Ortaçağ da insanlar, büyük iyilikler yapma kabiliyetine sahip oldukları gibi; aynı şekilde katı zulümlere, başkalarının ıstıraplarından haz almaya ve bunların sefaletlerine karşı kayıtsızlığa da kabiliyetliydiler. Zıtlıklar günümüzdekinden daha keskindi. Bir yanda şehvetin dizginlenmemiş tatmini, diğer yanda yürek sızlatan pişmanlıklar; bir yanda dehşet veren günah korkusunun baskısı altında riyazet ve tövbe, diğer yanda efendilerin şatafatı ve fakirlerin sefaleti. Ölümden sonra cezalandırılma korkusu yani ruhun kurtuluşuna dair korku, ekseriyetle fakir ve yoksulları hazırlıksız yakalardı. Hükümdarlar işi sağlama almak için kilise ve manastırlara bağışta bulunur; fakirler ise dua ve tövbe ederlerdi..