Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

YARIŞMAYI REDDETMEK
[...] Ömer İncelikli çayından bir yudum aldıktan sonra: — Sen de duymuşsundur, bir Azeri ateistinin şöyle dediği rivayet edilir: "Men özünü inkar edirem, sen sözünü delil getirisen." Seninki de o hesap. Ben yarışa katılmak istemiyorum, sen derece yapmanın getirilerinden bahsediyorsun. Yarışa girdikten, girmek zorunda olduktan sonra birinci olsan ne olacak ki!? Yarışmayı reddediyorum ben. — Vay! Çok etkilendim, diye çıkıştı Emre, paşamız yarışmayı reddediyormuş. Saçmalama oğlum, sen kimsin ki yarışmayı reddediyorsun!? Senden adam olmaz, boşa uğraşıyorum. Ne hâlin varsa gör! Ha, bir şey daha söyleyeyim mi? Yarışmayı reddettiğin falan yok senin. Korkağın tekisin, eziksin sen! Başarılı olacağını bilsen her yarışmaya katılırsın ama korkuyorsun. Üstelik sen girmediğini de düşünsen hep bir yarışın içinde olacaksın. Ben diyorum ki madem yarışmak zorundasın, neden üst sıralara çıkmak istemeyesin ki? — Tamamen haksızsın diyemem sana. Ama yine de bir yolu olmalı. Konu komşuya, eşe dosta fark atmaya çalışmadan da yaşayabilmeli insan. Başkası neyse de ben öyle yaşamak istiyorum Emre. Neden inanmıyorsun bana? — Peki, nasıl olacak bu, yarışa katılmaman nasıl mümkün olacak? — İnzivaya çekilmeyi düşünüyorum. Birkaç hanenin bulunduğu bir köyde de yaşanabilir belki. Bir yolunu bulabileceğimi düşünüyorum Emre. Çok düşündüm, çok hesap kitap yaptım. İhtiyaçlarımı en aza indireceğim öncelikle. Aslında düşününce çok az şeye ihtiyacımız olduğu anlaşılıyor zaten. — Nasıl yani, örnek verir misin? — Tabiî. Önce kendimize ortalama bir ömür belirliyoruz, tamam mı? Şimdi diyelim ki ben kırk yaşındayım, daha kaç yıl yaşarım ki? Otuz olsun, hadi kırk olsun. Yani o kadarı bile çok iyimser rakamlar ama varsın öyle olsun, en kötüsünü düşünelim yani uzun yaşayacakmış gibi hesap yapalım. Çünkü erkenden ölüverirsek zaten çabalamaya gerek kalmayacak, işimiz kolay olacak. Evet, gelelim hesap kitaba: Ben ömrümün geri kalanında kaç tane atlet, külot, gömlek, pantolon, çorap, kazak, kaban eskitirim ki? Sana cevap vereyim: Şu an sahip olduğum kıyafet, iç çamaşırı, gömlek, kaban, ceket, kazak, çorap, ayakkabı bile yeterli oluyor. Düşünebiliyor musun? Yamaya, ters yüz etmeye bile gerek kalmadan. Ki gerekirse bu yollara başvurabiliriz. Bir iğne ipliğe bakar. Evet, tekrar edeyim aşırı kilo alma durumu falan olmadığı sürece -ki beslenmemiz ona göre olacağından kilo alma durumu çok düşük bir ihtimal- elimdekiler rahat rahat yetiyor. Anladın mı? — Evet. — Gelelim diğer ihtiyaçlara. Kalem, defter, kitap, kap kacak, yatak, yorgan, yastık, çarşaf, battaniye gibi şeyler de rahat rahat yeter dostum. Halı, kilim, paspas, perde falan, aklına ne gelirse, rahatlıkla onlarca yıl, belki yarım asır götürür beni. Bardak çardak, kaşık, çatal, bıçak, tencere, tava... Anlıyor musun? Geriye ne kalıyor? Elektrikli ev aletleri, değil mi? Buzdolabı, çamaşır makinesi, süpürge, bulaşık makinesi... Bunların hepsi de zorunlu değil aslında, mesela süpürgeyi çıkartabiliriz, yani elimizdeki süpürge diyelim ki on yedi yıl sonra kullanılamayacak hâle geldi, yenisini almayabiliriz. Fırın işini de ocakla halledebiliriz. Bulaşık makinesi de aynı şekilde. Elbette yenisini alabiliriz, ama ben en kötü ihtimali düşünüyorum, yani beni zorlayacaksa ondan da mahrum kalabilirim, çok önemli değil. Anlıyorsun, değil mi? Alacak, yenileyebilecek durumum olursa zaten alırım yenisini. Yangın gibi olağanüstü bir durum olmazsa zaten elimdekiler epey götürür beni. En fazla bir çamaşır makinesi ve bir buzdolabı daha alırım. Onu da ayarlayacağım sonuçta. Parasını yani, ayarlayacağım. — Evet, devam et. Seni dinliyorum. — Ne diyordum? Nerede kaldık? — Buzdolabı, çamaşır makinesi... — Evet, onları hallettik mi? Hallettik. Sıra neye geldi? Cep telefonu, bilgisayar, değil mi? Bunları da çok itinalı kullanarak, mümkün olduğunca en az sayıda satın alarak... Mesela her birini onar yıl kullanarak üç tane bilgisayar ve telefonla otuz yılı çıkarırız, değil mi? Bence makul. Hadi dörder olsun... Bunları da bu şekilde hallettik mi? Ne kaldı geriye? Dur baştan alayım, daha düzenli ilerleyelim. Kılık kıyafet. Tamam. Mutfak araç gereçleri, elektriksiz olanlar. Tamam. Kanepe, koltuk, halı malı... Tamam. Elektrikli aletlerden bir buzdolabı ve bir çamaşır makinesi gerekiyor. Mevcutları eskittiğimizi düşünüyoruz. Bu da tamam. Dört bilgisayar ve dört tane de cep telefonu lazım. Söylemedik ama başta söylemeliydik. Evimiz var, kira mira olmaz zaten. Müstakil ve biraz arazisi mevcut. Oradan sebze meyve tedarik edeceğiz. Tavuk besleyebiliriz. Birkaç tane, neredeyse masrafsız, bahçede yayılacaklar... Belki birkaç tane de küçükbaş olabilir. İmkânlarımız ölçüsünde, anlıyorsun ya. Dur, böyle de olmadı, yazıya geçirelim, bir kâğıda not alalım. Aslında evde üzerinde çok düşünülmüş, güzelce hesap edilmiş notlarım, çizelgelerim var. Ama zararı yok, senin için hemen buraya da bir tane çizeriz. Çantasından bir A4 çıkarıp yazmaya başladı. Yazacaklarını önce seslendiriyor, sonra yazıyordu. Yazarken bazı kelimeleri okur gibi tekrar söylediği oluyordu: * Bahçeli, müstakil bir evimiz var. * Ev eşyaları tamam. * Kılık kıyafet tamam. * Bir buzdolabı ve bir çamaşır makinesi lazım olacak ileride. * Üç bilgisayar ve üç tane de cep telefonu lazım. — Hani dörder taneydi, dört demiştin? — Öyle demiştim, evet ama bence üç tane yeterli. Üçer tane yapalım, olur mu? — Peki, öyle olsun. Emre'nin bu sözünden, onun bu değişikliği pek kabul etmediğini düşünerek açıklama yapmaya kalktı: — Üç tane yeter Emrecim, gerçekten. Temkinli olayım derken abarttım yani dört diyerek. — Ok ok, sorun değil. Ömer bir şeyler ekleme niyetiyle kâğıda yeniden eğildi. — Aslında bir şey kalmamış, işte bunlar, diyerek kâğıdı Emre'ye yaklaştırdı. Kaleminin ucuyla da yazdığı maddeleri işaret etti. Tam o sırada: — Ha, evet, daha yiyecek, içecek meselesi var. Yakacak var, değil mi? Yakacak sorunum olmayacak Emre. Ilıman bir yere yerleşeceğim, odunla idare edeceğim. Bahçemdeki odunlar bile yeterli olacaktır diye düşünüyorum, olmazsa parasız odun temin edilebilir, köy sonuçta, dağın başı... Asıl önemli olan, vazgeçilemeyecek olan gıda. Gıdayı ne yapacağım? Dedim ya bahçemde birkaç tavuk olacak, onların yumurtasından ve etinden yararlanacağım. Belki birkaç koyun da beslenebilir. Süt, yoğurt, peynir, et ihtiyaçlarını halletmiş oluruz. Ama bundan emin olamıyorum, nasıl olur bilemiyorum. Yapabilir miyim, nasıl yaparım bilemiyorum. Çünkü çiftçi falan oluyor değiliz bu yaşama biçimini seçerken. Zaten saçma olur yani. Bir fark olmaz. Mümkün olduğunca çalışmayacağız biz, keyfimize bakacağız, sadece sevdiğimiz işleri yapacağız. Yani koyun işi şüpheli, kesin bir şey değil, olmayabilir. Tabiî olmazsa da süt, yoğurt, peynir ve et gibi, et derken kırmızı et, evet, et gibi çok önemli besinleri ne yapacağız. Pahalı da bunlar. Ama halledilebilir, hiç para harcamayacak da değiliz sonuçta. Aslında bu sırada evde kendisinin yaptığı çok ayrıntılı planlardan, hesaplardan bahsetmek istiyordu ama utandı. Bu denli ayrıntılı düşünmüş olmak boş bir işle uğraşmak gibi görülebilirdi. O ayrıntıları kendisine saklayıp şöyle devam etti: — Böyle olmayacak, dur şuraya ayrıntılı bir liste yapalım. Evet, baştan alıyorum. Ev tamam. Kılık kıyafet, ev eşyaları tamam. Gıdayı hallediyoruz büyük ölçüde. Sağlık sigortamıza gelelim. Evet, onu da… Emre artık Ömer’i takip edemiyordu. Arada bir evet dese de esneyip duruyor, başka şeyler düşünüyordu. Ömer'in sesi gittikçe uzaklardan geliyor gibiydi: — Sağlık güvencesi önemli… Evet, bunu nasıl yapabiliriz Emrecim? — Hı, ne dedin?
·
349 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.