Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

214 syf.
·
Puan vermedi
Adı Şafak Yıldızı Gibi Parlayan Mustafa Kemal!
"Türkiye'nin karanlık semasında Mustafa Kemal adı bir şafak yıldızı gibi parlıyor." (Sf. 75) "— Biliyorum beyim sen de onlardansın emme. — Onlar kim? — Aha, Kemal Paşa'dan yana olanlar... — İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa'dan yana olmaz?" (Sf. 152) Köy insanı ağaçtan hayvana kadar hep menfaat bekler. "Bu ağaç ne ağacı?" diye sorar önce. Sonra meyvesi var mı, merak eder. Ve sonunda verdiği cevap çarpıcıdır: "Neden meyvesi olmayan ağaç diktiniz ki?" Ona göre meyve vermiyorsa, karnını doyurmuyorsa faydasızdır ki köy insanı faydasız şeyi sevmez. Bu yüzden kedileri de sevmezler genelde. Ne eti vardır ne sütü; bir köpek de değil ki korusun. Ne faydası var? Fayda yoksa sevgi de yoktur ona. Köpekleri de sevmezler aslında. Koruyucu bilirler yalnızca. Etinden sütünden faydalandıkları hayvanlarını korusunlar diye tutarlar yanlarında. Menfaatçidir yani köy insanı. Doğadaki hiçbir şeyin boşuna var olmadığını, bir sineğin bile doğanın dengesini korumada bir görev üstlendiğini ve doğada faydasız hiçbir şeyin bulunmadığını bilmezler. Küçük düşünürler onlar. Büyük düşünmeyi, bütünü görmeyi öğreten olmamıştır onlara. Peki onları suçlayabilir miyiz? Çocukluğundan itibaren bütün hayatını güneşin bağrında, tarlalarda, ovalarda, yahut hayvan bakmakla geçiren ve hayatı bundan ibaret sayan, başka bir dünyanın kapılarını aralamaktan yoksun kalmış, kendi küçük, cefakar dünyasına tıkılıp kalmış bir insanı suçlayabilir miyiz? Onları düşünen kimse olmadığı için belki de bu kadar bencil ve menfaatçi oldular. Yakup Kadri'nin de bu canım eserinde yazdığı gibi: "Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehâletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin?" (Sf. 111) "Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin?" diye sorar Yakup Kadri. Cevabı da devamında kendisi verir: "Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak şevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır." (Sf. 181) Anlayacağınız kabahat hepimizin! Ve şimdi o cehalet denilen zifiri karanlık her yerde! "Okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark, bir Londralı İngilizle, bir Pencaplı Hintli arasındaki farktan daha büyüktür." (Sf. 36) Genele bakıldığında eğitim denilen şeyin sadece bir kavramdan ibaret kaldığı günümüz şartlarında okumuş, diploma almış bir gencin, okumamış cahil kalmış bir insandan ne derece farkı olduğu tartışılır elbet. Ama konumuz bu değil. Asla küçümsemek, hor görmek değil niyetim. Sadece diyorum ki; aynı ülkede, farklı dünyalara doğmuşuz! Farklı yetişme tarzları, farklı bir çevre, farklı yaşam koşulları! O yüzden nasıl ki şehir de yetişmiş biri köye gittiğinde yabanın biriyse, köy insanı da şehre düştüğü vakit yabanın biridir işte! "Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak... Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?" (Sf. 68) "Bir gün, onlara, ispat edebilecek miyim ki, ben bir 'yaban' değilim? Benim damarlarımdaki kan onların damarlarında işleyen kandır. Aynı dili söylemekteyiz. Aynı tarihi ve coğrafi yollardan, hep birlikte gelmişizdir. İspat edebilecek miyim ki, aynı Allah'ın kuluyuz? Aynı siyasi mukadderat, aynı sosyal bağlar, bizi kardeşlik, evlatlık, analık babalık üstünde bir yakınlıkla birbirimize bağlamıştır." (Sf. 35) Yakup Kadri, kendisiyle tanışma onuruna eriştiğim bu eseriyle ruhumun derinliklerine kadar sızıp, kalemiyle beni ve inanıyorum ki birçok okuru etkisi altına almayı başarmış. Ustalığını satır satır işlemiş eserine. Konusuyla, üslubuyla, olay örgüsü ve fikirleriyle, karakterleriyle, her şeyiyle övgüyü hatta alkışları sonuna kadar hak eden bir eser. I. Dünya Savaşı'nın bitimiyle Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan süreçte bir Anadolu köyüne çevirmiş bütün bakışları yazar. Bu köy ahalisinin Milli Mücadele'ye karşı takındıkları tavrı öyle güzel işlemiş ki insanın içinde bir şeyler acıyor. Sadece düşmanla değil, bilhassa Anadolu köylüsünün içindeki cehaletle de savaşmalıdır! Okurken eserin aydın anlatıcısı Yedek Subay Ahmet Celal ile Milli Mücadele ruhunu, önemini hissederken, köy halkının cehaletiyle de burun buruna kalıyor insan. Eserle öylesine bütünleşmişim ki, o Anadolu köyünde yabanın biri olarak buldum kendimi. Yabancı kaldım onlara, yaşayışlarına, tavırlarına ve bazen kayıtsızlıklarına... Bende yapayalnızlığı iliklerime kadar hissettim. Ve bende sustum! "Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir." (Sf. 36) "Nereye gideyim? Benim yerim neresidir? Kimlere doğru varayım? Beni kimler anlar?" (Sf. 85) Celal Paşa'nın oğlu Ahmet, Yedek Subay Ahmet Celal, Yakup Kadri'nin deyimiyle İstanbul'un en muhteşem konaklarından birinde doğup parıltılı hülya iklimlerine doğru kanat açıp uçtuktan sonra, kanatlarından biri kırılmış olarak bir Anadolu köyüne düşer. Otuz iki yaşında bir emekli asker, bütün geleceği geride kalmış bir sakat delikanlıdır şimdi o. Ama ruhu vatan sevgisiyle doludur. Milli mücadele ruhu hala damarlarından akmaktadır. Keşke mümkün olsa da cephede vuruşabilse! Gözü hep ufuklarda, kulakları cepheden gelecek bir haber bekler halde geçer günleri. En acısı da onun ruhunda coşan bu duyguları paylaşacağı kimse yoktur köyde. Onlar, karnını doyurmanın peşinde, kendi küçük dünyalarına dalmış, Milli Mücadele ruhundan bihaber bir avuç köy insanıdır işte! "Bugün gidip cephede vuruşmazsan, yarın burada, kapının önünde vuruşmağa mecbur kalırsın." (Sf. 54) Ayrıca bir minik noktaya da değinmeden geçmek istemem. Eserinde Dostoyevski'ye de göz kırpmayı ihmal etmemiş Yakup Kadri. Nasıl bir sevinç duydum içten içe anlatamam. Severek okuduğum bir kitabın sayfaları arasında Dostoyevski'ye dair bir ize rastlamak beni benden alıyor. Nedendir bu bağlılık, bu coşku anlamak güç gerçekten! "Bu rüzgarlar estiği sürece, ben Dostoyevski'nin kişilerinden biri gibi oluyorum. Ya Sibirya yollarında bir sürgünüm, ya Moskova sokaklarında aç bir serserinin, ya sınır boyunda bir han odasında kaçmak çarelerini düşünen bir suçlunun kabı içine girerim. Derin bir azap yüreğimi tırmalar." (Sf. 89) Yazmak istediğim o kadar çok cümle, o kadar çok paragraf var ki kendimi tutuyorum. Bütün bir sayfayı buraya yazmamak için kendi içimde verdiğim savaş takdire değer gerçekten. "Yaban" özellikle her Türk gencinin okuması gereken bir kitap diye düşünüyorum. Milli Mücadeleye bir de "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen yazarın, Yakup Kadri'nin penceresinden bakın! Bütün ruhumla, bütün kalbimle okumanızı tavsiye ediyorum. Eserden İnciler: "Edebiyatı, sanatı başkaları yaparken hoş bulurum. Fakat, kendim bundan çekinirim. Edebiyat ve sanat dünyasında yalnız dâhiler vardır. Ondan ötesi, bir alay zavallı taklitçi, bir alay zavallı maskaradır." (Sf. 98) "Ne bu zırhlılardan, ne bu ordudan, ne sokak başlarındaki bu makineli tüfeklerden korkuyorum. Beni, korkutan şey, kendi aramızdaki anlaşmazlıklar, kendi aramızdaki nifaklardır. Bizi asıl bu mahvedecek." (Sf. 110) "Gözü doymak bilmeyen bir iki garp devletinin zenginleri, günde dört öğün yemek yiyecek diye, fukaranın lokması elinden alındı." (Sf. 141) "Bir Türk için İzmir ne ise Sivas da odur. Diyarbakır ne ise Samsun da odur. İzmir zapt olundu mu, bütün Anadolu'nun ilmiği düşmanın elinde demektir. Orası kurtulmayınca burası kurtulamaz." (Sf. 152)
Yaban
YabanYakup Kadri Karaosmanoğlu · İletişim Yayınları · 202144,2bin okunma
·
1 artı 1'leme
·
128 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.