“Sisifos Söyleni”nde Camus, yaşamın anlamsızlığını, dünyanın insan karşısındaki kayıtsızlığından dolayı doğan uyumsuzluğunu, yabancılaşmasını, anlaşılamaz olmasını ve sonuç olarak bütün bunların direniş ve başkaldırı ile aşılması gerektiğini düşünmüştür.
“Sisifos Söyleni”nde yaşam ve ölüm arasında kalan insanın varoluşsal amacına yönelik engeli aşmak isteyen Camus, insanın ölümlü olmasının neden olduğu uyumsuzluk halini ve insanın dünyaya ve kendine yabancılaşmasını ele alır. Bu yabancılaşma ve uyumsuzluk durumunun direniş ve başkaldırı ile mutlu bir varoluş olarak tasavvur eder.
İnsan kendi anlamının dışında derin anlamları olan bir gerçekliğe sığınmak ister. İnsanı anlamlı yapansa bu aradığı gerçekliktir. Bu gerçekliği anlamadan kendini anlayamaz insan. Yaşama karşı uyumsuzluğunu ve umutsuzluğunu tersine çeviremez. Ölüm ve yaşam. Hangisini seçmeli ki gerçeğin ne olduğunu anlamlı. Bütün bu olumsuzluklara karşın mücadeleci olmalı ve yaşamı her şeyine rağmen insanı mutlu kılacak bir bilinç geliştirebilmeli. Umutsuzluğu ‘umuda’, mutsuzluğu ‘mutluluğa’ dönüştürebilme ve varoluşunu kavrama ancak başkaldırıyla sahip olunabilir. Bu başkaldırı her şeye rağmen yaşamı- yaşamayı seçmektir. Ölümün var olduğunu bile bile… İnsanoğlunun yanı başında bekleyen ortak son ölüm dahi olsa, dünya her şeye rağmen insana her dem kayıtsızlığını gösterse de, varoluşsal kaygımız bilincimizde her daim sorular üretse de yaşama derin bir tutkuyla bağlanarak başkaldırabilir insan tıpkı Sisifos gibi varoluşunu simgeleyen o kayayı zirveye taşıyarak, kendi yaşamının kahramanı olabilir.