Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

-DECCAL-
_İnsan kendi karakterine bakarak Tanrı'yı yaratmıştır. Üstün gördüğü özellikleri Tanrı'da görmek hoşuna gider. İğrenç özelliklerini de Şeytan'a yüklemiştir. _Bir tanrıbilimcinin, dincinin doğru diye duyduğu, yanlış olmak zorundadır: bu bir doğruluk ölçütü neredeyse. Savaş açtığım bu tanrıbilimci içgüdüsüdür: her yerde buldum onun izlerini. Damarlarında tanrıbilimci kanı akanlar, bütün şeylere daha başından eğri, dürüst olmayan bir tavırla yaklaşırlar. Bu yaklaşım sonucu oluşan tutku, kendine inanç adını takar: sahtelik görünümünden acı çekmemek için, gözünü sımsıkı, hepten yummak. Her şeye yönelik bu çarpık optikten, bir ahlak, bir erdem, bir kutsallık çıkarırlar, yanlış görme, iyi vicdan haline getirilir. Bu içgüdü, yeryüzünde, bulunan en yaygın sahtelik biçimi, sahteliğin sahici yeraltı biçimidir. _Metafizikçiler, din adamları, tanrının etrafında örümcek gibi dolanıp ağ örerler. Sonunda o da, onların dolanmalarından hipnotize olarak, kendisi de dolanmaya başlar, «ideal» olur, «saf tin» olur, «mutlak» olur, «kendi başına şey» olur. _Hiperborlularız biz. Ne karadan ne de denizden bulabilirsin Hiperborlulara giden yolu. Kuzeyin ötesinde, buzun, ölümün ötesinde. Çağdaş erdemler ile güney yelleri arasında yaşamaktansa, buzlar içinde yaşamak yeğdir!. Burada hekim olmak, burada acımasız olmak, burada neşter kullanmak bize aittir bu; bu bizim insan sevgimizdir, bu yüzden filozoflarız biz, biz Hiperborlular! _Yeni bir müzik için yeni kulaklar. En uzaklar için yeni gözler. Yasaklanmış olana yüreklilik; Şimdiye dek sağır kalınmış doğrular için yeni bir vicdan. Kendi kendine saygı; kendi kendine sevgi; kendi kendisi karşısında koşulsuz bir özgürlük. Aldırmaz olmuş olması gerekir, hiç sormaması gerekir doğruluk yararlı mıdır diye. İşte! Bunlardır benim okurlarım. _Kuzey Avrupa'nın güçlü ırklarının böylesine hastalıklı ve yaşlılıktan güçsüzleşmiş bir décadence yaratığının üstesinden gelebilmeleri gerekirdi. Ama, onun üstesinden gelememiş olmaları yüzünden de başlarına bela gelmiştir: onun hastalığını, yaşlılığını, çelişikliğini bütün içgüdülerine sokmuşlardır. O zamandan beri de artık hiçbir tanrı yaratamamışlardır! Neredeyse ikibin yıl ve bir tek yeni Tanrı yok! Çelişmeden kurulmuş piç düşkünlük abidesi, içinde bütün décadence içgüdülerinin, ruhun bütün ödlekliklerinin ve bezginliklerinin kutsanmalarını buldukları çöp yığını! _Bu yüksek değerli tip bundan önce de sık sık ortaya çıkmıştır ama çok korkulmuştur ondan ve bu korkudan dolayı da onun karşıtı olan tip yetiştirilmiş. Evcil hayvan olan, sürü hayvanı olan, hasta hayvan olan insan —Hristiyan... Hristiyanlık bütün zayıfların, düşkünlerin, nasibi kıtların yanını tutmuş, güçlü yaşamın ayakta duruş koşullarının çelişiğinden bir ideal çıkarmıştır; tinselliğin en üst değerlerinin günahkârlık, sapıklık, ayartılma olarak duyulmalarını öğreterek, tinsel bakımdan güçlü doğalıların bile akıllarını yozlaştırmıştır. _Hristiyanlıkta aşağılanmış ve ezilmişlerin içgüdüleri ön plana çıkar: burada amaçlarının peşine, düşenler, en alt katmanlardır. Başka türlü düşünenlere karşı bir nefret vardır. bir karşıt hareket, Yahudi içgüdüsüne karşı bir şey değildir; bu içgüdünün tutarlı sonucu, onun korku verici mantığı içindeki bir ileri çıkarımdır. Bugün bile bir Hristiyan, Yahudi-karşıtı duygular duyabilir, oysa kendisinin en son Yahudi çıkarımı olduğunu anlamaz. _Ajitatör rahipler, İncil'in büyük bir bölümünün tanıklık ettiği harika kalpazanlığı meydana getirdiler. _Hristiyanlığa, acımanın dini denir. —Acıma, yaşam duygusunun erkesini artıran gerilim verici duyguların karşıtı bir duygudur: çöküntü verici bir etkisi vardır. Kişi, acıma duyduğunda, gücünden yitirir. Sefillerin koruyucusu olduğu kadar sefaletin çoğaltıcısı olarak da décadence'ın yükselişinin temel bir gerecidir, —acıma, hiçliğe inandırır!... «Hiçlik» denmez tabiî buna : «öte» denir, ya da «Tanrı», ya da «Hakiki Hayat» denir, ya da Nirvana, Kurtuluş, Kutsanmışlık... Schopenhauer yaşam düşmanıydı: bu yüzden erdem haline geldi acıma onun için... Hristiyanca acımadan daha sağlıksız birşey yok. _Akıllandık artık. Her bakımdan daha alçakgönüllü olduk, insanı artık «tin»den, «Tanrısallık»tan türetmiyoruz. Onu, geri, hayvanların arasındaki yerine koyduk. En güçlü hayvandır o bizim için, çünkü en kurnazdır: bunun bir sonucudur tinselliği. Hiç de yaratının tacı değildir o; her varlık, onun yanında, eşit bir yetkinlik basamağında durur. İnsan, göreceli olarak, en bozuk yapılı hayvan, en hastalıklı hayvandır, içgüdülerinden en tehlikeli biçimde uzaklaşmış olan hayvan. _Eskiden, insanın bilincinde, «tin»de, onun yüksek kökeninin, tanrısallığın kanıtı görüldü; insanı yetkinleştirmek için, ona, kaplumbağa gibi, duyularını içine çekmek, yeryüzüyle alışverişini kesmek, ölümlü beden örtüsünü bir yana atmak salık verildi: böylece geriye onun asıl önemli olan yanı, «saf tin» kalacaktı. —bir şeyin yalnızca bilinçlendirilmekle yetkin hale getirileceğini yadsıyoruz «Saf tin», safi aptallıktır: sinir sistemini ve duyuları; «ölümlü beden»i hesap dışı bırakmak; yanlış hesap yapmaktır —başka bir şey değil!. _İyi nedir? -İnsanda güç istemini, gücün kendisini yükselten her şey. Kötü nedir? -Zayıflıktan doğan her şey. Mutluluk nedir? -Gücün büyüdüğü duygusu -bir engelin aşıldığı duygusu. Doygunluk değil, daha çok güç; genel olarak barış değil, savaş; erdem değil, yetenek Zayıflar, nasibi kıtlar yıkılıp gitmelidir: Bizim insan sevgimizin baş ilkesi. Ve onlara yıkılıp gitsinler diye de yardım edilmelidir. Herhangi bir günahtan daha zararlı olan nedir? -Nasibi kıtlara, zayıflara duyulan acımadan doğan eylem – Hristiyanlık _Bir canlıya, bir türe, bir bireye, içgüdülerini yitirmişse, kendisine zararlı olanı seçiyor, yeğliyorsa, yozlaşmış derim. _Hiçin ve olumsuzlamanın bu bilinçli avukatı, «Hakikat»in sözcüsü yerine konduğunda, doğru zaten tepesi üstüne çevrilmiştir. Rahip, yaşamın bu meslekten yok sayıcısı, yalanlayıcısı, zehirleyicisi, yüksek bir insan türü sayıldığı sürece, doğru nedir sorusuna hiçbir yanıt bulunamaz. İdealist, tıpkı rahip gibi, bütün büyük kavramları elinde tutar (— yalnızca elinde de değil!), onları iyi niyetli bir horgörüyle, «anlama yetisi»ne, «duyular»a, «onurlar»a, «mutlu yaşam »a, «bilim»e karşı kullanır; _Kant eleştirisi_ Protestan papaz, Alman felsefesinin büyükbabasıdır; Kant'ın başarısı, salt bir tanrıbilimci başarısıdır: Kant, Luther gibi, Leibniz gibi, kendi başına ayakta duramayan Alman dürüstlüğünün yeni bir payandasıydı. Kant'ın olmasını istediği gibi, salt «erdem» kavramı karşısındaki bir saygı duygusundan çıkan bir erdem, zararlıdır. Bir erdemin, kendi buluşumuz, kendi kişisel-özel gereksinmemiz ve gerekirliğimiz olması gerekir: «Erdem», «ödev», «kendi başına iyi», kişisel-özel-olmayan, genel-geçer nitelikte iyi —uydurmalardır bütün bunlar; içinde çöküşün, yaşamın son güçsüzleşmesinin, Königsberg Çinliliği'nin dilegeldiği uydurmalar. Bir halk, kendi ödevini, genel olarak ödev kavramıyla karıştırınca, batar. İç zorunluk olmaksızın, derin bir kişisel - özel seçim olmaksızın, haz olmaksızın, «ödev»in otomatı olarak çalışmak, düşünmek, duymak kadar hızla yıkan başka ne olabilir? Bu, tam da décadence'in reçetesidir, hatta budalalığın reçetesi... Kant, budala oldu. —Hem de Goethe 'nin çağdaşıydı bu! Bu yazgı örümceği. Fransız Devrimi'ni, devletin organik olmayan biçiminden organik biçimine geçiş diye gören Kant değil miydi? _Hanımcıklar gibi davranan bütün bu büyük gayretkeşler ve hilkat garibeleri —«güzel duygular»ı kanıtlama sayarlar. Kanmayı da doğruluğun ölçütü. En sonunda da Kant, olanca «Alman» masumluğuyla, bu yozlaşma biçimini, bu düşünsel vicdan eksikliğini, «pratik akıl» kavramı altında bilimselleştirmeğe çalıştı: Neredeyse bütün halklarda, filozofun rahip tipinin gelişmiş bir biçiminden başka bir şey olmadığını savlarsak, rahipten kalan bu miras, bu kendi kendine kalpazanlık, şaşırtıcı olmaktan çıkar. _Biz bile, biz özgür tinliler bile «değerlerin yeniden değerlendirilmesi »yiz, bütün eski «doğru» - «doğru olmayan» kavramlarına karşı cisim bulmuş bir savaş ilanıyız, zafer ilanıyız. En değerli bakışlar en geç bulunur; en değerli bakışlar ise yöntemlerdir. Şimdiki bilimselliğimizin bütün yöntemleri, bütün varsayımları binyıllar boyu en derin horgörüyle karşılandı:kişi —«tanrı düşmanı» sayıldı, hakikat hor görücüsü, «ecinni çarpmış» sayıldı. Bilimsel kişilik, şandala'ydı... Bizim ereklerimiz, bizim etkinliklerimiz, bizim sessiz; dikkatli; kuşkulu tarzımız —hepsi tamamiyle düşkün, horgörülesi göründü insanlığa, Bizim alçakgönüllülüğümüzdü onların beğenisine en çok aykırı düşen... _Düşler dünyası, gerçekliği tersinden de olsa yansıtır, oysa bu kurgular dünyası gerçekliği sahteleştirir, değersizleştirir, değiller. «Doğa» kavramı «tanrı»nın karşıt kavramı olarak ayarlanınca, «doğal» sözcüğü «günahkâr» anlamına gelmek zorundaydı, —bütün bu uydurmalar dünyası, köklerini, doğal olana (—gerçekliğe!—) karşı bir nefrette buluyordu, gerçek karşısında derin bir hoşnutsuzluğun dilegelişiydi... Bu da her şeyi açıklıyor. Gerçeklikten acı çeken. Ama gerçeklikten acı çekmek demek, kendisi bir bahtsız gerçeklik olmak demektir... Nahoş duyguların hoş duygulara ağır basmasıydı, bu uydurma ahlakın ve dinin nedeni: bu ağır basma ise, décadence'in formülünü sağlar. _Budizm, Hristiyanlıktan yüz kez daha gerçekçidir. Yüzlerce yıl sürmüş bir felsefe geleneğinden sonra gelmiştir. Bunun «tanrı» kavramı da, daha gelirken, giderilmiştir. «Günaha karşı savaş» demez, «acıya karşı savaş» der. İyinin ve kötünün ötesinde durur. Açık havada yaşamayı, gezgin yaşamını; yiyeceklerde ölçülülüğü ve seçiciliği; bütün alkollü içkilerden kaçınmayı; aynı şekilde, safra yapan, kanı kızıştıran bütün tutkulardan kaçınmayı getirir; dinginlik veren ya da şenlendiren tasarımları geliştirir. Dua etmek yasaktır, hiçbir kesin buyruk yok, hiçbir zorlama yok, manastır topluluğunun kendi içinde bile (—isteyen çıkıp gidebilir—).başka türlü düşünenlere karşı savaşmayı öğütlemez; öğretisi, kin, çekemezlik, ressentiment duygularından başka hiçbirşeye karşı değildir (—«düşmanlığa çare düşmanlık değildir» geniş yüreklilik ve hoşgörü, militarizm yok. Hareketin ordusunu oluşturanlar da yüksek ve öğrenim görmüş toplum katmanları, istenen, neşelilik, dinginlik, en yüksek amaç olarak arzulardan arınmaktır, yetkinlik normal durumdur. _Hristiyanlık, yırtıcı hayvanlar üzerinde efendi olmak istiyordu; bulduğu yol da onları hasta yapmaktı, —zayıflaştırmak, Hristiyanca ehlileştirme, «uygarlaştırma» reçetesidir. Budizm uygarlığın sonunun ve yorgunlaşmasının dinidir, Hristiyanlığın önünde ise. uygarlık daha yoktur bile, —onu, belirli koşullarda kuracaktır. _Doğruluk ve bir şeyin doğru olduğu inancı: neredeyse karşıt dünyalar, Acı çekenlerin bir umut yoluyla ayakta tutulmaları gerekir; _Décadence, Yahudilik ve Hristiyanlıkta güce ulaşmaya çalışan insan türü, bu rahipçe tür için, yalnızca bir araçtır: bu insan türünün yaşamsal çıkan, insanlığı hasta kılmaktı ve «iyi» ile «kötü», «doğru» ile «yanlışın» tersine çevirmekte yatıyordu. _ Ne anlama gelir «ahlaki dünya düzeni»? İnsanın neyi yapması, neyi yapmaması gerektiği konusunda bütün zamanlar için tek bir defada ortaya konmuş bir tanrı iradesi olduğu; bir bireyin değerinin, tanrının iradesine ne kadar çok ya da az boyun-eğildiğiyle ölçüldüğü; tanrının iradesinin egemen, yani boyuneğiş derecesine, göre, ödeklendirici ve ödüllendirici olacağı. Bu zavallı yalanın ardındaki gerçek ise şöyledir: Bir asalak insan türü, yaşamın bütün sağlıklı yapıları pahasına serpilen bir tür, rahip, tanrının adını kötüye kullanmaktadır : şeylerin değerini rahibin belirlediği duruma, «tanrının egemenliği»; böyle, bir durumun elde edilmesini ya da korunmasını sağlayacak araçlara, «tanrının iradesi» adını takar; bütün bozukluk, insanların «Kutsal Kitab»a yabancılaşmış olmasındadır... Rahip, kesinlikle, en küçük kılları kırka yararak, kendisine verilecek en büyük ve en küçük vergilere varasıya (—en leziz et parçasını da unutmadan, çünkü rahip beefsteak tıkınır), tek bir seferde formüle etmişti neyi elde etmek istediğini. «Tanrının İradesinin ne olduğu»nu... rahip her yerde onsuz-edilemezdir; yaşamın her doğal olayında, doğumda, evlenmede, hastalıkta, ölümde (kurbanlardan, «ekmeğin bölünmesi»nden hiç söz etmiyoruz), bu kutsal asalak orada hâzır ve nazırdır, bütün bu işleri doğallıklarından çıkarmak: onun dilinde, «kutsamak» için... Rahip doğayı değersizleştirir, kut-dışı kılar: bunun pahasına sürdürür kendi varlığını. rahip, günahlar sayesinde yaşar, «günah işlenmesi» bir gerekliliktir onun için.. _İsa, başkaldırının başlatıcısı olarak anlaşılsa, ya da yanlış anlaşılsa da, başkaldırının neye yönelik olduğunu görmezlikten gelmiyorum: bu, Yahudi Kilise'sine bir başkaldırmadan başka bir şey değildi; —toplumun yozlaşmasına karşı değil, üst sınıflara, ayrıcalıklara, düzene, kurallara karşıydı. **************** **************** BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT _Etrafımda cinler olsun isterim çünkü cesurum. Hayaletleri ürküten cesaret, cinler periler yaratır kendine, – gülmek ister cesaret. _Cesur, tasasız, alaycı, zorba – böyle olmamızı ister bilgelik: bir dişidir o ve her zaman yalnızca savaşçıyı sever. _Kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alıp da bozulmadan kalmak için, zaten bir deniz olmak gerekir. Bakın, Üstinsanı öğretiyorum size: işte bu denizdir o, büyük aşağılamanız batıp gidebilir içinde. _Bir korkuluğum ben ırmak kenarında, tutunabilen tutunsun bana! Sizin koltuk değneğiniz değilim ama. – Böyle söyledi Zerdüşt. _Nedir bu insan? Bir aradayken nadiren barış içinde yaşayan yabani yılanlardan oluşan bir yumak – kendi başlarına giderler uzaklara ve av ararlar yeryüzünde. _Özgür yüksekliklere çıkmak istiyorsun, yıldızlara susamış ruhun. Ama kötü dürtülerin de özgürlüğe susamış. _Bir zamanlar kahraman olmayı düşünüyorlardı: şehvet düşkünü oldular şimdi. Bir öfke ve bir dehşettir kahraman onlara. _Beni anlamıyorlar, ben bu kulakların dinleyeceği ağız değilim. Ve şimdi bana bakıp gülüyorlar; ve gülerken benden hâlâ nefret ediyorlar. Buz gibi soğuk gülüşleri. _Kendi dünyasını kazanır dünyayı kaybeden. _Kendi düşmanınızı aramalısınız ve kendi düşünceleriniz uğruna kendi savaşınızı vermelisiniz! Kendi düşünceniz yenilse bile, dürüstlüğünüz zafer çığlıkları atmalı! _Oraya, devletin bittiği yere – oraya bakın kardeşlerim! Görmüyor musunuz gökkuşağını ve Üstinsana giden köprüleri? __ _Zerdüşt 30 yaşındayken yurdunu terk edip dağlara çıktı. Burada yalnızlığın tadına vardı ve 10 yıl boyunca da bundan usanmadı. Ne var ki sonunda dönüştü yüreği – ve bir sabah, tanyeri ağarırken kalktı ve güneşin karşısına geçip şöyle söyledi: “Ey sen büyük yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, ne olurdu mutluluğun? Bak! Usandım bilgeliğimden, tıpkı fazla bal toplamış arılar gibi. Armağan vermek istiyorum. Bu yüzden inmeliyim derinliklere: Senin gibi, batmalıyım ben de. Bunun için kutsa beni. Çok büyük bir mutluluğa bile kıskanmadan bakabilen, ey dingin göz! Taşmak isteyen kabı kutsa ki, altın sular aksın ondan ve taşısın senin sevincinin pırıltısını dört bir yana! Bu kap tekrar boşalmak istiyor. Zerdüşt tekrar insan olmak istiyor.” Böyle başladı Zerdüşt’ün batışı. _Zerdüşt dağdan indi. Ormana vardığında, bir ihtiyar belirdi ve şunları söyledi: Evet, tanıdım Zerdüşt’ü. Durudur gözleri ve hiçbir tiksinti sinmiş değildir dudaklarının kıvrımına. Dansçı gibi yürümesi de bundandır ya! Değişmiş Zerdüşt, çocuk olmuş Zerdüşt, uyanmış Zerdüşt: Şimdi ne arıyorsun uyuyanların yanında? O zamanlar küllerini taşırdın dağlara: şimdi de ateşini mi taşımak istersin vadilere? Zerdüşt yanıt verdi: “Seviyorum insanları “Ben niye çekildim ki ormana ve ıssızlığa?” dedi ermiş, “İnsanları çok sevdiğimden değil mi? sevmiyorum insanları. Tamamlanmamış bir şeydir insan benim gözümde. İnsanları sevmek mahvederdi beni.” Zerdüşt yanıt verdi: “Sevgiden söz eden kim! İnsanlara bir armağan getiriyorum ben.” Bir şey verme onlara,” dedi ermiş, vermek istiyorsan da, sadakadan fazlasını verme, Hayır,” diye yanıtladı Zerdüşt. “Ben sadaka vermem. O kadar fakir değilim.” Gitme insanların yanına, kal ormanda! Hayvanların arasına karış daha iyi! Neden sen de benim gibi olmak istemiyorsun – ayıların arasında bir ayı, kuşların arasında bir kuş?” Zerdüşt yalnız kaldığında şöyle söyledi yüreğine: “Olacak iş mi bu? Bu yaşlı ermiş, ormanında henüz duymamış tanrının öldüğünü.” _Size Üstinsanı öğretiyorum. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Üstinsan yeryüzünün anlamıdır. Maymun nedir ki insanın gözünde? Bir kahkaha ya da acı verici bir utanç, insan da işte bu olmalı Üstinsanın gözünde: bir kahkaha ya da acı verici bir utanç. _“Ne önemi var ki benim mutluluğumun? Yoksulluktan, pislikten ve sefil bir huzurdan ibarettir o. Ne önemi var ki benim aklımın? Bir aslanın yiyeceğini araması gibi arıyor mu ki bilgiyi? Günah işlerken bile cimri oluşunuz haykırıyor göklere! Bakın, Üstinsanı öğretiyorum size: işte bu yıldırımdır o, bu çılgınlıktır o! – _Severim gelecektekileri haklı çıkaranı ve geçmiştekileri kurtaranı: çünkü şimdiki zamandakilerin eliyle mahvolmak ister o. _Severim ruhu dolup taşanı, bu yüzden kendisini bile unutanı ve her şeyi içinde barındıranı; böylece her şey batışı olur onun. _Severim ağır damlalar gibi olanların tümünü, onlar ki tek tek düşerler insanların üzerindeki kara buluttan: yıldırımın yaklaştığını haber verirler ve haberciler olarak yok olurlar. Bakın, ben yıldırımın habercisiyim ve ağır bir damlayım buluttan düşen: bu yıldırımın adı Üstinsandır. _Severim bir işe başlamadan önce altın sözler saçanı ve her zaman vaat ettiğinden daha fazlasını yerine getireni: çünkü kendi batışını ister o. _İnsan bir iptir, hayvan ile Üstinsan arasında gerilmiş – bir ip ki uzanır bir uçurumun üzerinde. Böylece kendi batışını ister o. _Solucandan insana dek yol aldınız. Ve hâlâ pek çok solucanlık var içinizde. Bir zamanlar maymundunuz ve şimdi bile insan daha fazla maymundur herhangi bir maymundan. En bilgeniz bile uyumsuzluktur; bitki ile hayaletin bir melezidir. _Yalvarıyorum kardeşlerim, yeryüzüne sadık kalın ve size doğaüstü umutlardan söz edenlere inanmayın! Zehir saçar onlar, Yaşamı aşağılayanlardır onlar, kuruyup gitmeye yüz tutmuş ve bizzat zehirlenmiştir onlar. _Bir zamanlar ruh aşağılayarak bakıyordu bedene: bedenin zayıf, iğrenç, açlıktan ölmek üzere olmasını isterdi ruh. Böylece bedenden kurtulabilecekti. _Zerdüşt sözlerini söyledikten sonra halka baktı ve sustu, “İşte oradalar,” dedi yüreğine, “gülüyorlar işte; beni anlamıyorlar, ben bu kulakların dinleyeceği ağız değilim. Ve şimdi bana bakıp gülüyorlar; ve gülerken benden hâlâ nefret ediyorlar. Buz gibi soğuk gülüşleri. _Gurur duydukları bir şeyleri var. Peki ne diyorlar, onları gururlandıran bu şeye? Kültür diyorlar buna, kendilerini keçi çobanlarından ayırıyormuş bu. _Ara sıra bir tutam zehir: hoş rüyalar gördürür. Ve sonunda fazlaca zehir rahatlık içinde öldürür. _Bu sırada ip cambazı iki kule arasında, halatın üstünde yürümeye başlamıştı. Soytarı kılıklı bir adam“Yürü, topal,” diye bağırdı. Dengesini kaybetti ve ayağı ipten kesildi; sırıktan da hızlı düştü. Pazaryeri ve halk fırtınaya tutulmuş bir deniz gibiydi. Zerdüşte: Çoktandır biliyordum şeytanın bana çelme takacağını. Şimdi cehenneme sürüklüyor beni: Engel olacak mısın ona?” “Şerefim üzerine dostum,” diye yanıtladı Zerdüşt, “sözünü ettiklerinin hiçbiri yok: ne şeytan var, ne de cehennem. Ruhun bedeninden önce ölmüş olacak, hiç korkma artık!” “Eğer hakikati söylüyorsan,” dedi sonra, “hiçbir şey yitiriyor sayılmam yaşamımı yitirmekle. Dayak ve birkaç lokma yiyecekle dans etmeyi öğrenen bir hayvandan daha fazlası değilim ben.” _Sahiden iyi bir avla döndün bugün balıktan Zerdüşt! Bir insan değil, ama bir ceset takıldı ağlarına. _Tekinsizdir insan yaşamı ve henüz yoktur bir anlamı: felaketi olabilir onun bir soytarı. _Zerdüşt cesedi sırtına aldı ve yola koyuldu. Bir insan yaklaştı yanına Kuledeki soytarıydı bu konuşan. “Çık git bu şehirden, ey Zerdüşt,” dedi soytarı. Şehrin kapısında mezarcılar karşıladı onu: meşalelerini yüzüne tuttular, Zerdüştle alay ettiler. “Zerdüşt ölü köpeği götürüyor: Zerdüşt buna karşılık tek bir söz bile söylemedi ve yoluna devam etti. Acıktı ve bir evin kapısını çaldı, ihtiyar: Bu gelen de kim bana dedi. Bir diri ve bir ölü,” dedi Zerdüşt. Yiyecek ve içecek bir şeyler verin bana. _Ormanda uyuyup uyandıktan sonra, karayı gören bir denizci gibi, sevinçle haykırdı: Bir ışık doğdu içime: halka değil, yoldaşlarına konuşmalı Zerdüşt! Zerdüşt bir sürünün çobanı ve köpeği olmamalı! Diri yoldaşlar gerek bana, kendilerini izlemek istedikleri için beni izleyen – ve gitmek istediğim yere doğru. Öfkelenmeli bana halk ve sürü: harami olmak istiyor Zerdüşt çobanların gözünde. Çobanlar diyorum: ama doğru inancın müminleri diyor onlar kendilerine. Yoldaşlar arar yaratan kişi, cesetler değil, sürüler ve müminler de değil. Yaratmakta kendisine eşlik edecekleri arar yaratan kişi, yeni levhaların üzerine yeni değerler yazanları arar o. Ona yaratmakta, hasatta ve şölende eşlik edecekleri arar Zerdüşt: ne işi var onun sürülerle, çobanlarla ve cesetlerle! Çoban olmamalıyım ben, mezarcı olmamalıyım. Bir daha konuşmayacağım halkla; son kez konuştum bir ölüyle. Yaratanları, hasat edenleri, şölen yapanları dost edineceğim kendime: gökkuşağını ve Üstinsanın tüm basamaklarını göstereceğim onlara. _Bir kartal geniş daireler çiziyordu gökyüzünde ve bir yılan vardı, sarkıyordu üstünden, bir av gibi değil de bir sevgili gibi: çünkü dolanmıştı kartalın boynuna. Benim hayvanlarım bunlar!” dedi Zerdüşt ve sevinçle doldu yüreği. Güneşin altındaki en gururlu hayvan ve güneşin altındaki en bilge hayvan – keşif için yola koyulmuşlar. Zerdüşt’ün hâlâ yaşayıp yaşamadığını keşfe çıkmışlar. Sahi, yaşıyor muyum hâlâ? Ermişin sözü aklına geldi: her zaman akıllılığımla birlikte yürümesini isterim gururumun! Ve gün olur akıllılığım beni terk ederse: – ah, pek sever o, kaçıp gitmeyi! – gururum da uçup gitsin, budalalığımla birlikte! Böyle başladı Zerdüşt’ün batışı. __Zerdüşt’ün Söylevleri__ _Üç Dönüşüm Üzerine_ _Tinin deveye, devenin aslana ve son olarak da aslanın çocuğa dönüşmesini. Nedir ağır olan? Yoksa zaferini kutladığı sırada davamızdan ayrılmak mıdır? Bilginin meyveleriyle beslenmek ve hakikat uğruna gönlünü aç bırakmak mı? Yoksa bizi aşağılayanları sevmek ve hortlağa tam da bizi korkutacağı sırada elini uzatmak mı? Tüm bu en ağır şeyleri alır sırtına dayanıklı tin: tıpkı çölde koşturan yüklü bir deve gibi, koşturur kendi çölünde. Issız çölde gerçekleşir ikinci dönüşüm: aslan kesilir burada tin, özgürlüğü geçirmek ister eline ve efendi olmak ister kendi çölünde. Yeni değerler yaratmak – aslanın da gücü yetmez henüz buna. Ama yeni bir yaratım için özgürlük yaratmak – buna yeter aslanın gücü. Aslanın gücünün yetmediği, ama çocuğun yapabileceği ne var ki? Neden yırtıcı aslanın bir de çocuk olması gerekiyor ki? Masumiyettir çocuk ve unutuş, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendi kendine dönen bir çarktır, kardeşlerim: şimdi kendi istemini ister ruh, kendi dünyasını kazanır dünyayı kaybeden. _Erdemin Kürsüleri Üzerine_ _Şöyle söyledi bilge: Saygılı ve utangaç olun uyku karşısında! Birincisi bu! Ve uykusu bozuk olan ve gece uyanık kalan her kim varsa, kaçın ondan. Kolay zanaat değildir uyumak: bunun için gün boyunca uyanık kalmak gerekir. _Barış tanrıyla ve komşunla: bunu gerektirir iyi uyku. Barış komşunun şeytanıyla da! Yoksa geceleyin dolaşır senin odanda. Her zaman en iyi çobandır benim gözümde, uykusunu en yeşil çayırlarda gezdiren: iyi gelir bu uykuya. _Günde on kez yenmelisin kendini: bu iyi bir yorgunluk verir ve ruhuna afyon gibi gelir. Günde on kez yeniden barışmalısın kendinle; çünkü kendini yenmek burukluk yaratır ve kötü uyur barışık olmayan. _Gün boyunca yaptıklarımı ve düşündüklerimi aklımdan geçiririm. Geviş getirircesine sorarım kendime, bir inek gibi sabırla: bugün nasıl yendin on kez kendini? Usulca yaklaşır yanıma hırsızların en sevimlisi ve çalar düşüncelerimi: afallayıp kalırım oracıkta, _Zerdüşt şöyle dedi: Onun bilgeliği şu: iyi uyumak için uyanık olmak. Yaşamın bir anlamı olmasaydı da anlamsızlığı seçmek zorunda kalsaydım eğer, anlamsızlıkların arasında en iyi seçenek bu olurdu doğrusu. Tüm bu övülen kürsü bilgelerinin gözünde bilgelik düş görülmeyen bir uykuydu: yaşamın daha iyi bir anlamını bilmiyorlardı. _Ötedünyacılar Üzerine_ _Bir zamanlar Zerdüşt de insan ötesinin hayaline kapılmıştı, tüm ötedünyacılar gibi. Kendisini görmek istemiyordu yaratan – bunun üzerine dünyayı yarattı. Kendi acılarını görmemek ve kendinden geçmek, mest edici bir haz gibidir acı çekene. Mest edici bir haz ve kendini kaybetmek gibi görünüyordu bir zamanlar dünya bana. Yarattığım bu tanrı insanların eseri ve cinnetiydi, tüm tanrılar gibi! kendi külümden ve közümden geldi bana bu hayalet, sahiden de! Öteki dünyadan gelmedi o bana! Kendimi yendim. Kendi külümü taşıdım dağlara, daha parlak bir alev buldum kendime. Bakın hele! O zaman kaçtı hayalet benden. Böyle hayaletlere inanmak artık acı verir bana, bir eziyet olur iyileşene: Hastalar ve ölüm döşeğindekilerdi bedeni ve yeryüzünü aşağılayanlar, göksel olanı ve kurtarıcı kan damlasını icat ettiler: Böylece kendi bedenlerinden ve yeryüzünden uzaklaştıklarını zannediyorlardı, bu nankörler. _Tüm şeylerin en harikası zaten en iyi kanıtlanmış olan değil midir? _Aklın çılgınlığı tanrıya benzemekti ve kuşku duymak günahtı. _Çok iyi tanırım bu tanrıya benzeyenleri: kendilerine inanılmasını isterler ve kuşku duymanın günah olmasını. Gerçekten, öte dünyalara ve kurtarıcı kan damlalarına inanmaz onlar: en çok bedene inanırlar onlar da, kendi bedenleri kendinde şeydir onların gözünde. _Bedeni Aşağılayanlar Üzerine_ _Bir çift sözüm var bedeni aşağılayanlara. Ne yeni bir şey öğrensinler, ne de yeni bir şey öğretsinler, sadece kendi bedenlerine hoşça kal desinler – ve böylece sussunlar. “Bedenim ben, hem de ruh” – böyle konuşur çocuk. Neden çocuklar gibi konuşmayalım ki? Ama uyanmış, bilen kişi der ki: Bütünüyle bedenim ben, başka hiçbir şey değilim onun dışında; ruh da bedendeki bir şeye verilen addır sadece. Senin küçük aklın da bedeninin aletidir, kardeşim, şu senin “tin” dediğin, senin büyük aklının küçük bir aleti ve oyuncağıdır. Duyu ve tin alettir, oyuncaktır: onların ardındaysa benlik vardır. Benlik bilincin gözleriyle de arar, tinin kulaklarıyla da duyar. Düşüncelerinin ve duygularının ardında güçlü bir buyurgan, bilinmeyen bir bilge vardır kardeşim – benlik denir ona. Senin bedeninde yaşar o, senin bedenindir o. _Bir çift sözüm var bedeni aşağılayanlara. Aşağılamaları saygılarındandır. Yok olmak istiyor benliğiniz ve bu yüzden bedeni aşağılıyorsunuz siz! Çünkü artık kendinizden öte bir şey yaratacak halde değilsiniz. İşte bu yüzden yaşama ve yeryüzüne öfkeleniyorsunuz şimdi. Haset dolu, bilinçdışı bir kıskançlık var aşağılamanızın şaşı bakışlarında. _Tutkular Üzerine_ _Bu kuş bende yaptı yuvasını: bu yüzden seviyor ve bağrıma basıyorum onu – şimdi altın yumurtalarına kuluçkaya yatıyor bende.” Böyle gevelemelisin ve övmelisin erdemini. Bir erdemin varsa ve o senin erdeminse, hiç kimseyle paylaşmazsın bu erdemi. Yoksa sürü oldun sen de! _Ve ister ansızın öfkelenenlerden ol, ister şehvetlilerden, istersen de bağnazlardan ya da intikam düşkünlerinden ol: Sonunda tüm tutkuların erdemlere dönüşecek, tüm şeytanların da meleklere. Eskiden mahzeninde vahşi köpeklerin vardı: ama sonunda kuşlara ve sevimli şarkıcı kızlara dönüştüler. _Her bir erdem bir diğerini kıskanır ve kıskançlık korkunç bir şeydir. Erdemler de mahvolabilir kıskançlık yüzünden. _Kıskançlık ateşinin ortasında kalan, sonunda kendine yöneltir zehirli iğnesini, tıpkı bir akrep gibi. _Solgun Suçlu Üzerine_ _Kendi hükmünü vermesi yaşamının doruk noktasıydı: yücelmiş olanın yeniden alçalmasına izin vermeyin! _Sizin için öldürmek, ey yargıçlar, bir merhamet olmalı, intikam değil. Üzüntünüz Üstinsana duyduğunuz sevgi olsun: böyle haklı çıkarırsınız hâlâ-yaşamanızı! “Düşman” demelisiniz, “kötü” değil; “hasta” demelisiniz, “alçak” değil; “budala” demelisiniz, “günahkâr” değil. _Bir zamanlar kuşku ve Benlik istemi kötüydü. O zamanlar hastalar zındık ve cadıydı: zındık ve cadı olarak eziyet çekiyor ve çektirmek istiyorlardı. _Sahiden, cinnetinizin adı hakikat ya da sadakat ya da adalet olsun isterdim; ama erdemleriniz var sizin, uzun bir yaşam ve sefil bir huzur için. _Okumak ve Yazmak Üzerine_ _Tüm yazılanların içinde insanın kendi kanıyla yazdığını severim sadece. Kanınla yaz: göreceksin ki kan tindir. Bir zamanlar tanrıydı tin, sonra insan oldu ve şimdi hatta ayaktakımından birisi olacak. _Artık sizinle ortak değil duyularım: altımda gördüğüm bu bulut, beni güldüren bu siyah ve ağır bulut – işte size fırtınayı getirecek olan bu. _Her zaman biraz çılgınlık vardır aşkta. Ama her zaman biraz da akıl vardır çılgınlıkta. _Doğrudur: severiz yaşamı, yaşama değil de, sevmeye alışkın olduğumuz için. _Dağdaki Ağaç Üzerine_ _İnsanlar da ağaç gibidir. Ne kadar yükseğe ve aydınlığa çıkmak isterse, o kadar kuvvetle toprağın altına inmek ister kökleri, karanlığa, derinliğe – kötülüğe.” _Yukarı vardığımda, hep yalnız buluyorum kendimi. Hiç kimse konuşmuyor benimle, yalnızlığın ayazı titretiyor beni. Ne arıyorum ki yükseklerde? Nasıl da nefret ediyorum uçanlardan! Ne kadar yorgun oluyorum yükseklerde!” _Ölümü Vaaz Edenler Üzerine_ _İçlerinde yırtıcı bir hayvan taşıyan ve tensel zevklerden ya da kendi etlerini parçalamaktan başka seçenekleri olmayan korkunç kişiler. Ölmeyi çok istiyorlar ve biz de arzularına saygı duyalım! Bu ölüleri uyandırmaktan ve bu canlı tabutlara zarar vermekten kendimizi alıkoyalım! _Siz hepiniz, delicesine çalışmayı ve hızlı, yeni, yabancı olanı sevenler, – kendinize katlanamıyorsunuz, sizin çalışkanlığınız bir kaçıştır ve kendi kendini unutma istemidir. _Savaş ve Savaşçılar Üzerine_ _Yüreğinizdeki nefreti ve hasedi bilirim. Nefreti ve hasedi bilmeyecek kadar büyük değilsiniz. Ve bilginin ermişleri olamasanız bile, en azından bilginin savaşçıları olun. _Barışı değil, zaferi öğütlüyorum. Çalışmanız bir kavga, barışınız bir zafer olsun! _İyi bir dava, savaşı bile kutsallaştırandır diyorsunuz öyle mi? Ben de diyorum ki size: iyi bir savaş her davayı kutsallaştırır. _Sadece nefret edilesi düşmanlarınız olmalı, aşağılanası düşmanlarınız olmamalı. Gurur duymalısınız düşmanlarınızla: çünkü düşmanlarınızın başarıları sizin de başarılarınızdır. _Yeni Put Üzerine_ _Devlet tüm soğuk canavarların en soğuğudur. Soğuktur söylediği yalanlar da; ve şu yalan dökülür dudaklarından: “Ben, devlet, halkın ta kendisiyim.” Yalandır bu! Yaratıcılardı halkları yaratanlar ve onların üzerlerine birer inanç ve sevgi astılar: böylece, hizmet ettiler yaşama. Birçokları için tuzaklar kuranlar ve bu tuzağı devlet diye adlandıranlar yok edicilerdir: Her şey sahtedir onda; çalıntı dişlerle ısırır o ısırgan. Sahtedir iç organları bile. Baksanıza, nasıl da çekiyor kendine onları, çok-fazlaları! Nasıl da çiğneyip yutuyor onları ve geviş getiriyor sonra da! Yeryüzünde benden büyük yok: Ben tanrının düzen kuran parmağıyım” – böyle böğürüyor bu canavar. Ve sadece uzun kulaklılar ve yalnızca yakını görebilenler de değildir önünde diz çökenler! Evet, sizi de bulur o, siz eski tanrıyı alt edenleri! Yorgun düştünüz kavgada, şimdi de bu yeni putun işine yarıyor yorgunluğunuz! Siz ona tapınırsanız, her şeyi verecektir o size, bu yeni put: böyle satın alıyor erdeminizin pırıltısını ve gururlu gözlerinizdeki bakışı. Bakın şu lüzumsuzlara! Servet edinirler ve böylece daha da yoksullaşırlar. Şu çevik maymunların tırmanışına bakın! Birbirlerinin sırtına tırmanırlar, böylece çamura ve derine batarlar. Bunların hepsi delidir, birbirlerinin sırtına tırmanan maymunlardır ve aşırı kızışmışlardır benim gözümde. Putlarının, o soğuk canavarın kötü kokusu geliyor burnuma: kötü kokuları geliyor burnuma hepsinin, bu putperestlerin. Oraya, devletin bittiği yere – oraya bakın kardeşlerim! Görmüyor musunuz gökkuşağını ve Üstinsana giden köprüleri? **********
·
754 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.