça stres içindeydi. En sonunda kocasının çocukların bakıcısıyla arasında bir ilişki olduğunu öğrendikten sonra Sylvia’nın yaşadıklarını tekrarladı. 1969’da 4 yaşındaki kızıyla birlikte kendisini mutfağa kilitledi. Uyku haplarını bir bardak su içinde çözerek içti ve kızına da içirdi, sonrasında da gazı açarak intihar etti. Ted mi, o yüzsüzlüğüne doymayarak bir kere daha evlendi :) Sylvia ve Ted'in oğulları Nicholas ise 16 Mart 2009'da 47 yaşındayken kendi canına kıyarak annesinin trajik yolunu izledi. Kızları Frieda Hughes, (hala yaşıyor ve 60 yaşında) bir sanatçı ve şairdir. Sylvia'nın hayat hikayesi hakkında binbir türlü bilgi dolaşıyor, en güvenilir olanları derlemeye çalıştım fakat bu yazdıklarım da yüzde yüz doğru diyemem. Her neyse, çok fazla konuştum. Manas destanı gibi uzamış metnime bakarsak sanırım bu kitap ve yazar hakkında konuşulacak hiçbir şey bırakmadım. Ama Sylvia'nın hikayesini bilerek okursanız emin olun kitap daha da anlam kazanıyor. Burada bitiriyorum. Huzur içinde uyu Sylvia.
Sırça Fanus
Sırça FanusSylvia Plath · Kırmızı Kedi Yayınevi · 201911,5bin okunma
·
111 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.