Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

480 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
“NE KUTSAL, NE ROMA, NE İMPARATORLUK… SADECE BİR ALAY ALMAN” Voltaire
Yakın zamanlı bir Viyana seyahatinin de etkisiyle ne zamandır merak ettiğim, daha doğrusu anlamaya çalıştığım konulardı: Kutsal Roma İmparatorluğu ve Habsburglar. Martyn Rady’nin “Habsburglar” (Kronik Yayınları) kitabı bana istediğimi verdi diyebilirim. “Habsburg”lar (Ailenin sonradan sonraya sahiplendiği bu isim, bugün İsviçre sınırları içindeki Aare nehri yakınlarında yer alan ve aileye ait olan bir kaleden geliyor), bir hanedanın adı. Hanedanın 13. yüzyıldan itibaren, dağılışına kadar neredeyse kesintisiz yönettiği ana ve en meşhur ülke, Kutsal Roma İmparatorluğu (“Kutsal” kelimesi, imparatorluğun adına sonradan ekleniyor ve Hıristiyanca bir anlama işaret ediyor. “Roma” ise, tarihteki esas Roma İmparatorluğu’nun sözde devamı olmanın verdiği bir meşruiyete dayanıyor. Kuruluşu, Habsburglar’ın onu yönetmeye başladığı zamandan çok daha eskiye dayanan imparatorluk, bir Alman imparatorluğu). Bu imparatorluğun giderek genişleyen sınırları hemen hemen bugünkü Almanya (imparatorluğun merkezi), Avusturya, Çekya, İsviçre, Hollanda, Belçika ve Kuzey İtalya ile Fransa, Danimarka ve Polonya’nın bir kısmına denk geliyor. Ancak Habsburg hanedanının yönettiği topraklar Kutsal Roma İmparatorluğu’ndan çok daha geniş: Örneğin İspanya’yı (dolayısıyla onun 1492’den sonra sömürgesi olan koca Güney Amerika’yı) da Habsburglar’ın bir kolu yönetiyor. Hanedanın Avrupa’daki diğer mülkleri ve Asya’daki toprakları (Filipinler, Goa, vd.) da cabası. Yani üzerinde güneş batmayan ilk imparatorluk, Britanya’dan önce Habsburg İmparatorluğu. Ortaçağ’da (aslında I. Dünya Savaşı’na kadar) Avrupa’da meydana gelen hemen hemen tüm tarihî olayların sahnesini veya mühim bir parçasını mutlaka bu yapı teşkil ediyor (Haçlı Seferleri, İnebahtı Deniz Muharebesi, Protestan isyanı, Osmanlı’nın Viyana kuşatmaları, aslında küresel bir savaş da olan Otuz Yıl Savaşları, onun ardından gelen Vestfalya Barışı, Yedi Yıl Savaşları, Barok sanatının ortaya çıkışı, Coğrafî Keşifler, Güney Amerika yağması, vd., vd.). Her şeyden önce, uzunca bir zaman neredeyse tüm Avrupa onlardan soruluyor. İmparatorluğun ilk zamanlarından itibaren esas iktidarın imparatorlarda mı, yoksa papalarda mı olacağı üzerinden kopan fırtınalar dikkat çekici (Fırtınalar, sonraki yıllar içinde imparatorlar lehine diniyor). Ayrıca Osmanlılar’la da durmaksızın savaşıyorlar (Yani tarihî Türk-Alman dostluğu diye bir şeyden söz edilemez). Biliyoruz ki imparatorluklar, günümüzdeki devletlerden farklı bir yapıya sahipler. İmparatorluk çatısı altındaki topluluklar, merkezî iktidara ve kanunlara itaat etmeleri, asker ve vergi vermeleri şartıyla neredeyse bağımsız bir yönetime sahip olabilirler. Bu durum Kutsal Roma İmparatorluğu söz konusu olunca çok daha geçerli ve karmaşık bir hâl alıyor. Kökleri Franklar’ın imparatoru Şarlman’a kadar uzanan ve daha sonra Alman bir karakter kazanan Kutsal Roma İmparatorluğu, aralarında sonsuz bir statü hiyerarşisinin bulunduğu parçalara ayrılıyor. Tahtta, karmaşık bir sistemle (soy + seçim + papalık onayı) iktidara gelen bir imparator bulunmasına karşın, çok ama çok fazla sayıda “devlet” (krallık, grandükalık, dükalık, kontluk, konfederasyon, cumhuriyet, bağımsız şehir, vb., vb.), imparatorluk bünyesinde adeta kendi çalıp kendi oynuyor. Bu devletlerin kendi meclisleri, yasaları, orduları ve hatta dinleri var (Habsburglar Katolikliğin dünyevî ve uhrevî temsilcileri olsa da, onların güya yönettiği devletlerin birçoğu Luther’den sonra Protestan oluyor). Öyle zamanlar geliyor ki, bu devletler merkezî iktidara bile kafa tutup, onunla ve birbirleriyle savaşıyorlar. Veya karmaşık bir sözlü ve görsel sembolizmin yardımıyla ilahî bir kudrete sahip olduğunu iddia eden imparator bile, kanlı bir savaşı göze almadan, yönetimi altındaki devletlerin meclislerine ve örf-âdetlerine danışmamazlık edemiyor (Pek kanlı savaşların göze alındığı zamanlar da var elbette). Aynı konularda ondan sonra gelenler de hiç masum olmamakla beraber, Habsburg hanedanından olan ilk Almanya kralı Rudolf (I. Rudolf), asil elektörler tarafından Kutsal Roma İmparatorluğu’nun başına “seçilmeden” önce tam bir “soylu eşkıya”. Tarihte arzusuna erişmiş pek çok büyük adam gibi, bu kişi de zorbalık ve sahtekârlıkla, babasından devraldığı toprakları genişletiyor. Onun zorbalık nâmına neler yaptığı tahmin edilebilir. Sahtekârlık nâmına yaptıkları ise daha ilginç: Statünün belirleyici olduğu bir çağda kendi ailesinin soyunu ta Roma imparatorlarına kadar götüren “Kurucu” lakaplı Rudolf, hazırladığı sahte şecereler yardımıyla başka topraklar (devletler) üzerinde miras hakkına sahip olduğunu iddia ediyor ve “hak ettiğini” de alıyor (Sonraki Habsburg imparatorlarından birisi, Maximilian, soyunu Nuh Peygamber’e kadar dayandıracak, bunu kabul etmeyen üniversite teologlarını da tehdit edecek. Anladığım kadarıyla bu yoldan hak iddia etmek, Ortaçağ’da yaygın bir uygulama). Ayrıca Habsburglar’ın ilerleyen yıllarda giderek genişlemesinde, diğer hanedanlar ile yaptıkları evliliklerin çok stratejik bir yeri bulunuyor. Talih ve savaşların yanısıra bu evlilikler sayesindedir ki, Habsburglar topraklarına toprak, şanlarına şan katıyor. Hatta bununla ilgili şakacı bir söz de var: “Bırak savaşı başkaları yapsın. Sen, ey mesut Avusturya, evlen” (İspanya ve Bohemya’yı da evlilikler ve bu vesileyle düzenlen ünlü düğünler sayesinde ele geçiriyorlar). Elbette ki zaman akıyor ve Kutsal Roma İmparatorluğu da her konuda değişime uğruyor. Örneğin Habsburglar’ın İspanya kolu, İmparator II. Charles’ın kendi yerine geçecek bir erkek çocuğa sahip olmaması nedeniyle, Fransa’yı yöneten Burbon hanedanından V. Philip’e (Fransa Kralı XIV. Louis’nin torunu), yani bir bakıma Fransa’ya geçiyor (1700). Böylece Habsburglar’ın İspanya’yı yöneten kolu ortadan kalkıyor. Habsburglar’ın, merkezi Viyana olan Orta Avrupa kolu, bu nedenle bir dünya imparatorluğu olmak vasfını yitirerek yaşamını sürdürüyor (İmparatorluğa sonradan katılan Avusturya, yani Viyana, bitişine kadar Habsburglar’ın dünyevî ve aynı zamanda uhrevî başkenti). Bir başka olay, imparatorluğun Maria Theresia (Tarihteki aynı isimli diğer kadınlarla karıştırılmamalı) adlı bir imparatoriçe tarafından, hem de gayet becerikli bir şekilde yönetilmesi (Habsburg sülalesinin erkekleri tükenince, soyları bu kadın üzerinden ilerliyor). İmparatoriçenin ve onun oğlu II. Joseph’in yerleştirmeye çalıştığı, günümüz devletlerine özgü birtakım merkeziyetçi ıslahatları ve dinî hoşgörü politikasını da atlamayalım (Yine de belirtmeli ki, dinî hoşgörü de dâhil, hiçbir uygulama yüzde yüz gerçekleşmez, istisnasız değildir ve sonsuza kadar sürmez). Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi, burada da her imparator ayrı bir âlem ve başında bulunduğu imparatorluğa çağına göre kendi damgasını vuruyor. Bunların tümünü akılda tutmak, tıpkı imparatorluğun çatısı altındaki yönetim birimlerini ve onların kendi aralarındaki hiyerarşiyi akılda tutmak gibi, ayrı bir uzmanlık dalı… Derken, Habsburglar’ın düşman-komşusu Fransa’da ihtilâl kopuyor ve arkasından gelen Napolyon Savaşları bin yıllık Kutsal Roma İmparatorluğu’nun (kuruluşu 800 yılı olarak alınıyor) tarihe karışmasına yol açıyor (1806). Bunun üzerine Habsburglar’ın Kutsal Roma İmparatoru II. Francis, Avusturya İmparatoru I. Francis oluyor (Avusturya ve Avusturyalılar adlı “bağımsız” bir varlıktan ancak 1806’dan sonra söz edilebilir. Ondan önce Avusturya, doğal olarak, bir Alman imparatorluğu olan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun bir parçası). 1815 yılında Napolyon’un yenilmesi üzerine toplanan Viyana Kongresi’nin kararları doğrultusunda oluşturulan “Alman Konfederasyonu”, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun yokluğunu telafi etmek üzere kurulup, konfederasyonun önderliğinin kimde olacağı, ona patron olarak dâhil bulunan Avusturya İmparatorluğu ile Prusya Krallığı arasında 1866 yılında bir savaş nedeni oluyor. Savaşta yenilen Avusturya, Alman devletlerinin tümünü Prusya’nın hâkimiyetine bırakmak zorunda kalıyor (Bismarck marifetiyle 1871 yılındaki Almanya’nın Birleşmesi’ne giden yolun açılışı). Bundan böyle (I. Dünya Savaşı’na kadar) Habsburg hanedanı, Avusturya İmparatorluğu (1867’den sonra ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu) ile özdeşleşiyor (Avusturya-Macaristan’ın sahip olduğu topraklar: Bugünkü Macaristan, Çekya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Transilvanya, Kuzey İtalya, vd.). Kutsal Roma İmparatorluğu dağıldıktan sonra, onu oluşturan birçok devletin “Alman Konfederasyonu” çatısı altında bir süre daha Avusturya Habsburglar’ının himayesinde kalmaya devam ettiğini söylemiştik. Bu dönem aynı zamanda Avusturyalı meşhur diplomat Klemens von Metternich’in de dönemi. Napolyon Savaşları’ndan galip çıkan devletler, Avrupa’nın Fransız İhtilâli’nden önceki sözüm ona sakin, yani halkların monarşileri devirmek için ayaklanmadıkları zamanlarına dönmesi için uğraşıyorlar. Ancak cin şişeden çıkmış bir kere. 1848 yılı dolaylarında, bireysel ve milliyetçi özgürlüğün (o zamanlar yadırganan bir birliktelik değil) bir bileşimi olan taleplerini dile getirerek ayaklanmaya devam eden Avrupa çapındaki halklar nizam uğruna kanla bastırılıyorlar (İtalya, Almanya, Macaristan ve Çekya’daki ayaklanmalar, bunların en bilinenlerinden). Bu tür ayaklanmalar sonraki senelerde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sahip olduğu topraklarda da devam ediyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, hâkimiyeti altında tuttuğu çok farklı milliyetlerden toplulukların birlikteliğini, baskı (polisiye ve askerî tedbirler) ve ikna (Habsburg tacına duyulan bağlılık) yöntemlerini bir arada kullanarak sağlıyor ve bunda çok başarısız olduğu da söylenemez (Örneğin Macaristan’ın ayrılıkçılığını önlemek için iki devletli bir çözümü hayata geçiriyor. Adı üstünde: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu). Yine de imparatorluğun içinde bulunduğu durum, milliyetçilik çağında onu “Milletlerin Hapishanesi” şeklinde tasvir edilmeye müsait kılıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısı, pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda bilim ve sanat alanlarında ilerlemelerin kaydedildiği ve kamu düzeninde günümüze benzer uygulamaların görüldüğü yıllar (M. Rady’nin kitabındaki bu bölümde anlatılanları, S. Zweig’ın “Dünün Dünyası” kitabında anlatılanlarla karşılaştırmayı tavsiye ederim). Başta çok uzun yıllar kalan İmparator Franz Joseph (Viyana’da her yere kendisinin isminin verildiğini görebilirsiniz), imparatorluğun bu dönemine tam olarak damgasını vuruyor (Kendisini, hem iktidarda kaldığı süre hem de birtakım politikaları itibariyle Osmanlı’nın II. Abdülhamid’ine benzetmekten kendimi alamıyorum). Ayrıca Bosna-Hersek’te bir Sırp tarafından suikaste uğrayıp I. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan Franz Ferdinand, Franz Joseph’in yeğeni. Osmanlı İmparatorluğu’yla müttefik olduğu I. Dünya Savaşı’nı uzun zaman götürebilen, yine de çok başarılı hamlelerde bulunduğu söylenemeyecek olan Habsburglar’ın son devleti Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, savaş sonunda tarihe karışıyor (i. Dünya Savaşı ile ilgili bilmemiz gereken en önemli şey, onun çıkmak zorunda olmadığıdır). Dolayısıyla Habsburg hanedanı da öyle… (Hanedanın yönetimdeki son üyesi Karl I, sürgüne gönderiliyor). Hanedan üyelerinden, sonraki yıllarda modern kimlikleriyle çeşitli sahalarda popüler olanlar var. Ancak hepsi o kadar (Macaristan yönetimini ele geçirmeye çalışmak gibi, cılız kalan birkaç siyasî girişimi saymıyorum)… Yukarıda anlattıklarım eksik ya da hatalı olabilir. Doğrusu Habsburglar’ın ve onların vücut bulduğu devletlerin karman çorman izlerini lâyıkıyla sürmek, dahası bunu bir hobi olarak akılda tutmak kolay değil. Yine de konunun uzmanı olmaya meraklı bulunmayan bir okuyucuyu temel bir seviye için tatmin etmeyi başaran Martyn Rady’nin “Habsburglar” kitabına müteşekkirim.
Habsburglar
HabsburglarMartyn Rady · Kronik Kitap · 202164 okunma
·
155 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.