Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

480 syf.
·
Puan vermedi
"Felsefenin başlangıcı, Platon ve Aristotales'in öğrettiği gibi şaşırma değil, umutsuzluktur." Bizi kendi boşluğumuza sürükleyen karanlık sanatı çok severim. Yaşamak, yaşayabilmek için aydınlık kadar karanlığı da görmemiz gerek. Şahsen karanlığı bilmeden aydınlığın değerini hiç anlayamamıştım. Şimdi dönüp geriye bakınca söyleyecek hiçbir şey yok ama geride çok fazla boşluk hissi var. Hayatın düşünceden önemli olduğuyla ilgili bir paragraf vardı bu kitapta ve şimdiye bakınca düşüncelerimde yaşadığım zamanlara kıyasla hayatı yaşamayı öğrenme yolculuğumda her şey daha kolay bir saçmalık gibi duruyor. Ağlayıp sızlanmak yerine gülüp eğlenmek, tüm mesele bu belki. Her gün kahve içmeyi seçip o kahve masasında yeni bir şakaya çevirip gülmek hayatına. (Eskiden hayatımın bir trajedi olduğunu düşünürdüm. Fakat şimdi fark ediyorum ki, bu bir komediymiş.) Hepimiz kendi yollarımızda kaybolup umutsuzluğumuzdan kaçmak için dikkat dağıtıcı bir şeyler bulduk. Komplike yaratmadan ailemiz, arkadaşlarımız ya da eski aşklarımız olarak örneklersek bunu, hepsinin içinde sevginin gücüne olan beklentimizi görebiliriz. Ama büyümeye başladıkça her şey öyle bir anlamsızlığa büründü ki sevgi korktuğumuz ve bir güçsüzlük gibi kaçtığımız hayaletlere dönüştü. Ruhumuzdaki her şey solup gitti bu korkunun yarattığı inançlarla. Geriye sadece boşluk kaldı. Sahip olup olabileceğimiz tek şeyin, bir nevi her şeyimizin boşluk olması içimizi umutsuzlukla doldurdu. Ama insan olmanın özünde hep bir kurtarıcıya olan umut vardır. İşte o kurtarıcının ne olduğuna inanıyorsak (ya da inanmıyorsak) biz de oyduk. Bunun bizi iyi ya da kötü yapma gücü olduğunu sanmıyorum. İyi ya da kötü düzeni sağlama almaya çabalayan aristokrat kafaların zincirleri ucu da çelişkilere bağlı. Gerçekte bu iki kavram da yok, gerçekte sadece ruhlarımız var ve onların renkleri. İçin ne kadar zenginse dünyayı öyle izlersin. Ama umutsuzlukla kaplıysan her şey karanlık bir uçurum olur. Kendini oradan atma cesaretin yoksa, gerçeğe kapılmaktan korkuyorsan anlamsızlığı bilemeyecek kadar kör olursun. Ama tavşan deliğinden atlayıp korkunun içinde sıkıştığında, orada aradığın mutluluğu bulursun işte. (Kendimi Osho gibi hissettim yeter bu kadar) Umutsuzluk hepimizin savaşı, orada durup savaşmayı bırakmalı insan, yoksa hayatı boyunca korkularından kaçmaya çalışırken kendisiyle savaşıp durur. Umutsuzluğun içine atlayıp defalarca ölmeli. Ama en sonunda umudun hiçbir şey olmadığını anlamalı. (Hiçlikte her şeyi bulacağım.) Yüzüne bunun gibi gerçeği vuran kitapları okuyup yapayalnızlığını kabul etmeli. Hepimizin daha yaratılmadan yok olduğunu bilmeli. Kendine görmek istediği gerçeği vermeli ve bilmenin huzursuzluğuyla huzur bulmalı. Korkularından çocuk hikayeleri yazmalı, komik resimlere dönüştürmeli onu. Palyaçosu olduğu hayatında sahnede eğlenebileceği kadar eğlenip kalemin de kağıdın da sadece zihninde saklı olduğunu hatırlayıp tanrıyı öldürdük diyen o koca bıyıklı adamı da sirkine katmalı. Güçsüzlüğünden güç bulmalı. Umutsuzluğunun umudu olduğunu bilerek nefret etmemeli hayattan. İnsan olmanın en ağır şaka olduğunu anlayınca ruhundaki tüm ağırlıkları ölü şairlerle dolu nehirde yıkayıp orada bırakmalı ve temizlendiği doğaya kapılıp gitmeli. İnsan sadece yeşil sayfalarda yazan gerçekleri okuyabilir, kalan her şey unutup gideceği yalanlara dönüşür. Kitabın bitmesine az kala kafamdaki diğer şeylerle böyle bir bağlantı kurdu bu kitap. Okumam uzun sürdü, çünkü ağır bir kitap ama hayat yolculuğu romantizemde yol boyunca kafamda dönen duran düşüncelerimi hafifletti. Bunu bitirdikten sonra Kinyas ve Kayra'ya başlayacağım. Yani kafayı kır, kafayı kır ben arkandayım.
Yaşama Uğraşı
Yaşama UğraşıCesare Pavese · Can Yayınları · 20152,039 okunma
·
123 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.