Gönderi

Yıldız Tasarımları: Türklerin eski dönemlerde sahip oldukları astrolojik bilgiler sınırlı olsa gerek. Sibirya ve Kuzey Moğol metinlerinde sadece çok sınırlı sayıda gök cismi tanımlanmaktadır: —»Ay, güneş —»Kün, Venüs —»Erklik, —»Ülker. Gökcisimleri önceleri yultuz olarak adlandırılırken, bu isim daha sonra Yıldız'a dönüşmüştür. Sembolik 7 ve 9 sayılarıyla, onlardan türetilen 17,19, 27 ve 29 sayılan ve onlu katlan olan 70 ve 90 sayılarının taşıdığı önem ve bu sayıların sistematik kullanımı, ayrıntılı bir gezegen kuramının varlığına işaret etmektedir. Kesin olan, tarihin sayfalarında yer almaya başladıklarından beri Türklerin kozmik bir sisteme sahip olduklarıdır. Onlara göre bu sistem 7 ya da 9 gezegenden oluşmaktaydı. Bu gezegenler aynı zamanda dinsel bir rol üstlenerek, toplumların ve bireylerin yaşamım etkilemekteydi. Ayrıca dinsel törenlerde, belli bir merkezin etrafında dönme eylemiyle sıkça karşılaşılmaktadır. Bu eylemlerde, duruma bağlı olarak ya güneşin hareketi ya da geceleyin gökyüzündeki cisimlerin bariz hareketleri taklit edilmektedir. Bu 7 ya da 9 gezegen veya gök cismi, bir bütün olarak etkili olduğunda, her biri ayrı ayrı ele alınabilmekte ve sınıflandırılabilmekteydi de. Ülker, yılı iki büyük zaman dilimine bölmeye yarıyor ve büyük olasılıkla beraberinde iyi ve kötü mevsimleri getirdiğine inanılıyordu. Erklik (Venüs) heybetli bir savaşçıydı, ancak bu yıldızın nasıl bir rol üstlendiğini bilemiyoruz. Güneşi ve ayı ise, Çince metinlerde ve yazıtlarda sıkça değinildiklerinden, daha iyi biliyoruz. Bu metinlerde, görünen o ki metafizikle ilgilenilmiyordu, ölüler ise güneş ve ayı şahit gösteriyorlardı. Eski Türk yazıtlarında, güneş ve ayın ortaya çıkışı, onların "doğdukları" anlamına gelmekteydi (toy-). Elegeş Yazıtında ölü şöyle der: "Mavi gökyüzündeki güneş ve aydan ayrıldım." Begre Yazıtında ölü, "Güneş! Ay! Yolumu yitirdim!" diye seslenir. Keçili Çobu Yazıtında ölü, "Ey, mavi gökyüzündeki güneş ve ay, altmışımda yolumu yitirdim!" der. Barlık III Yazıtında ise ölünün, "Güneşten yeterince faydalanamadım..." diye hayıflanmasının ardında olağanüstü bir şey olmalı. Çinliler, Hiung-nularda da olduğu gibi güneş ve ay kültüne dikkat çekerler. Onlara göre, T'u-küe kağanları güneşe duydukları hürmetten ötürü, çadırlarının girişlerini doğuya bakacak şekilde kurarlar. Ya da güneşin sembolik gücüne yakarırlar. Keşfe çıkmak için dolunayı beklerler. 11. yüzyıldan itibaren, özellikle Müslüman yazarlar sayesinde, ayrıca sayıları gittikçe artan ve günümüze ulaşan sözcükler sonucu bilgiler artar. Görünen o ki, ay ve güneş birlikte öncelikli konumlarını muhafaza ediyorlar. Ay ve güneş, İslamlaşma yolundaki monarşilerde krallık arması olur. "Kral tıpkı güneş ve ay gibi parlıyor" der Kutadgu Bilig; ve Anadolu'daki Selçuklu yapıtlarında, bir insan sureti ile bezenmiş ay ve güneş resimleri kemerlerin köşe taşlarını süslemekteydi. Kaynaklara göre ay ve güneş kültü, "onlara tapınmak" birçok Müslüman yazar tarafından belirtilmektedir. Yazarlar, başka gök cisimlerine tapınıldığını belirtmekteyse de, ay ve güneşe tapınmaya daha sık rastlanmakta ve de vurgulanmaktadır. Makdisi, Türk halkları arasında güneşe tapınıldığını işitmiş, ancak bu halkların hangileri olduğunu pek çıkaramamıştır. İdrisi, Kimeklerin güneşe tapındığını bilmektedir. Hudud al-'alam, Çiğillerin güneşe ve yıldızlara tapındıklarından bahseder: Bu konuda Yakut da benzer bir görüşe sahiptir. Ona göre bu yıldızlar Canopus, Satürn ve İkizlerdir. Yakut ayrıca, Sirius'un onlar için efendilerin efendisi olduğunu belirtmektedir. Kırgızlarla bağlantılı olarak Yakut ayrıca, Satürn ve Venüs'e tapınıldığından, Mars'ın zararlı etkisinden, güney yönündeki dualardan ve Tokuz Oğuzların batan güneşe ettikleri dualardan bahseder. Bu bağlamda Yakut'un verdiği verilerin açık seçik bir gelişmeye işaret ettiğini belirtmek gerekir, çünkü artık doğmakta olan güneşe karşı duyulan saygıdan söz edilmiyor, aksine en yüksek noktasına ulaşmış ve batmakta olan güneşe tapınıldığından bahsediliyor. Abul-'l-Fida' tarafından zikredilen Ibn-Sa'id, Kumanların astroloji araştırmalarıyla uğraştıklarını ve yıldızların etkisine inandıklarını anlatır. Ayrıca, yıldızlara tapındıklarını ekler. Bunların pek çoğunun antik dünyadan ödünçleme alındığı şüphe götürmez. Astroloji bilimine büyük önem veren ilk yapıt olan Kutadgu Bilig'de yer alan astrolojik bilgiler Yunanlılara aittir. Buna rağmen, hiç de ilgi çekici olmayan bir alan dilinde bazı ifadelere rastlarız ki, bunlar Türk dünyasında güncelliğini koruyan asıl ya da sıradan kavramları karşılamaktadır. Kâşgarlı Mahmud'un sözlüğü ve aynı şekilde Kumanca ve Kıpçakça lügatçeler ilginç bir söz varlığı sunmaktadır. Venüs, eski adı olan Erklik'i yitirmek suretiyle asıl niteliğini de kaybeder ve ışık yıldızı, yaruk yıldızı (Lu-zifer), sonra da şüphesiz „ışıyan", „parıldayan" anlamındaki Ğolban oluverir; sonraları bu sözcük Farsça kökenli olan Ğoban „çoban" sözcüğü ile karıştırılmıştır. Mars „bac]ir sogum"d\ıv, „bakır ok ucu". Büyükayı Ğeti Kan'dir, „yedi kağan". „Birbirleriyle anlaşan kahramanlar" Âran Tüz, Kutadgu Bilig'e göre Jüpiter, Kâşgarlı Mahmud'a göre Terazi'dir. Artık hayvanlar da gökyüzünde görünmeye başlar. Bunların en eskisi olan ve Jüpiteri temsil eden „kara kuş"un (kartal?) yanı sıra Sirius'un yerine „ak aygır'ı, Küçükayının iki küçük yıldızı yerine iki boz at'ı görmekteyiz; Aldebaran takımyıldızı olarak veya boğa burcunun yıldızı olarak yağır sıgın'ı, „yaralı boğa"yı görmekteyiz; nihayet atların bağlandığı „demir kazık'ı görmekteyiz. Bu, bir demir kazığa bağlı bulunan sürü gibi, etrafında yıldızların döndüğü bizim Kutup Yıldızı'ndan başkası değildir. Saman Yolu „Kuş Yolu" olarak adlandırılmaktadır. Belki de bunun nedeni, kuş biçimindeki ruhların göğe yükselirken kat ettikleri yoldur.
·
70 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.