Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Cennete Allah ı CC. Görecek miyiz ?
1. Allahu Teâlâ ahirette görülecek midir? İnsanın en kıymetli varlığı imanı ve itikadıdır. İtikadımızı batıl fikirlerden muhafaza etmeye çalışmak ve bu yolda gayret göstermek en önemli vazifemizdir. Çünkü ahiretteki saadetimizitikadımızın düzgünlüğüne bağlıdır. İnsanın yer ile gök arası kadar ameli olsa ama itikadı bozuk olsa, ameli ona fayda vermez. Madem itikad bu kadar önemlidir, o hâlde bizler itikadımızın delillerini öğrenmeye çok gayret göstermeliyiz. Bizler -elhamdülillah- Ehl-i sünnet'iz ve Ehli sünnet itikadına sahibiz. Lakin maalesef kendisine Ehl-i sünnet diyen birçok kişi ne itikadını biliyor ne de itikadının delillerini... — Neye inandığını bilmeyen nasıl Ehl-i sünnet olacak? — İtikadını hırsızlardan nasıl koruyacak ve nasıl muhafaza edecek? Bir kimsenin nazarında, itikada ait en küçük bir iman dersi kâinatın en büyük meselesi olmadığı müddetçe bu kişi hakikatten uzaktır ve itikadın önemini anlamamıştır! Evet, ben de biliyorum, fakirin yazdığı bir itikad dersini bazen sadece 100 kişi okurken,magazine ait bir videoyu yüz binler seyrediyor. Evet, ben de biliyorum, itikada ait dersler insanların nazarında kıymetini kaybetmiş. Evet, ben de biliyorum, bazıları bana, "Bu adam da ne anlatıyor? Böyle zor meselelere ne ihtiyaç var? Hadi gülelim, eğlenelim..." diyor. Bunların hepsini biliyorum. — Peki, bunları bilirken ve bizlere olan teveccüh de gayet az iken, ne diye bu kadar uğraşıyorum? Uğraşıyorum, çünkü yarın mahşer günü kimse yakama yapışsın istemiyorum. İnsanların beni Allah'a şikâyet edip, "Ya Rabbi, bu kulun biliyordu ama bize anlatmadı." demesinden korkuyorum. Yoksa ne insanların teveccühü ne de nam ve şöhret peşindeyim. Sadece Rabbimin rızası peşindeyim. Kendimi insanlara değil, Rabbime beğendirmek istiyorum. O razı olsa ve kabul etse, bütün insanlar reddetse kıymeti yok. Hem Allah'ın rızası ve sevabı, insanların kabulüne ve beğenmesi şartına bağlı değildir. Bazen insanlar beğenir ama Allah beğenmez; insanlar kabul eder ama Allah kabul etmez. Bazen de insanlar beğenmez ve kabul etmez ama Allah beğenir ve kabul eder. Bizler kendimizi sadeceAllah'a beğendirmek ve ona kabul ettirmek istiyoruz. İnşallah böyledir... Bu girizgâhtan sonra, şimdi gelelim konumuza: Konumuz, Allah'ın ahirette görülüp görülmeyeceği meselesi... Şia'nın itikatta mezhebi olan Mutezile'ye göre, Allah ahirette görülmeyecektir. Onlara göre,Allah'ı görmek mümkün değildir. Bizlerin itikadı olan Ehl-i sünnet itikadına göre ise Allah görülecektir. Demek, birisini, "Allah ahirette görülmeyecektir." derken işitirseniz, bilin ki bu kişi Mutezile'dir, Şia'dır ve sizi Mutezile yapmak istiyordur. Sakın bu kişiyi dinlemeyin veitikadınızı savunamıyorsanız hemen oradan uzaklaşın. İnşallah bu esere çalışır ve itikadınızı savunacak bir konuma da gelirsiniz. Bu eserde ilk önce Allah'ın görüleceği ile ilgili ayet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri nakledeceğiz. Daha sonra da Mutezile'nin sözde delillerine cevap vereceğiz. İnayet ve tevfikAllah'tandır. Rabbimiz bu eseri bizlere kolaylaştırsın ve bizden kabul etsin. Âmin. 2. "Şüphesiz onlar o gün Rablerinden perdelidirler." ayetinin izahı Allahu Teâlâ'nın ahirette görüleceğine dair birinci delilimiz Mutaffifin suresinin 15. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: كَلاَّ إِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ Hayır! Şüphesiz kâfirler o gün Rablerinden elbette perdelidirler. (Mutaffifin 15) Kâfirlerin Allah'tan perdeli olması, Allah'ı görememeleri ve Allah'ı görme nimetinden mahrum olmalarıdır. Kâfirler ahirette Allah'ı göremeyeceklerdir. Cenab-ı Hak mezkûr ayet-i kerimede, kâfirlerin kendisini göremeyeceğini beyan etmiş ve bunu onlara bir ceza olarak vermiştir. Şimdi sorumuz şu: — Eğer müminler de Allah'ı göremeyecek olsaydı Allah'ı görememenin kâfirlere tahsisi bir mana ifade eder miydi? Yani hiç kimse Allah'ı göremeyecekse niçin ayet-i kerimede, "Kâfirler Allah'ı görmekten mahrumdurlar." denilerek Allah'ı görememe kâfirlere tahsis ediliyor? Şimdi şunu düşünelim: Elinizde bir nimet var. Bu nimet hakkında şöyle deseniz: Bu nimeti falana vermem. — Bu sözünüzden bu nimeti diğerlerine vereceğiniz anlaşılmaz mı? Elbette anlaşılır. Zira eğer kimseye vermeyecek olsaydınız, "Falana vermem." diyerek tahsis yapmaz ve "Kimseye vermem." derdiniz. Sizin "Falana vermem." sözünüz, ondan başkasına vereceğiniz manasına gelir. Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ da ayet-i kerimede, "Kâfirler o gün beni görmekten mahrumdurlar." buyurmuş. Bu ifadeden anlaşılır ki: Kâfir olmayanlar yani müminler o gün Allah'ı görmekten mahrum olmayacaklar. Eğer müminler de mahrum olsaydı mahrumiyetin kâfirlere tahsisinin bir manası olmazdı. İşte bu sırdan dolayı İmam Şafiî Hazretleri şöyle der: — Allahu Teâlâ kâfirleri kendisini görmekten mahrum etmiş ve bunu onlara ceza olarak vermiştir. Demek ki en büyük itaat olan iman sebebiyle kendisini müminlere gösterecek ve bunu onlar için bir mükâfat yapacaktır. Sözün özü: Kâfirlerin ahirette Allah'ı görmekten mahrum olmaları ispat eder ki müminler bu nimetten mahrum değildir. Eğer müminler de mahrum olsaydı bu mahrumiyetin kâfirlere tahsisi bir mana ifade etmezdi. Kur'an'da ise değil manasız bir ayet, manasız bir harf dahi yoktur.
·
1 artı 1'leme
·
462 görüntüleme
Kalbivera okurunun profil resmi
6. Hz. Musa Allah'ı görmek istemiş midir? Allahu Teâlâ'nın ahirette görüleceğine dair beşinci delilimiz Araf suresinin 143. ayetidir. Bu ayet-i kerimede Hazreti Musa şöyle buyurmuştur: رَبِّ اَرِنِي اَنْظُرْ اِلَيْكَ Rabbim, bana kendini göster; seni göreyim. (Araf 143) Bu ayet-i kerimenin apaçık ifadesiyle, Hazreti Musa Allah'ı görmek istemiştir. Eğer Allah’ı görmek caiz ve mümkün olmasaydı Hazreti Musa bunu talep etmezdi. Hazreti Musa'nın bunu talep etmesi ispat eder ki Allah'ı görmek caizdir, mümkündür ve ahirette vaki olacaktır! Size şöyle bir soru sorsam: — Allah'ı en iyi kimler tanır? Herhâlde cevabınız şu olur: — En iyi peygamberler tanır. Çünkü onlar vahye mazhardır. Allah onlara zatını, bizatihi kendi tanıtmıştır. Bu cevabınız üzere şöyle sorsam: — Peki, peygamberler içinde Allah'ı en iyi kim tanır? Herhâlde cevabınız şu olur: — Peygamberler içinde Allah'ı en iyi ülü'l-azm olan peygamberler tanır. Evet, cevabınız doğrudur. Allah'ı en iyi ülü'l-azm olan peygamberler tanır ki Hazreti Musa onlardandır. — Acaba hiç mümkün müdür ki Allah'ı görmek caiz ve mümkün olmasın da Hazreti Musa bunu bilmesin ve Allah'tan mümkün olmayan bir şeyi istesin? Bu olabilir mi? — Yani -haşa- Hazreti Musa Allahu Teâlâ'yı Mutezile imamları kadar tanımıyor mu? — Mutezile imamları Allah'ın görülemeyeceğini biliyor da Hazreti Musa bunu bilmiyor mu? — Mutezile imamları Allah'ı ve sıfatlarını Hazreti Musa'dan daha mı iyi biliyor? Eğer Allah'ın görülemeyeceğine inanırsak, Hazreti Musa'ya cehalet isnadında bulunmak ve Allah’ın sıfatlarını bilmediğini kabul etmek zorunda kalırız. Herhâlde bunu kabul edene dedeğil mümin, insan bile denilmez! Netice: Hazreti Musa’nın Allah’ı görmek istemesi Allah'ın görüleceğine büyük bir delildir.
Kalbivera okurunun profil resmi
3. "O gün bir kısım yüzler parlaktır. Rablerine bakarlar." ayetinin izahı Allahu Teâlâ'nın ahirette görüleceğine dair ikinci delilimiz Kıyamet suresinin 22 ve 23. ayetleridir. Bu ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmuştur: وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ O gün bir kısım yüzler parlaktır. Rablerine bakarlar. (Kıyamet 22-23) Bu ayet-i kerime çok açık bir şekilde, "Rablerine bakarlar." ifadesiyle, müminlerin Allah'ı göreceğini haber vermektedir. Şimdi diyeceksiniz ki: — Ayet-i kerime bu kadar açık iken, Mutezile nasıl oluyor da Allah'ın görüleceğini inkâr ediyor? Mutezile şöyle diyor: — Ayette geçen نَاظِرَةٌ kelimesi "bakmak" değil, "beklemek" manasındadır. Dolayısıyla ayetin manası, "Rablerine bakarlar." değil, "Rablerini beklerler." şeklindedir. Rablerini de beklemek de onlara göre, Allah'ın mükâfatını beklemektir. Mutezile bu görüşünü ispat için, نَظَرَ kelimesinin "beklemek" manasında geçtiği ayet-i kerimeleri gösterir ve der ki: — İşte bu ayetlerde نَظَرَ kelimesi "beklemek" manasındadır. Kıyamet suresinde geçen نَظَرَkelimesinin manası da "bakmak" değil, "beklemektir". Ehl-i sünnet âlimleri Mutezile'nin bu iddiasına karşı der ki: Şu sebeplerden dolayı ayette geçen نَاظِرَةٌ kelimesi "beklemek" manasında olamaz. 1. Evet, Kur'an'da "bekleme" manasına gelen bir çok نَظَرَ kelimesi vardır. Ancak "bekleme" manasındaki نَظَرَ lafızlarının hiç biri اِلَى harf-i ceri ile kullanılmamıştır. Arap lügatında,نَظَرَ fiili اِلَى harf-i ceri ile kullanılırsa "bakmak" ve "görmek" manasına gelir. Bu ayette deنَظَرَ fiili اِلَى harf-i ceri ile kullanılmıştır. Bu sebeple "beklemek" manasına gelemez. Ey Mutezile mensupları! Eğer siz Kur'an'da, نَظَرَ kelimesinin اِلَى harfi ceri ile beraber kullanımında, "bekleme" manasına gelen tek bir ayet-i kerime gösterebilirseniz, biz sizin sözünüzü kabul edeceğiz. Bunu yapabilir misiniz? Hayır yapamazsınız, bize tek bir ayet bile gösteremezsiniz. Kur'an'da اِلَى harfi ceri ile kullanılan bütün نَظَرَ kelimeleri "bakmak" ve "görmek" manasındadır. 2. "Rablerine bakarlar." ayetinden bir önceki ayette, "O gün bir kısım yüzler parlaktır." buyrulmuş. Yüzlerin parlaklığı ifadesi, mükâfata mazhar olduklarını ifade etmektedir. Bu sebeple, bundan sonra gelen "Rablerine bakarlar." ifadesi, "Allah'ın mükâfatını beklerler." manasına gelemez. Zira onlar zaten mükâfatı almışlar; o hâlde beklemeye ne gerek var? Dolayısıyla نَاظِرَةٌ kelimesine "bekleme" manası verilemez. Bu kelimeye ancak "bakma" manası verilebilir. 3. Tefsirini yaptığımız, " O gün bir kısım yüzler parlaktır. Rablerine bakarlar." ayet-i kerimesi mümin kulları müjdeleme makamında gelmiştir. "Bekleme" manası müjdeye uygun düşmez. Bu sebeple de kelimeye "bekleme" manası verilemez. 4. Ahiret bir bekleme yeri değildir. Neyin ne olacağını bilmeyip beklemek dünyaya yakışır. Ahirette ise hakikatler bir anda vücud bulup gerçekleşecektir. Dolayısıyla ayetteki نَاظِرَةٌkelimesi "bekleme" manasına gelemez. نَاظِرَةٌ kelimesinin "bekleme" manasına gelemeyeceğine dair bu dört maddeyle yetinelim. Daha detaylı bilgiyi arzu edenler Fahreddin-i Râzî Hazretlerinin tefsirinden ilgili ayetin izahına bakabilirler. Râzî Hazretleri muhteşem izahlarıyla Mutezile imamlarını perişan etmiş.Allah ondan razı olsun.
Kalbivera okurunun profil resmi
4. İyi amel işleyenlere hüsna ve bir de ziyade vardır." ayetinin izahı Allahu Teâlâ'nın ahirette görüleceğine dair üçüncü delilimiz Yunus suresinin 26. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ İyi amel işleyenlere hüsna ve bir de ziyade vardır. (Yunus 26) Fahreddin er-Râzî Hazretleri, ayet-i kerimede geçen "hüsna" kelimesinin cennet, "ziyade" kelimesinin ise Allah'ı görmek manasında olduğunu şöyle izah eder: — Ayetteki "ziyade" kelimesinin Allah'ı görmek manasında olduğuna hem naklî hem de akli delil mevcuttur. Naklî delil bu husustaki hadis-i şeriflerdir. Mesela Hazreti Suheyb (r.a.)'dan nakledilen bir hadis-i şerif şöyledir: إِذَا دَخَلَ أَهْلُ الْجَنَّةِ الْجَنَّةَ يَقُولُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى تُرِيدُونَ شَيْئًا أَزِيدُكُمْ فَيَقُولُونَ أَلَمْ تُبَيِّضْ وُجُوهَنَا أَلَمْ تُدْخِلْنَا الْجَنَّةَ وَتُنَجِّنَا مِنَ النَّارِ فَيَكْشِفُ الْحِجَابَ فَمَا أُعْطُوا شَيْئًا أَحَبَّ إِلَيْهِمْ مِنَ النَّظَرِ إِلَى رَبِّهِمْ عَزَّ وَجَلَّ Cennet ehli cennete girdiğinde Allahu Teâlâ der ki: "Size ziyade olarak bir şeyi vermemi ister misiniz?" Ehl-i cennet der ki: "Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete sokup ateşten korumadın mı? (Yani bize bu nimetleri vermişken biz daha ne isteyelim.) Bunun üzerine Allah hicabını kaldırır. (Yani zatından perdeyi açarak cemalini gösterir) Onlara Rablerine bakmaktan daha sevimli hiç bir şey verilmemiştir. Bu hadis-i şerifi İmam Müslim, İmam Tirmizî, İmam Nesâî, İbni Mâce, Ahmed İbni Hanbel ve Ebû Dâvud gibi hadis ilminin imamları nakletmiş ve hepsi bu hadisin sıhhatinde ittifak etmiştir. Ayette geçen "ziyade" kelimesinin Allah'ı görmek manasında olduğuna dair başka hadis-i şerifler de vardır. Bu hadis-i şerifleri kendi başlığında işleyeceğiz. Râzî Hazretleri akli delili de şöyle izah ediyor: Ayetteki الْحُسْنَى kelimesi, başına harf-i tarifin gelmiş olduğu tekil bir kelimedir. Bu durumda, bu kelimenin daha önce bilinen ve geçen bir şeye hamledilmesi lazım gelir ki bu da دَارُ السَّلاَم terkibidir. دَارُ السَّلاَم lafzıyla cennet kastedilmiştir. "Dârüsselam" lafzından bütün Müslümanlar cenneti anlar. Dolayısıyla دَارُ السَّلاَم lafzına hamledilen الْحُسْنَى kelimesi cennet manasına gelemez. Bunun böyle olduğu sabit olunca, ayette bahsedilen "ziyade"nin cennetten başka bir şey olması gerekir. Eğer ziyade cennet olursa bir tekrar olmuş olur. Tekrar ise güzel değildir. Bu durumda geriye tek bir şık kalır ki "ziyade"den muradın Allah'ı görmek olmasıdır. Yine Râzî Hazretleri şu izahı yapıyor: Üzerine ilave olunan şey, belirli bir miktarla tayin edildiği zaman, ziyadenin o şeyin cinsinden olması gerekir. Fakat belirli bir miktarla tayin olunmamışsa, ziyadenin ondan başka bir şey olması gerekir. Mesela bir kimse, "Sana 10 kilo buğday ve bir de ziyade verdim." dese, bu ziyadenin buğday cinsinden olduğu anlaşılır. Fakat miktar tayin etmeksizin, "Sana buğday ve bir de ziyade verdim." dese, buradaki ziyadenin buğdaydan farklı bir şey olması gerekir. Ayette "cennet ve bir de ziyade" ifadesi vardır. Cennet ve içindeki nimetler miktarı belli olmayan şeylerdendir. Öyleyse söz konusu olan ziyadenin cennetten farklı bir şey olması gerekir. Bu farklı şey de Allah'ı görmektir. Kardeşlerim, ilmî bir mesele işledik. Böyle ilmî meseleler bazen bir defa okumakla anlaşılmaz. Metni bir defa daha okumanızı ve delili biraz daha tefekkür etmenizi tavsiye ediyorum.
Kalbivera okurunun profil resmi
5. "Onlar için bir nüzul olarak firdevs cennetleri vardır." ayetinin izahı Allahu Teâlâ'nın ahirette görüleceğine dair dördüncü delilimiz Kehf suresinin 107. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاً Şüphesiz iman edip salih amel işleyenler için -bir nüzul olarak- firdevs cennetleri vardır. (Kehf 107) Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede, firdevs cennetlerinin bir nüzul olduğunu beyan buyurmuştur. Nüzul: Asıl ikramdan önce yapılan küçük ikram demektir. Bir hükümdarın kendisine gelen misafirine, asıl ikramdan önce yaptığı ilk ikramdır. Şimdi sorumuz şu: — Cennetin en üst makamı olan firdevs cennetleri bir nüzul ise bu nüzule kıyasla bir asıl olmalıdır. Acaba asıl ikram nedir? Aklınıza asıl ikram olarak Allah'ı görmekten başka bir şey geliyor mu? Herhâlde gelmiyordur. Çünkü firdevs cennetlerinin üstünde, Allah'ı görmekten başka bir ikram ve ihsan yoktur. Cennet ve içindeki bütün nimetlerin bir nüzul olduğu Kur'an'da dört ayette geçmektedir. Bu nüzul ifadeleri ispat eder ki Allah'ı görmek haktır ve hakikattir. Bu makamda şöyle bir soru sorulabilir: — Kehf suresinin 102. ayetinde, cehennemin de kâfirler için bir nüzul olduğu bildirilmektedir. Peki, cehennem kafirler için bir nüzul ise onlar için asıl olan nedir? Büyük müfessir Fahreddin er-Râzî Hazretleri bu konuda şöyle der: — Kâfir için cehennemden başka daha büyük bir azap vardır. Bu azap kâfirin Allah'ı görememesidir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Hayır! Şüphesiz onlar o gün Rablerinden perdelidirler. (Yani Allah'ı göremezler.) Sonra onlar muhakkak o alevli cehenneme gireceklerdir." (Mutaffifin 15-16) Cenab-ı Hak bu ayetlerde, cehenneme girmeyiAllah'ı görememeden sonra zikretmiştir. Bu da ispat eder ki Allah'ı görememek cehennemden daha büyük bir azaptır. Dolayısıyla cehennem nüzul ise Allah'ı görememek asıldır. Demek, hem cennet hem de cehennem, sakinleri için bir nüzuldür. Asıl olan ise müminler için Allah'ı görmek, kâfirler için ise Allah'ı görememektir.
Kalbivera okurunun profil resmi
7. Vücud delili Allah'ın görüleceğini ispat eder. Allahu Teâlâ'nın ahirette görüleceğine dair altıncı delilimiz vücud delilidir. Vücud delili şudur: Bir şeyin görülme sebebi o şeyin var olmasıdır. Var olan şey görülür. Madem Allahu Teâlâ vardır, o hâlde elbette görülecektir. Görülmesi, varlığının bir neticesidir. İşte vücud delilinin özü budur. Allahu Teâlâ şu âlemi, kendisini bildirmek ve tanıttırmak için yaratmıştır. İmtihan sırrından dolayı kendisini göstermemiş, sadece isim ve sıfatlarının tecellisiyle kendisini bilmemizi murad etmiştir. İmtihan tamamlanıp imtihan meydanı kapandığında, elbette misafirleri hükmünde olan ehl-i cennete kendisini gösterecektir. Dünyada kendisini merak eden âşıklarınıcennette merak içinde bırakmayacak ve zatının güzelliğini seyir nimetiyle onları nimetlendirecektir. Bu, Allah'ın varlığının ve rahmetinin bir neticesidir. — Hiç mümkün müdür ki şu âlemi kendisini bildirmek ve tanıttırmak için yaratan Zat-ı Cemil, bilinmenin ve tanınmanın en kolay yolu olan kendini göstermeyi terk etsin ve zatını âşıklarına göstermesin? Bu mümkün değildir! Mutezile kendisini gösteremeyen bir Allah'a iman ediyor. Biz de Mutezile'ye soruyoruz: — Allahu Teâlâ kendisini niçin göstermesin? -Haşa- kendini göstermekten âciz midir? — Kendisini görmeye dayanacak bir fıtratı cennet ehline vermek Allah'a zor mudur? — Ebedî misafirlerini, kendini görmek gibi büyük bir nimetten niçin mahrum etsin? — Her varlık sahibi görülürken, vâcibu'l-vücud olan Rabbimiz niçin görülmesin ve görülemesin? — Bütün müminler cennette Allah'ı görme hayaliyle yaşarken, Allah müminlerin bu hayalini niçin gerçekleştirmesin? Soruları çoğaltmak mümkün. İşin özü şudur: Madem Allah vardır. Her var olanın görülebilmesi gibi Allah da görülecektir. Bu, Allah'ın varlığının bir neticesidir. İşte bu delile"vücud delili" denir.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.