Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

350 syf.
·
Puan vermedi
Yitik Kutsal Bilim
Yitik Kutsal Bilim ✿ ✿ ✿ Aklın mekanizmalarının işlevsel ve dinamik çerçevesinde ‘bilgi’ yapı ve oluşum evrelerine sahip olmuştur. Zamanın algısı her dönemin karakteristik yapısı bilgi fonksiyonun hedef ve kullanımının sınırlarını oluşturmuştur. Birçok ‘benlikler’in ya da bilinç tabakasının temeli olan Yüce Zât ve her yerde Hâzır ve Nâzır olarak Nihaî Gerçekliği bilmesine imkân tanıyan bu akıl hediyesi insana bağışlanmıştır. Bu yönüyle bilen ve bilinen olarak, derûnî bilinç ve haricî gerçeklik olarak, saf ve içkin Özne olarak, Aşkın Varlık olarak, Ebedî Zât olarak ve Öteler Ötesi Varlık olmak dahil, Mutlak Varlık olarak Nihaî Gerçeklik’e ulaşır. Manevî bilincin ‘kalp gözü’ kozmik ve tarihi süreç içinde insanlığın uzun yolculuğu insan zekasına bâtınî ve zahirî bilginin ihsanı ve insan bilincine Gerçekliği müşahede imkânı veren lütuf devam etti. İnsanlığın bu ortak bilinç mirası, Ruh yahut İlâhî Bilincin evleviyetidir. İslâm, felsefe, karşılaştırmalı din ve çevre bunalımı gibi konularda konferanslar veren âlim ve fizikçi olan Seyyid Veliyullah’ın oğlu olan Seyyid Hüseyin Nasr; Bilginin Desakralizasyonu, Geleneğin Dirilişi, Kutsal Bilim, İnsan, Kozmos, Edebiyet ve Geçici Düzen, Geleneksel Sanat, Aslî Bilgi, Kutsalın Bilgisi başlık ve konularıyla “Bilgi ve Kutsal” kitabında ele almıştır. Mutlak üzerine merkezîlendirilmiş bütüncül bir akıl bağışlanmış ve Mutlak’ı tanımak üzere yaratılmış olan insan; ‘Yüce Cevher’i” olan Zât-ı İlâhî’yi aklî kabiliyetlerle keşfetmek ve bilmek gerekmektedir. Bu süreci Seyyid Hüseyin Nasr, kitabında ‘kutsalı keşfetmek’ temel meselesi olarak işlemektedir. Her söylem kendi çağının karakteristik mayasıyla mayalanır. ‘Bilgi’nin işlev ve fonksiyonu yirminci yüzyılın şartları ve tarihsel deneyim sürecinde gelebilen kaideleriyle yorumlamaktayız. Hayatın özündeki bilgi, zemini ve hedefi ile hikmet perspektifi ihtiva etmektir. Nasr, ‘bilgi’ muhtevasının günümüzün İslâm maneviyatının miras aldığı bilgiler ile karşılaştırdığı Çin geleneğinde Konfüçyanizm ve Taoizm, Hinduizm, Musevilik ve Hristiyan geleneklerinden bahsedersek konuyu çok perspektifli ve genişlemesine üzerinde durmakta. Kutsalın yeniden keşfedilmesi bu ilk bölümün temel konusudur. Manevî ve entelektüel donanıma sahip kimselerin insan ruhunda ve aklında ‘İlâhî Nur’un aslî tecellisini bulmaya çalışarak, modern çevrenin sınırları dışında kalarak kendi geleneksel köklerini ve aklın tüm işlevini keşfetmeye çalıştılar. Keşfedilecek bu kökler ve aklî melekeler bilgiye kutsal fonksiyonunu yeniden verecek ve insanlara aşktan da, inançtan da ayrılamaz olan bu birleştirici ilke temelinde hayatlarını yeniden bütünleştirme imkânını sağlayacaktır. İslâm entelektüel geleneğin tasavvufî ya da irfânî tezahürü ile felsefî ve teosofik tezahürleri peygamberlerin öğretilerinde bulunan gerçeğin bir tek kaynağı olan “Hâk Din” de görülerek “İlâhî Hikmet” geleneksel anlatımıyla manevî tahakkuk veçhesini kapsayarak özdeş olmuştur. Bu özdeyiş vahyin evrenselliği konusundaki İslâmî anlayış, her zaman var olmuş olan ve her zaman da var olacak olan kadîm hakikat fikriyle birlikte bulunmuştur. Bu noktada Nasr, Gelenek deyimi için Arapça da ‘ed-dîn’ hâlidî ve ezelî hikmet yönleriyle kavramsal semantik bir çerçeve geliştirir. Gelenek kavramının semantik çerçevesi kitabın “Gelenek Nedir?” başlığında bütünlük taşıyan, bulunuş yahut huzurla mümkün olması yanında; bir değil birçok boyutuyla geleneğin özünde bulunan din söz konusu olduğunda ise, farklı tipte manevî ve entelektüel kabiliyetlere ve söz konusu geleneğin seçilmiş dünyevî vasıtası olan insanlığın ihtiyaçlarına karşılık gelen anlam düzeyleri ya da eğitim tipleriyle mümkün kılınmıştır. Nasr, bu noktada boyutları ve düzeyleri ilk adımda zahirî ve bâtınî olmak üzere iki temel boyuta indirgemektedir: ilki zahirî olan ilâhî mesaj, geleneksel insanlık hayatını bir bütün olarak düzenler. İkinci boyutsa, Allah'ı ve Mutlak Hakikat’ı arayanların manevî ve entellektüel ihtiyaçlarını düzenler. Nihaî Gerçekliği bilmesine imkân tanıyan insandaki akıl hediyesi, “Yüce Cevher’i” olan Zât-ı İlâhî’yi aklî kabiliyetlerle keşfetmek ve bilmek, modern dünya düzeni ve çerçevesi içinde ‘keşif’ ve ‘arayış’ hissiyatını beslemiştir. Modern dünyada geleneksel hakikâtın metafizik ve felsefî temel zemini keşif ve bilmek çabasını ortaya koyan R. Guénon, A. K. Coomaraswamy ve F. Schuon’un “Gelenekçi Ekol” görüşünün temel süreçlerini Nasr, kitabın “Geleneğin Dirilişi” başlığında ele almakta. Kutsalın yeniden keşfi olan geleneğin dirilişi konusundaki ilgi itibariyle “insanı İlâhî Hakikata bağlayan herşey” olan geleneğin bağrında ancak anlamlı ve pratik işlerliğe sahip olur. Kutsalı arayış ve varlığının özünde de bulunmakta olan Hakikat’ın yeniden ihyasına ve ışığında insanın eski ruh sağlığına kavuşmasına yol açabilir. Gerçek bir diriliş olan böyle bir rehabilitasyon, en azından, iç varlığı kutsalın çağrısıyla titreşen insanlar için gerçekleşebilir. Ve bu çağrının kalbinde, Akl’ın (Intelligence) kökünden ve özünden ayrılamaz olarak bulunan ve geleneğin temelini oluşturan Kutsal Bilim (Scientia Sacra) olacaktır ve insan varlığının varoluş hikmetidir. Geleneksel metafizik olan Kutsal Bilim (Scientia Sacra), gerçeklik bilgisinin teorik bir açıklaması ötesine geçerek Nasr, bir başlık boyunca muhtevasının tüm yönleriyle ele almakta. İnsana yol göstermek, onu aydınlatmak ve onun kutsala erişmesine imkân sağlamak olan Kutsal Bilim (Scientia Sacra); her vahyin özünde bulunan şeyden ve geleneği kuşatan ve tanımlayan dairenin merkezîdir. Böyle bir bilginin mümkünâtı konusunda ise cevabı, bu bilginin ikiz kaynağının vahiy ve taakkul ya da kalbin ve ruhun işrâkında müdahil olan entellektüel sezgi olduğudur ve el-ilmu'l-huzûrî olarak kişide var olduğudur. Gerçekliğin bazı yanlarına tekabül eden bu bilgi; nihaî anlamda, bilgi Mutlak Gerçeklik bilgisidir ve akıl bu harikulâde bilebilmek hediyesine sahiptir ve bu varolmanın bir kısmıdır. Zihni belli gerçekliklere açmanın aracı, anahtarı olan Kutsal Bilim (Scientia Sacra); teorik olarak insan kalbi ve zihninde bir çekirdek olarak ekilmiştir; bir tohum ki eğer kalbî ameller ve faziletlerle beslenirse bir ağaç olur ve sonuç olarak büyür, meyva verir ve yine o tohumu ihtiva eder. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanın karakteristik kozmik sürecini bunun halife olan insanın Prometeyen insana dönüşüm sürecinin ana safhalarını ve Geleneksel düşünce perspektifiyle Nasr, ‘İnsan’ başlığında irdelemekte. İnsan mefhumunun teolojik, felsefî yönlerden süre gelen yorumlarının yönlerini inceleyerek insan tarihinin çerçevesini çizmekte. Bu çerçevede kadîm insan, yaratılışın hedefi ve entelekyası olarak onun arketipi; Allahu Teâlâ, İslâm geleneğinde kadîm insanın baş örneği olan İslâm peygamberine, “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.” demiştir. Bu perspektif insan gerçeğini ilâhî ve kozmik boyutları ve felsefî antropomorfizme gerçek bir muhalefet çerçevesinde tasavvur eder. Nasr, insanın antropolojik derinliğinin birçok muhtevasını anlattığı bu başlığında modern çağda ki insanın maneviyatının sönükleştiği ve hayatın laikleştiği bu dönemde yaşayan insanın aşkın olan akıbetinin ve Mutlak’ın bilgisi olan aklının işlevinin farkında olan bir varlık olduğunu söyler. İnsan olmak, kendisinden tüm Semâvât ve arzların doğduğu ve kendisinden hâlâ hiçbir şeyin gerçekte ayrılmadığı o kadîm Birliği yeniden keşfetmek demektir. İlâhî Sıfatlar’ın ve ontolojik kategorilerin yansımaları olan kozmos ve sergilediği şekiller; semavî arketiplerin hareketlerinde ve ritimlerinde üst düzey metafiziğin açıklamasıdır. Manevî birliğin üst yansımaları, İlahî İrade'ye uyumlu bir şekilde tabiat kanunları çerçevesine girmekte. Nasr, doktora çalışmasını Kozmos hakkında yapmasının birikimiyle bu kitabında “Tecelli Olarak Kozmos” başlığını işlemekte. Kozmik yasaların tarihsel deneyim içinde medeniyetlerin bu konu hakkında algı ve miras birikimini irdelerken bunun İslâm’ın yerinin ve mesafesini anlatmakta. Metafizik ve merkezî gerçeği olan geleneksel kozmolojiler İslam’da ki “Varlık mertebeleri silsileleri” bu mihver gerçeği çerçevesinde ele alınmıştır. Bu yönüyle Nasr'ın değindiği İbn Arabî’nin “Beş İlahî Mertebe” gerçekliğin hiyerarşik mertebelerini açıklaması ve bu metafizik açıklamalarının mükemmel bir örneğidir. İbn Arabî gerçekliğin her aslî mertebesine hazret, bilinç (şuhûd) ya da ‘İlâhî Mertebe’ olarak söz eder. Bu mertebeler Allah'ın Zât'ına mahsus mertebe (Hâhût), İlâhî İsimler ve Sıfatlar mertebesi (Lâhût), Başmelekî âlem (Ceberût), nuranî ve ruhanî âlem (melekût) ve tabiî âlem (mülk) mertebelerini içerir. Alemin En Büyük Sanatkâr tarafından meydana getirilmiş olan formlarında ve onların ötesinde bulunan gerçekliğin varlığına idrak edildikçe insanın manevî birliğine katkıdır, destektir. Kozmosu tecellî olarak tasavvur etmek tüm tezahürlerin Allah'a geldiğini, Allah'a döneceğini, tüm ayrılıkların birlik olduğunu, tüm başka oluşların aynı olduğunu ve tüm dolulukların Boşluk olduğunu anlamak demek ile Allah'ı her yerde görmektir. Edebî semavîliğin ilminin anlaşılması meselesi, Geleneksel ebedîlik ve geçici düzen doktrini ile bağlantılı olarak Nasr, kitabın ‘Ebediyet ve Geçici Düzen’ başlığında ele almaktadır. Ebedî düzen, zaman ile ebediyeti birbirinden ayırt etmekle kalmayıp, bilinç tarzlarıyla uyumlu olarak ‘zaman modları’nı da birbirinden ayırt eder. Ebedî düzen, dünyevî / maddî zaman ve nihaî sonu mutlak anlamıyla ebedîliğin ikametgâhı olan oluşun ara modlarıyla da ilgilenir. Bu başlığın bu çerçevesiyle ele alınan diğer konu ise Geleneksel Sanat hakkındadır. Kutsal Sanatkâr’ın bir eseri olarak insanın iç doğasını oluşturan o gerçeklik hakkında bir vizyon edinmek için Geleneksel sanatın bir şaheserine bakmak gerekmektedir. Bu iç doğaya insan, Kutsalın bilgisiyle ve kutsal bilginin elde edilmesiyle ulaşır. Geleneksel sanatın büyük bir eseri Tanrı’nın güzelliğine ve insanın Tanrı’nın yarattığı gibi mükemmel bir sanat eseri, bir bilgi pınarı ve içinde kendi doğası ve kaderiyle merkezî ve mihver varlık olarak yaşadığı dünya için bir lütuf kanalı olarak kendine dönüştüğünde ne olabileceğinin bir numunesine şahittir. Dinler ve inançların manevî boyutu ile esoterik niteliği yönlerini kitabın bütün başlıklarının kavrayış birikimiyle bu son başlığı ‘Aslî Bilgi’ ile ‘Kutsal Biçimlerin Çokluğu’ iki boyutu ele alınmakta. Bu konunun asıl vurgusu geleneğin esoterik boyutunun varlığı ve dengesini koruması için ‘Kutsal Stratosfer’ açısından konuya eğilmesidir. Modern dünyada dinsel evrelerin ve kutsal biçimlerin çokluğunun kutsal bilginin önemi kavranmaya çalışılmaktadır. Dahası Nasr, dinlerin çeşitliliğini anlamada, profan bilgiden çok tam olarak kutsal bilgiyi ilgilendiren dinsel karşılaştırma olaylarına bakarak bazı referanslar verir. Bu referanslar Şehristânî, Cusalı Nicholas, Dârâ Şukûh ve Mîr Findiriskî’dir. Geleneksel doktrinin ustalarınca yürütülmüş olan dinlerin incelenmesi çalışmaları, bilginin yeniden kutsallaştırılmasının ilk meyvesidir. Kişinin kendi dünyasının kutsal karakterini tahrip etmeksizin kutsal şekil ve anlamının ‘Kutsal Bilgi’ keşif ile ulaşacaktır. İlâhî Rahmet'in hayatın ve düşüncenin kutsal biçiminin çeşitli evrelerini aydınlatan aşkın Gerçek’i ile mümkün olacaktır. İnsanın ‘Kurtuluşu’ vurgusu üzerindeki tefekkür edilmesi başlığı ile kitabı bitiren Nasr; Sonsuz ve Ebedî olan Kutsal Sınırsız’ın Kutsal bilgisi ile özgürlüğe ve her türlü kölelikten ve sınırlamalardan kurtuluşa götüreceğini vurgular. Bilmek kurtulmaktır, vurgusunu yapan Nasr, insan ruhunda gizli biçimde yatan ve hatırlatmayla ortaya çıkan bilgidir, şeklinde devam etmekte. Bu noktada Geleneksel bilgi her zaman geçmişe daima bilinmiş fakat unutulmuş olanın tekrar keşfedilmesini amaçlamıştır. Bilginin kurtuluşa götürmesi için onun insan tarafından tamamıyla gerçekleşmesi ve insan mikrokozmosunu oluşturan herşeyle ilişkide olması gerekir. Bir bilgenin, hikmetle kurtuluşa ermiş birinin fiziksel aydınlığı ve nuru kutsal bilginin ışığının fiziksel düzlemde bir yansımasıdır. Gerçeklenen bilgi aklın ve bedenin esası olan kalpte, gönülde bulunur, ve akıl ve bedeni dönüştürür. Bu bilgi, insanın bütün varlığını ışıkla dolduran, cehaletin karanlığından sıyırıp o bilginin kendi aslı olan göz alıcı parlaklığın giysisiyle giydiren bir ışıktır. Bilginin fonksiyonunu anlatan Nasr, akabinde bilgi ile idrak, fazilet, sevgi bahsederek Geleneksel Bilgi’nin işlevini de ele alır. Kalbin ve aklın tefekkürü ‘Kutsalı Keşfetmek’le başlar. İslâm maneviyatının mirası olan insan ruhunda ve aklında ‘İlâhî Nur’un aslî tecellisini bulmaya çalışarak, modern çevrenin sınırları dışında kalarak kendi geleneksel köklerini ve aklın tüm işlevini yine ‘Kutsalı Keşfetmek’le olacaktır. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan, her vahyin özünde bulunan ve geleneği kuşatan ve tanımlayan dairenin merkezî olan ‘Kutsal Bilgi’ insan kalbi ve zihninde bir çekirdek olarak ekilmiştir. Zihni belli gerçekliklere açmanın aracı, anahtarı olan Kutsal Bilim (Scientia Sacra); Mutlak Gerçeklik bilgisidir ve akıl bu harikulâde bilebilmek hediyesine sahiptir. Bilginin Desakralizasyonu, Geleneğin Dirilişi, Kutsal Bilim, İnsan, Kozmos, Geçici Düzen, Aslî Bilgi ve Kutsalın Bilgisi başlık ve konularıyla “Bilgi ve Kutsal” kitabında ele alan Seyyid Hüseyin Nasr; Geleneğin çağlar boyu kalbinde yaşattığı “Hikmet” İslâm tefekkür geleneği ruhaniyetiyle anlatmaktadır. Kitabın Künyesi: Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi ve Kutsal, Knowledge and the Sacred, Edinburgh 1981, çev. Yusuf Yazar, İz Yayınları-270, Araştırma – İnceleme-59, 6. Baskı 2022, 350 sayfa. Yunus Özdemir
Bilgi ve Kutsal
Bilgi ve KutsalSeyyid Hüseyin Nasr · İz Yayıncılık · 202213 okunma
·
168 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.