Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

“sen susalı üç hafta oldu ve bazen karıştırıyorum hangimizin öldüğünü. önce senin öldüğünü sandım. çok üzüldüm biraz zaman geçince fark ettim ki ölen benmişim ama farkında değilmişim. seni arayınca anladım gerçeği çünkü ben her daim bir yaranın sızısıyla sana koşuyorum, kanar kanamaz elimle bastırıp sana koşuyorum, yaramı sar beni öp mırıltıyla dua oku diye sana koşuyorum. üç haftadır sana yetişmeye çalışırken kaç kere öldüğümü sayamadım. insan böyle zamanlarda anlıyor ölümden önce bir hayatın olmadığını. ayrılığın olduğu yerde hayat da olmaz. bütün kuşkularım bitti sen susunca, ölümden önce bir hayat yok. bir tarifi olmalı diye düşünebilir insan ama yok. senin olmadığın bir hayatın tarifi yok senin olmadığın anın tek izahı geçmeyen bir ağrı o derece kaplıyor ki insanın her yanını nerenin ağrıdığını bile ayırt edemeyecek hale geliyorsun. sadece ağrı var. hayatım ağrıyor yani anne çok anlaşılır olmadığının farkındayım ama ancak böyle söyleyebilirim hayatım ağrıyor eksiklik diyesim geliyor bazen ama eksiklik deyince sanki bir şeyler varmış da bir şeyler yokmuş gibi oluyor. hayır öyle değil eksiklik değil bunun adı boşluk hiçlik karanlık havasızlık suskunluk gibi ama eksiklik değil hani bizim evin balkonuna eski evin balkonunu kastediyorum balkona bir kumru dişi bir kumru yuva yapmıştı sen çok mutlu olmuştun hatırlıyor musun. sonra o kumrunun iki tane yavrusu olmuştu sen daha da mutlu olmuştun. o kumruların yavruları dünyamıza yeni nazil olmuş ayetler gibi umut olmuştu neden anlayamıyordum ben neden bir kumrunun yuvası ve yavruları senin için böylesine büyük bir umut ve huzur kaynağı olmuştu bilmiyorum işte. o kumru yavruları olduktan sonra bir süre ortadan kaybolmuştu sen nasıl kötü oldun hatırlıyorum sen de hatırlıyor musun telaştan yüzün solmuştu bu yavrular ne olacak diye nasıl da üzülmüştün sonra anne. kumru geldi de yüzün gülmeye başladı belki de çok uzun zaman geçmemişti aradan ama yine de korkmuştun üzülmüştün anne gelince nasıl da rahatladın. ben de seni öyle görünce mutlu oldum. bunları neden anlatıyorum biliyor musun o yavru kuş gibiyim şimdi sen susunca o yavru kuş kadar korunmasız çaresiz yalnız kaldım ben bu dünyada bir balkon duvarının üzerindeki yuvasında nasıl yalnız kaldıysa yavru kuşlar öyle insan alışır diye teselli bulmaya çalışıyor birileri öyle söylüyor ama doğru değil. doğru olan bir şey var ki insan birden büyüyor beni görsen sen sustuktan bir gün sonra çok büyüdüm ama aklım kalbim ruhum yetişemedi bu büyümeye içim bomboş dokunsalar kırılacağım bir zayıf dal gibiyim dokunsalar paramparça olacağım. korkumdan kaçıyorum senden sonra boğazımdan tek bir lokma geçmedi yani bir şeyler yedim onu kastetmiyorum ama ekmek gibi değildi su gibi değildi susuzluğum geçmiyor mesela nasıl bir şeyse bu geçmiyor üşümem de geçmiyor bir türlü sen dikkat et üşüme dediğinde geçen üşümem şimdi geçmiyor bir garip susuzluk hali bir garip üşüme hali yakama yapışmış düşmüyor. bir anda sıradanlaştım zaten hepimiz sıradan insanlarız diyeceksin biliyorum tabii ki öyle ama birbirimize değer katıyoruz ya onu söylemek istiyorum. Birbirimizi sevince çok sevince ölesiyle sevince öyle demek istemedim çok çok sevince birden daha özel daha kıymetli insanlar oluyoruz ya onu kastediyorum. sen susunca hiçbir kelime beni boğulmak üzere olduğum bu derin hayattan çekip kurtarmaya yetmiyor sen öyle bir ada gibi dört yanı sularla çevrili ama korunaklı bir ada gibi beni bu allahsız karmaşadan çekip çıkarıyordun o lafı kullanma diyeceksin biliyorum çok kızdığını biliyorum özür dilerim bir daha söylemem ama ancak böyle anlatabilirim gibi geldi yoksa haşa allah yoksa ne var bu ellerimizle yolumuzu bulmaya çalıştığımız tedirgin edici karanlıkta kim tutar korkudan buz kesmiş ellerimizi. bir şey diyeceğim sana bu aralar şarkı filan dinlemiyorum ödüm kopuyor içinde anne geçecek diye bir şiirde öyküde bir filmde anne geçecek diye ödüm kopuyor dinlemiyorum okumuyorum izlemiyorum biri anne diyecek diye çocuklardan bile uzak duruyorum sanki bu dünyada anne lafını duyar duymaz geberinceye kadar ağlayacak gibiyim. peki şimdi ağlıyor musun diye sorma ağlamıyorum yazı bitince ağlayacağım gözlerimden yaş retina gözbebeği şu bu ne varsa akana kadar ağlayacağım en son gözümden ruhum akacak ve susacağım insanın gözünden ruhu akarsa susar belki insanın ruhu gözünden akınca hiçliğe erişir ve artık hiçbir ağrı yara sızı acıtmaz olur. Hiçlik sayesinde insan bir çeşit özgürleşme yaşamaya başlar hiçliğin özgürlüğü bunu istiyorum fakat kendimi tutuyorum bir yandan da özgürleşmekten korkuyorum hiçlikten senin suskunluğunla buna erişmek duygusunu kabullenemiyorum dönüp dönüp kendime aynı soruyu soruyorum. peki ben şimdi ne yapacağım ben sen sustuktan sonra ne yapacağım bu soruyu sorar sormaz ne kadar acınacak bir halde olduğumu düşünüp kendi kendime üzülüyorum. tuhaf değil mi kendine acımak yani insanın annesi susunca kendine acımayı öğrenebilmesi gerekiyor yemek yapmayı öğrenme zorunluluğu gibi aslında başka yerlerden gidip bir şeyler yemek mümkün ama gidip de birilerinden sana acımasını nasıl isteyebilirsin satın alınabilir bir şey de değil ki bu. öğrenmem gereken en zorlu şey galiba kendine acımayı öğrenmek bu ağır bir zorunluluk insanın hayatında kendisine acıyabileceğinden hiç kuşku duymayacağı biri olmalı zira kendime acımayı öğrenmem gerekiyor yoksa bütün kan içime sızacak ve kıpkırmızı çıkacak çektirdiğim röntgenler renksiz de olsa kıpkırmızı çıkacak işte böyle daha bir sürü şey aklıma üşüşüyor. hepsini anlatamıyorum bir yandan saçma gelecek bir yandan da seni üzmek istemiyorum son bir şey isteyeceğim senden eğer mümkünse bunu çok istiyorum hem de. ölünce senin yanına gömülmeyi istiyorum bunu neden benden istiyorsun diyeceksin tabii ki bu kısmı değil önemli olan senin yanına gömülmeyi istiyorum ve mezardan korkuyorum aslında soğuk geliyor benim için ısıtır mısın diye geçti içimden buz gibi bir kış gecesinde bir çocuğun yatağını ısıtır gibi mezarımı ısıtır mısın anne?”
·
147 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.