Özgürlüğü tamamıyla elinden alman bir adama ne olur?
Bu sorunun cevabını hayal ürünü kısa bir hikayeyle bulacağız. Hikayemizin adı da şu olsun:
Kafese Hapsedilen Adam Uzak ülkelerden birinde vaktiyle bir kral yaşarmış. Bu kral, bir akşam diplomatik bir davete katılmış. Davet sıkıcı ve yorucuymuş, bu yüzden sarayına döner dönmez pencerenin yanında en sevdiği koltuğuna kurulup sarayın öbür kanadındaki misafir odasından gelen müziği dinlemeye koyulmuş.
Pencereden öylesine dışarıyı izlerken gözüne sıradan görünüşlü bir adam çarpmış. Adam evine dönmek üzere sarayın önünden geçen ve beş senedir aynı yolu haftanın beş günü yürüyen kendi halinde biriymiş. Kral bu adamın hayatını hayal etmeye başlamış birden.
Evine varışını, karısını kucaklamasını, geç bir saatte yemeğe oturuşunu, çocuklarla sohbet etmesini, yatağına yatmasını, belki karısıyla aşk dolu dakikalar geçirmesini, uyumasını ve ertesi gün tekrar işe gitmek için erkenden kalkışını, bunların hepsini zihninde canlandırmış.
Sonra kralı bir meraktır almış, hatta o kadar meraklanmış ki bütün yorgunluğunu unutmuş. Kendi kendine mırıldan mış: "Acaba bu adamı da hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi bir kafese kapatsam ne olurdu?"
Ertesi gün kral saraya bir psikolog çağırtmış. Ona fikrini anlatıp, deneyini gözlemlemek için bir süre sarayda kalmasını rica etmiş. Derken saraya hayvanat bahçesinden kocaman bir kafes getirilmiş. Kafes gelince, kralın adamları derhal gidip bizim sıradan adamımızı evinden almışlar, kafesin içine koymuşlar.
Başlangıçta adam neredeyse delirecek gibi olmuş.
"Tramvayı yakalamak zorundayım. İşe gitmeliyim, bakın saat kaç oldu, geç kaldım!" diye bağırmış durmuş. Fakat bir süre sonra adam neler olup bittiğini fark eder gibi olunca sinirlenmiş ve olanca gücüyle itiraz etmeye başlamış: "Kral bana bunu nasıl yapar? Yasalara aykırı bu, bu haksızlık!" Son derece tok ve gür bir sesle haykırıyormuş adam; gözleri öfke doluymuş.
Haftanın diğer günleri boyunca adam protestolarına devam etmiş. Kral kafesin yakınlarından geçerken direk krala bağırıyormuş hem de. Her seferinde kral adama aynı karşılığı vermiş: " Bak, burada sana ne güzel bakıyoruz. Güzel bir yatağın, yemek için nefis yiyeceklerin var. İşe gitmek zorun da da değilsin. Öyleyse neden hala bağırıp duruyorsun?"
Aradan birkaç gün daha geçmiş. Adamın bağırışları önce azalmış, sonra hepten kesilmiş. Kafeste çıt çıkarmadan oturmaya başlamış. Hiç kimseyle konuşmuyormuş ama gözlerin de ateş gibi parlayan nefret, her şeyi başından beri izleyen psikologun dikkatinden kaçmamış.
Haftalar birbirini kovalamış. Kral yine her sabah kafesin önünden geçip adama iyi bakılacağı garantisini tekrarlıyorsa da, adam kralın sözlerine artık daha geç tepki verir olmuş.
Sanki krala olan nefretini bir anlık unutuyor ve kralın dediklerinin doğru olup olamayacağını kendine soruyor gibiymiş.
Birkaç hafta daha geçtikten sonra, adam psikoloğa kralın yaptığının gerçekten mantıklı olduğunu anlatmaya başlamış.
Sürekli olarak kaderinin bu olduğunu ve kaderini kabul etmenin en akla uygun davranış olduğuna emin olduğunu söylemiş psikoloğa. Bir gün bir grup profesör ve doktora öğrencisi adamı görmeye gelmişler. Adam yine onlara da kendisinden hiçbir şey beklenmeksizin yedirilip içirilmesini ve bakılmasını mükemmel bulduğunu söylemiş. Psikolog adamın tavrını bayağı garipsemiş. "Neden onlara da kafeste ya şamanın mükemmel olduğunu anlatmaya çalışıyor ki ?" diye düşünmüş.
Takip eden günlerde, kral kafese yaklaştığında artık adam parmaklıkların arasından ona uzanıyor ve teşekkürlerini sunuyormuş. Kralın avluya inmediği zamanlarda ise adam psikologu hiç fark etmiyor, somurtuyor ve iyice huysuzlaşıyormuş. Kafesin bekçisi ona yemek getirdiğinde tepsiyi elinde tam tutamıyor, yemekleri sağa sola döküyormuş. Her seferinde sakarlığı için özür diler olmuş. Kendisine bakılmasın dan dolayı ne kadar mutlu olduğunu ifade eden felsefi teorilerini bir kenara bırakan adamın ağzından sadece "Kader bu." sözcükleri dökülüyormuş.
Defalarca bu kelimeleri tekrarladıktan sonra giderek yalnızca "Bu" demeye gücü yetmeye başlamış.
Son aşamanın ne zaman başladığını kimse pek kestirememiş. Adamın gülüşünün anlamını yitirdiğini, yüz ifadesinin boş bir hal aldığını da fark eden yine psikolog olmuş. Adam sadece yemeğini yiyip ara sıra psikoloğa bir iki laf söylüyormuş. Gözleri hep uzaklara dalıyor, psikoloğa baktığı halde bir şey gördüğüne inanmak çok zormuş.
Artık konuştuğunda adam "ben" sözcüğünü hiç kullanmıyormuş. Kafesi kabullendiğinden ne kızgınlığı, ne nefreti ne de teşekkürleri kalmış.
En sonunda adam delirmiş.
O gece psikolog bir rapor yazmak üzere odasına kapan mış. Ne var ki bir türlü yazacak bir şey bulamıyormuş; kendini o kadar boş hissediyormuş ki! Saatlerce kendi kendini telkin etmiş: "Hiçbir şey yok olmaz; sadece biçim değiştirip enerjiye dönüşür." Yine de hep bir şeylerin yok olduğunu hissediyormuş. Bu deneyin sonucunda kainattan bir şeylerin eksildiğini anlamış psikolog.
Eksilen şey neyse onun yerini kuru bir boşluğun aldığını da.
Sayfa 137 - Kuraldışı Yayıncılık - İstanbul 1997Kitabı okudu