Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

192 syf.
9/10 puan verdi
·
6 günde okudu
“İhsan Oktay Anar kitapları, kolayca incelenecek ve uzunluğu ile derinliği ne olursa olsun “tamamlanmış” incelemeler yapılabilecek kitaplardan değil. İyi ki de değil. Öncekilere nispeten Galîz Kahraman, dili itibariyle daha yüzeyden, olaylar itibariyle daha yakın dönemden gitmesine rağmen İhsan Oktay Anar kitapları ile ilgili bu geleneği bozmuyor. Roman bölüm araları olmaksızın, sayfa atlamasız başlıyor ve baş kahramanı gibi hiperaktif, deli dolu bir düzensizlikle ilerliyor. “Düzensiz” ifadesine takılmayın; kurgusu itibariyle pek çok tezatı birbiriyle barıştıran yazar, düzensizliklerle düzen de sağlıyor. Kitap incelemelerinde “Kitabı koysaydın bari” dedirtmemek, hem de fazla ipucu vermemek adına alıntı yapmam fazla. Bu seferlik birazcık bozmak durumundayım bazı noktaları somutlaştırabilmek için. Kitabı bitirmeyenlere sorun olmasın diye o kısmın başına ve sonuna [SPOILER] işareti koydum.Öte yandan “spoiler” dediğimiz ipuçlarının Galîz Kahraman’a zarar vereceğini de düşünmüyorum. Zira Galîz Kahraman, sıradanlığıyla kahramanlaşan İdris Âmil’i anlatırken, roman da bir dizi aleladelikten fevkaladelikler yaratıyor. İhsan Oktay Anar Külliyatından Farkı Galîz Kahraman‘da, önceki romanlarından nispeten farklı olarak yüzeye ve bugüne yaklaşmış bir İhsan Oktay Anar görüyoruz. Amat’taki, Yedinci Gün’deki o karanlık, gizemli ve efsunlu atmosferden çıkıp sokağa, zaman zaman absürd öğeler sunulsa da sıradan insanların, sıradan ortamlarına gdiyoruz. Öte yandan romandaki zaman dilimi de önceki romanların aksine bugüne daha yakın. “Sokaktaki sıradan insan” tabiri sakın ola “yurdum insanı” masumiyetini aklımıza getirmesin. İhsan Oktay Anar, hayalgücüyle süslediği realizmini bu romanda daha da zirveye çıkarıyor. Başta İdris Âmil Hazretleri olmak üzere, iyiliği ve saflığı ile değil uyanıklığı, kabalığı, çıkarcılığı, yalancılığı ve bencilliği ile insanoğlunun en “saf” halini görüyoruz. Bir romanın “şifrelerini” yakalamak sizin için önemliyse Galîz Kahraman’ın derinliğini veren asıl noktanın bu yüzeysellik olduğunu söylemek iyi bir başlangıç olacaktır. İhsan Oktay Anar, “mevcûdenin çekilmez hoppalığı”nı, yani “varolmanın dayanılmaz hafifliği”ni verirken neden bu sıradanlığa başvurmak istemiştir bu sefer? Yazarlık serüveninde belki farklı bir yaklaşım denemek istemiştir ama yazarın biyografisinden çıkıp bugünün dünyası ve Türkiye’sine geldiğinizde, bu sıradanlık için bundan daha iyi bir fırsat olamaz belki de, diye düşünüyor insan. Alelade insanlardan oluşan halkı yönetmesi, yönlendirmesi, yani o aleladeliğe nispeten fevkalade olması beklenen yöneticilerin “basitleşmek” anlamında sıradanlaşmasıdır belki de bunu düşündüren…. Yüzeyden gitme ifadesini bir hayal kırıklığı olarak dile getirmiyorum. Aksine, romanın kuşbakışı görüntüsünün, içinde anlatılanlarla paralel olması iyi bir sonuç getiriyor. Osmanlıca kelimeleri kullanması nedeniyle eleştirilen ama bu kelimelerin, romanı asla “anlaşılmaz” kılmadığını gösteren İhsan Oktay Anar; bu romanda bana Ahmed Midhat Efendi’yi hatırlattı. Bilip öğrendiği, yorumladığı her şeyi halk için ve halkın anlayacağı şekilde kaleme alan Ahmed Midhat gibi İhsan Oktay Anar da bu sefer daha çıplak bir kalemle karşımızda. Ama kelimeler ve olaylar tek başlarına çıplak olsa da aralarındaki ilişkiler, kombinasyonlar öyle ustalıkla örülmüş ki İhsan Oktay Anar, en “buradayım” dediği yerde bile okuyucuyu düşündürüyor, kapıları gösteriyor ama hangi kapıdan nereye çıkacağını, dolayısıyla romandan dışarı nasıl çıkacağını yine okuyucuya bırakıyor. Alıştığımız İhsan Oktay Anar romanlarındaki olaylar, kahramanlar ve onların hissettirdikleri bizi kendimizden, gerçekliğimizden çıkarıp başka dünyalara ve zamanlara daldırırdı daha çok. Oysa İdris Âmil’den tutun da Ümmü Gülsüm Kıraathanesi müdavimlerine, Müteahhit Bey’den kabadayı tiplerine kadar hepsini ve yaşadıklarını okurken, bugünümüzden ve gerçekliğimizden çıkamıyoruz. “Hayatın içinden” dedikleri şey, birer karamizah, ironi ve absürd sayılabilecek çoğu unsura rağmen Galîz Kahraman’ın her satırına sinmiş durumda. Romanın içinde sağlı sollu eleştiriler, kahkahalar halinde patlarken romanın tamamının, kendisini “anlaşılmaz, derin, hayalci ve fantastik” bulanlara karşı bir İhsan Oktay Anar eleştirisi olup olmadığını düşünmemek imkansız. İç İçe İki Eleştiri Halkası Peki romandaki eleştiriler neler? İç içe iki halka düşünelim. Dışarıdaki, İhsan Oktay Anar’ın bir toplum ve toplumun içindeki varoluş biçimleri olarak “insanın” hem varoluşsal, hem bugünün penceresinde siyasal eleştirisi ise içerideki de özel anlamda kültür-sanat ortamlarına çöreklenen “koftiden” sanatseverler, yayıncılar, yazarlar, akademisyenler, üretmeden tüketenler ve eleştirenlerin eleştirisidir, diyebiliriz. Gelin biraz bakalım bunlara… Romanda “Avâma Açık San’atkar Müellif Kursu” vardır ve Ümmü Gülsüm Kıraathanesi’nde toplanırlar. Ümmü Gülsüm Kıraathanesi; üretmeden, üretileni ve üretenleri tüketen ve boş beleş eleştirenlerin çoğunlukta olduğu kültür-sanat camiamızın bir temsilidir. Yazarımız, bu ortamdaki tiplemeler ile diğer tiplemeler birleştiğinde adeta bir “tipler romanı” çıkarmıştır ortaya. [SPOILER]Sözgelimi; kursun hocası bugünün yaşam koçları ya da “çok satan roman nasıl yazılır”ı anlatan atölye hocaları gibidir. Belirli ücretler karşılığında sınıfın talebelerini kurtarmak ve onlara sınıf şuuru kazandırmak gibi bir misyonu vardır. Her derste farklı bir “entel” tiple derse gelir ve burada bazı “çok üst düzey sanatsal, teorik” muhabbetler döner. Okurken bana kahkaha attırmış olan, ciddiyetiyle komikliği atbaşı giden bir öğrenci sorusu örnek olabilir mesela: “Nedensellikten kayan düşüncenin yaşamın işlevselliği üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?” İki cümle edebiyat konuşalım diye yaklaştığınız pek çok kıl tipten bu tip lafları duymuşluğunuz vardır sizin de, değil mi? İhsan Oktay Anar, roman anlatıcısı olarak şöyle yorumluyor bunu: “Anlaşılan bu tür şahısların her biri, lügatteki kelimeleri torbaya doldurmuş, rastgele çekere cümleler kuruyorlardı. Cümlenin anlam taşıması için, özne, yüklem, nesne ve tümlecin olması kâfi görünüyordu. Fakat anlamın tamamlanması için cümlenin devrik olması şarttı. Çünkü edebiyatta devrim yapmanın başka çaresi yok gibiydi.” Bu tür cümlelerle, altı boş küstahlıkları eleştiren Anar, edebiyatın bilim cephesindeki akademisyenleri ve sektörleşen edebiyatın orasında burasında köşesini kapanları “Memlekette zaten, toprak ağaları yanı sıra kültür ağaları da hüküm sürmüyor muydu?” ifadeleriyle eleştiriyor. Editörü, eleştirmene mahcup olmamak için “güya” eseri düzeltmek zorunda olan, “bazı” eleştirmenleri de hata bulmak için yırtınan “kan, idrar, pislik lekeleri görünce fenalıklar geçiren” ve “hâlâ bakire, mızmız ev hanımlarına” benzetiyor.  Okuyucu da payını alıyor elbet. Zeus ve Yehova mitoslarıyla anlatılan bu kısımda, okuduğu kurguya ve hikayeye kapılıp metinle barışan okuyucu ve sürekli bir ciddiyetle hata arayan, metni ameliyat eden ve beğenmemekte ısrarcı okuyucu olarak ikiye ayırıyor.[SPOILER] Bu ve benzeri pek çok yerinde eleştiriyi buraya yazarak ne laf kalabalığına, ne de kitabı buraya yazmaya niyet etmeyeceğim. O yüzden değinmek istediğim daha ince noktalara geçmeden önce bu kısmı şöyle bitireyim: Bu eleştiriler, tahliller ve kaleme alınış biçimleri açısından Galîz Kahraman, bir edebiyat ve şiir teorisi kaynağı olarak da okunabilir. Özellikle edebiyat akademilerinde eser, bu tür bir yaklaşımla okutulabilir, üzerine çalışmalar yapılabilir ki yapılacaktır da zaten. Efgan Bakara: Bataklıkta Bir Gül Anti-ideal olduğu kadar gerçekçi olan onca kahraman içerisinde neredeyse tek idealize edilebilecek olanı Efgan Bakara. Kaldı ki yazar, onu dahi mizahi ve kimi zaman gülünecek yanlarıyla anlatmış. Yolunu çizmiş, idealist, kafa yoran, üreten kahramanımız, tüm bu bataklığın içindeki gül gibi. Nitelikli ve gerçekten üreten herkes gibi rağbet görmüyor, dalga geçiliyor, kullanılıp dışlanıyor Efgan Bakara. Romanda, kendi çamurunda boğulmadan ilerleyen tek karakter olmasına rağmen “Belki de en hayali karakter Efgan’dır” demeden duramıyor insan. Çünkü, paragrafın başında “anti-ideal” dediğim tüm kahramanlar, gerçek hayattaki çoğunluktan seçilen kahramanlarken onların arasında Efgan Bakara gibi olmak, kendini gerçekleştirme yolundan vazgeçmemek, imkansız değilse de zor bir hayal. “İdris Âmil Kimdir? Ara başlık, Kurân-ı Kerim’in şifresini çözecek Çelakıl gibi göstermesin beni. “Sıkı durun, büyük gizemi açıklıyorum” tadında bir değerlendirme değil bu elbet. Kaldı ki “İdris Âmil şu kişidir” gibi beyhude bir tespitte bulunmak da söz konusu değil. Kahramanımız, şu ya da bu kişiye işaret etmiyor, amacımız onu bir “roman kahramanı” olarak görebilmek zaten. İdris Âmil ismine Yedinci Gün’de de “İdris Âmil Zula” olarak rast gelmiştik. Hatırladığım kadarıyla aralarında bağlantı yok. Bu bölümün odağı açısından önemi de yok. Roman boyunca neredeyse hiçbir unsuru tesadüfî koymamış olan Anar için İdris Âmil tesadüfî bir kahraman adı mıdır, bilemem. Eski Yunan’da “Hırsızların Tanrısı” anlamındaki etimolojik kardeşi “Hermes”le mi, peygamber olarak “kalem tutanların ilki, pîri” anlamındaki İdris Peygamber’le mi ilgilidir, bilemem… “Âmil”in “yapan, işleyen” anlamıyla mı yoksa “yerine geçen, memur” anlamıyla mı seçilip seçilmediğini bilemem. Bu notları yalnızca düşündürmek için veriyorum. Galîz Kahramanile ilgili müstakbel incelemelerde mutlaka romandan “postmodern”, kahramanı İdris Âmil’den de “anti-kahraman” diye bahsedeceklerdir. İlk bakışta öyledir de. Çünkü dürüst, güçlü, cesur gibi niteliklerle idealize edilen “kahraman”ın aksine o bir “galîz”, yani “kaba, çirkin, iğrenç” bir kahramandır. Yani evet, “anti-kahraman”dır. Oysa idealize edilen o mükemmel kahramanların karşısında “anti-kahraman” olarak konulmuş gibi duran İdris Âmil Hazretleri’ne daha dikkatli bakınca, gerçek hayattaki “kahraman”lardan farkı olmadığını görürüz. Dolayısıyla “galîz” de olsa “kahraman kahramandır” diye başlıyor, sonra bir “anti-kahraman”a dönüşüyor ama en sonunda onun, herhangi biri olduğunu görüyorsunuz. Kitabın arka kapak yazısında dendiği gibi “Sıradanlığın üst insanıdır o”. Fakat yine orada dendiği gibi “Kendini algılamak, kendi küçük âlemine sığan kâinâtı kabul etmek” beklentilerini karşılar mı, düşünülür. Uzundur üzerine kafa yorduğum bir konu burada aklıma geliyor. “Beklentilerin kişilik ve ilişkiler üzerindeki etkileri” gibi bir konu başlığı. Kapasitesi genişlemeye müsait kişiliklerin ötesinde, müsait olmayanların da olduğunu kabul etmek üzerine. Bunu bir küçümseme, dışlama amacıyla değil, ilk ve temel anlamıyla söylüyorum. Yani kötü birinden, idealize edilmiş bir “iyi”yi beklemek veya belli bir konuda çok da yeterli olmayan birinden kapasitesinin üstünde bir yeterlilik beklemenin, tamamen toplumsal klişelerle ve dayatmalarla ilgili olduğunu görmek çok da zor olmayacaktır. Toplum, kişilerin yapabildiğiyle değil yapamadığıyla ilgilenmekte ısrarcı olduğu için belki de bir arpa boyu yol alamıyordur. Sözgelimi bir roman kahramanından da hep en iyisini beklerken onun sıradanlığı karşısında okuyucu ters köşe olabiliyor. Başta dile getirdiğim, “sıradanlığıyla kahramanlaşmak” ifadesi de burada anlam kazanıyor. Fakat bütün sıkıntı da burada çıkıyor işte. İhsan Oktay Anar, sıradanlığı kanıksayarak dile getiriyor belki ama “Yurdum insanı, saf vatandaş” denilen şey sandığımızın aksine “galîz” bir kahraman ise orada sorun var, diye düşünmemek imkansız. Daha sonra İdris Âmil’in Kasımpaşalı bir kahraman olması, yolunu bir şekilde bulmak için şiir okumaktan hırsızlık yapmaya kadar geniş bir vizyona sahip olması derken belki yazarın amacı bu değilse de okuyucunun aklında “Acaba?” sorusu hasıl oluyor. “Acaba gerçek hayattaki onca tipleme eleştirilirken, mâlûm şahıs da mı payını almış?” diye soruyor insan ister istemez. Bilhassa şu ifadeler de bu “acaba”ya destek çıkıyor: “Hırsızlık mesleğinde haysiyetsizliğe yer yoktu. Namzetlerin saf, temiz, gönlü tok, mütevazı ve mümkünse dindarca olması tercih edilirdi… Her hırsızın icra-yı faaliyet eyleyeceği mahalleler belliydi.” Derseniz ki, “Canım, öyle olsa n’olacak?” Doğru, olacak bir şey yok. Zaten olacak bir şey olmadığı için değil mi ki İhsan Oktay Anar gibi bir kalem, sıradanlığıyla kahramanlaşan, ama ola ola “galîz” bir kahraman olan İdris Âmil’i, külliyatının aksine “alelade” bir roman gibi görünen “Galîz Kahraman”da karşımıza çıkarıyor? İhsan Oktay Anar bu romanla en çok, alelade görünenin altındaki cevheri, fevkalade görünenin altındaki pisliği gösteriyor. Ve ikisinin birbirine dönüşmesini sağlayan şeyin “hayat” ve “toplum” olduğunu. İşte “mevcûdenin çekilmez hoppalığı” tam da bu olsa gerek.” Koray Sarıdoğan 27 Ocak 2014
Galiz Kahraman
Galiz Kahramanİhsan Oktay Anar · İletişim Yayınevi · 20143,309 okunma
·
131 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.