Gönderi

Cenaze namazının ardından, Beyazıt Meydanı'ından Edirnekapı'ya giden coşkulu kervanın kollarında umutsuz, savunmasız ilerliyordum. Bu kalabalığın, rüzgarın sis bulutlarını sürüklediği gibi beni de uğurlamasını, uzaklara çok uzaklara, her şeyi bırakıp sana getirmesini istedim. Yaşadıklarımdan kaçıp kurtulmak, yarını düşünmemek. Fatih sokaklarındaki mahşeri kalabalığa şaşkınlıkla bakıyor, bir koza gibi etrafımı saran kalabalıktan kurtulmak, baş başa kalıp görünmeyen, dokunulmayan, işitilmeyen ruhunla konuşmak istiyordum. Kollarını açmış bekliyordun. Bitmesini istemediğim yolda beraber yürüyorduk. Ayak seslelerimize çiseleyen yağmur, papatyalar, erguvanlar, kızıl laleler, topallayan kelimelerim eşlik ediyordu. İncir ağacının altındaki çukur kocaman ağzını açmış seni beklerken çığlıklar koptu. Nereye konacağını kestiremeyen bir kuş gibiydim. Sen bendin, ben de sen. Kanatların kanadım, tırnakların tırnağım, gözlerin gözüm. Nemli toprak önce yüzümü, sonra bedenimi ağır ağır örttü. Seninle gömüldüğümü kimse fark etmedi.
·
32 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.