Utz, tutkulu bir porselen koleksiyoneri olan Kaspar Utz’un koleksiyonunun hikâyesi ekseninde yirminci yüzyıl Çekoslavakya’sının bir portresini çizerken biraz da porselen sanatının tarihine değinen güzel bir novella.
Hikâyenin başkarakteri Utz’un babası Alman annesi ise Yahudi’dir. Aristokrat bir aileden gelir, anneannesinin yaşadığı Ortaçağ kalesinde Meissen porselenleriyle tanışır ve hayatta bir amaca tutunma ihtiyacının da yadsınamaz etkisiyle porselen biriktirmek onda bir tutku hâline gelir. Zamanla, iki odalı, küçük bir apartman dairesinde yaşarken bile vazgeçemediği, muazzam bir koleksiyonun hatta dünyanın sayılı koleksiyonlarından birinin sahibi olur.
Utz’un cenazesiyle açılan hikâyeyi, aslında İmparator İkinci Rudolf’un egzotik eşyalar toplama tutkusuyla ilgili bir makale yazmak amacıyla Prag’a gelen, isimsiz bir araştırmacıdan dinliyoruz. Araştırmacının yolu, bir arkadaşının ona ‘günümüzün Rudolf’u’ dediği bir koleksiyoneri tanıştırmak istemesiyle Utz’la kesişiyor ve metin boyunca da onunla beraber bu koleksiyonun ardına düşüyoruz.
Utz’un koleksiyonunun içeriği kadar varlığını sürdürebilmesi de başlı başına olağanüstü çünkü önce İkinci Dünya Savaşı ve Nazi işgalinden, ardından Sovyet işgali ve Stalinizm döneminden hasarsız çıkmayı başarıyor bu koleksiyon. Nasıl olduğu hikâyede gizli elbette ve bu vesileyle 1920-1970 dönemi Çekoslavakya’sına bir koleksiyonerin penceresinden bakmak çok keyifli.
Açıkçası Utz’a -ya da bir önceki baskıdaki adıyla Porselen Delisi Utz’a- başlamadan önce daha çok kitaplarla olan bağımla da yakınlık kurabileceğim, porselenlere tutkun birinin iç dünyasını, saplantılarını, tutkularını ve bunların gündelik hayatına yansımasını okuyacağımı düşünüyordum. Profesör Kien’in porselen tutkunu olan versiyonunun yaşamını, porselenlerini, bunlar etrafında şekillenen ritüellerini anlatan, muhtemelen bu koleksiyonerin zihninde geçen, durağan bir metin bekliyordum. Bu açıdan beklediğimden farklı çıktı. Akıcı, olay odaklı ve keyifli bir metin. Sevdim.