As-
hab-ı Kehf vakası iki temel hikmete dayanıyor-
du. Bunlardan biri, Allah’ın iman edip salih amel-
ler işleyenleri galip kılacağıyla ilgili va’diydi. Bu,
ilk insan Hz. Âdem’den beri süregelen bir va’ddi
ve Cenab-ı Allah (c.c.), bu va’dini sürekli yeni-
lemiştir. Ashab-ı Kehf de, içinde bulundukları
toplumdaki şirk ve zulümle birlikte mü’minlere
yapılan işkencelerden duydukları ızdırap ile bu
va’de inanmışlık içinde onun ne zaman gerçekle-
şeceği konusunda samimi duygular taşıyorlardı.
İkincisi ise, yukarıda 9’uncu notta ifade edildiği
gibi, Hıristiyanlık Roma’da hakim olduktan son-
ra halk arasında Âhiret’e iman konusunda şüp-
heler başgöstermişti ve bu konuda büyük tartış-
malar yaşanıyordu. Allah (c.c.), Kendi yolunda
sahip oldukları mevki ve makamı terkederek,
İmparator’un ve bütün halkın önünde Tevhid’i
haykıran bu yiğit gençleri Tevhid’in hakimiyeti
ve Âhiret’in şüphe taşımayan bir gerçek olduğunu
ispat konusunda çok önemli bir âyeti olarak is-
tihdam buyurdu. Onlar, bu iki vazifeyi, misyonu
yerine getirdikten sonra da ruhlarını kabzetti