Gönderi

Şefkatsiz Çay
Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve demiryolları hakkında söylediklerimize benzer şeyler, sömürgecilik bakiyesi çay ve kriket hakkında da söylenebilir. Baştan itiraf etmeliyim ki ikisine de tutkunum. 1985'te, ABD Kongresi'nde yaptığı bir konuşmada eski Hindistan Başbakanı Rajiv Gandi, gözlerinin içi parlayarak Amerikan Devrimi ile Hindistan'ın sömürgecilik tecrübesi arasındaki benzerliklerden bahsetmişti. Yorktown'ı alamayan Cornwallis, Bengal'i ele geçirmeyi başarmıştı. Gandi, bir gaf yaparak, "Hindistan çayı, sizde devrimci hevesler uyandırmıştı," demişti. Boston Çay Partisi'ndeki bu kinayeli lafı herkesi çok güldürmüştü. Ama yanılıyordu. 1773'te Hindistan çayı diye bir şey yoktu. Daha doğrusu, Hindistan'da ekilen ve ticareti yapılan bir çay yoktu. Çay, Çin'in tekelindeydi. Boston Körfezi'ne gelen çay, Assam'dan değil Amoy'dan geliyordu. Eğer Hindistan çayı içmiş olsalar, Amerikan devrimcileri gösteri yöntemleri hususunda bu kadar savurgan davranmazlardı. Hindistan çayını ticari bir metaaya dönüştüren İngilizlerdi. İşin içine para girince, ilginç bir hikaye ortaya çıkmıştır. İngilizler, Çin'i değil Hindistan'ı yönetiyorlardı. Çin'e para kaptırmak yerine, neden Hindistan'da çay yetiştirmeyelim ki diye düşünmüşlerdi. Çin çayına olan bağımlılıklarını sona erdirmek üzere Robert Fortune adlı gizli ajan, 1840'larda Çin'e gönderilmişti. Tam da Afyon Savaşları'nın sebep olduğu kaotik ortamda, bu ajan çayın nasıl ekilip biçildiğini öğrenecek ve Hindistan tarafında kalan Himalayalarda yetiştirilmesini sağlayacaktı. Hindistan'a binlerce numune çay tohumu göndermiş ama hiçbiri tutmamıştı. Doğu Hindistan Kampanyası'nın yöneticileri saçlarını yoluyorlardı. Yanlışlıkla bir çare bulunmuştu. İngiliz bir seyyah Assam taraflarında dolaşırken bir bitki bulmuş, kaynatmış ve içmişti. İçtiği şey çaydı. Doğada kendi kendine büyüyen bir çay bulmuştu. İşte İngilizlerin Hindistan'daki çay endüstrisi serüveni böyle başlamıştı. Assam'da bulunan çay hem Çin çayından daha lezzetliydi hem de İngiliz ev kadınlarının damak zevkine daha çok hitap ediyordu. 1830'larda Doğu Hindistan Kumpanyası, senede 14 milyon ton Çin çayı ithal ediyordu. Bugün Hindistan yılda 300 milyon ton çay üretmektedir. Fakat çay bile sömürgeciliğin pençesine düşmekten kurtulamamıştı. İşçiler zorlu koşullarda karın tokluğuna çalıştırılırken, her zaman olduğu gibi asıl kar İngiliz firmalarının cebine kalıyordu. 20. yüzyılın başlarında meşhur emperyalizm karşıtı Sör Walter Strickland, Doğu'daki Kara Boşluk isimli kitabında şöyle diyordu: "Bu satırları okuyan İngilizler bilsin ki o zehri her kaynatıp içtiklerinde insan kanı içmiş oluyorlar. O içtiğiniz sadece çay değildir. Fakirliğe mahkum edilmiş zavallı kölelerin kanıdır." İngilizler Hindistan'da çayı sadece kendileri için yetiştiriyorlar, mahalli halka vermiyorlardı. Hafif ve kokulu Darjeeling çayı, sert Assam çayı, sersemleten Nilgiris çayı, Hindistan'ın farklı iklim ve coğrafyalarını yansıtıyorlar, ancak talebin kuvvetli olduğu anavatanlarına göndermek üzere İskoç çiftçiler tarafından yetiştiriliyorlardı (elbette, üç kuruşa çalıştırılan Hindistanlılar bütün işi yapıyordu). Az bir miktar çay ise Hindistan'daki İngilizlere satılmak üzere ayrılıyordu. Hindistanlılar, kendi ekip topladıkları çaydan içemiyorlardı. 1930'larda, Büyük Buhran zamanı, İngiltere'deki talep düşünce İngiliz çay tüccarları ellerindeki stokları Hindistanlılara satmayı akıl etmişlerdi. Çay, bir anda Hindistanlılar tarafından çok sevilmişti. Bugün, en ücra köylerde bile çay bulmak mümkündür. O zaman alkışlar İngilizlere. Sömürgecilik olmadan çay yetiştiriciliği ve tüccarlığının olmasının mümkün olabileceğini savunmak zor. İngilizlerden önce Hindistanlıların çay yetiştirmediği ortada. Birçok Avrupa dilinde kullanılan 'tea' kelimesi Amoy diline aittir. Fakat Portekizliler, çayı ilk olarak Kanton'dan alanlar, Kantoncadaki 'ça' kelimesini öğrenmişlerdir. Hindistanlılar ve Araplar bu kelimeyi kullanırlar. Hindistan'da çaya ça, çay ya da çaya denilir. Sadece İngilizce konuşan Hindistanlılar tea kelimesini kullanırlar. Çay konusunu bitirmeden önce başka bir şey eklemek istiyorum. Bize çay verirken bile İngilizler bir başka şeyi yok etmekteydiler. Karı arttırmak adına toprağın canına okuyan İngilizler, bölgedeki vahşi yaşamı mahvetmişlerdi. Sömürgecilik döneminde Hindistan ormanları ve vahşi yaşamının canına okunmuştur. Ormanların yok edilmesinin üç sebebi vardı. Birincisi, başta çay olmak üzere tarım için arazi açmak. İkincisi, travers yapmak. Üçüncüsü de İngilizlere ev ve mobilya yapmak üzere İngiltere'ye kereste ihraç etmek. Nilgiris ve Assam'ın ormanları çay, Coorg ormanı ise kahve uğruna yok edilmişti. Ekolojik çöküntünün tek sebebi çay değildi. İngiltere'deki fabrikalarda kumaşa dönüştürülecek viskoz üretmek amacıyla İngilizler okaliptüs, çam ve akasya gibi egzotik ağaç türlerini getirmişlerdi. Maalesef, okaliptüs gibi ağaçlar yeraltı sularını kurutmuşlardı. İngilizler, Nilgiris gibi yağmur ormanları ile kaplı bir bölgeyi bile susuz bırakmayı başarmışlardı. Aynı durum, İngilizlerin Hindistanlı çiftçileri haşhaş yetiştirmeye zorladıklarında da yaşanmıştı. Ülkenin kuzeyinde, haşhaş için devasa ormanlar katledilmişti. Örneğin, 19. asrın ortalarında Assam'da, haşhaş gölgede olgunlaşmadığı için binlerce ağaç kesilmişti. Haşhaşı gölgelemesin diye ağaçların kesilmesi, ülkenin hayvan türlerini azaltmıştı. İngilizler daha fazla para kazanmak için daha fazla arazi istiyorlardı. Arazilerini ise hayvanlardan korumak için vahşi hayvan avlayanlara ödül veriyorlardı. Kaplan, leopar, çita ve aslan nüfusu neredeyse yok oldu. Sadece ormanda saklanabildikleri için kaplan ve leopar soyunu devam ettirebildi. Aslanın ise geniş alanlara ihtiyacı vardı. Sadece davetlilerine avlanma izni veren Gujarat nüvvabı Junagadh'ın oluşturduğu aslan koruma alanı sayesinde Asya aslanı neslini koruyabildi. İngilizler Hindistan'a gelmeden önce binlerce yıldır varlığını sürdüren bu muhteşem hayvanların sayısı, İngilizler gittikten sonra birkaç yüz taneye kadar düşmüştü. İngilizler, ormanları yok ederek aynı zamanda ormanın nimetlerinden istifade ederek yaşayan yerli 'kabilelerin' de insicamını bozmuştu. Maalesef, bu insanların orman malikliği gelenekseldi, yani ellerinde bir belge yoktu. İngilizlerin kabul ettiği şekilde bir sahiplik kanıtı gösteremeyince yerlerinden edilmişlerdi. Avcı-toplayıcı hayat tarzlarını devam ettirmek istediklerinde ise kaçak avcı, dolayısıyla suçlu konumuna düşmüşlerdi. Öte yandan, İngilizler vahşi hayvan avcılığını elit bir spora dönüştürmüşlerdi. Sadece beyaz İngilizlere ve birkaç elit Hindistanlıya açık olan bu spor, Hindistanlı elitlerin İngiliz çevrelerine girmeleri için bulunmaz bir fırsat olarak görülüyordu. Bu spor, canavarlıktan başka bir şey değildi. Sayısız hayvan katledilmişti. Sonuç olarak birçok bölgenin ekolojisi bir daha düzelmemek üzere bozulmuştu. Örneğin, Madras'ın bir zamanlar adı kaplan ve leopar diyarı anlamına gelen Puliyur idi (Tamil dilinde 'puli' kelimesi hem kaplan hem de leopar için kullanılırdı). İngilizler, bu bölgedeki bütün kaplan ve leoparları öldürmüşlerdi. Öyle ki ne Madras'ta ne de Tamil Nadu'nun düzlüklerinde bir tane bile kaplan ve leopar kalmamıştı. Puliyur kelimesi artık anlamını kaybetmişti. Zaten, bugün de unutulmaya yüz tutmuş durumda. Ülkenin başka yerlerinde dolaşıyor olsalar bile Puliyur'da artık bir tane bile kaplan yok. Ama İngilizler hala Hindistan çayı içiyorlar. Hatta Hindistan şirketi olan Tata, meşhur İngiliz çay firması Tetley'in sahibi. Hindistanlıların hemen her misafire ikram ettikleri çay, sömürgecilik mirası olsa da artık bize ait. Hikaye göründüğünden biraz daha karmaşık. Diğer metalar gibi çay da fiyatlardaki ve ihracat rakamlarındaki düşüşlerden etkilenmişti. Masrafı artan ama karı azalan birçok çay fabrikası kapanma tehlikesi altındaydı. Hindistan'daki en pahalı çay olan Castleton'un kilosu, 1991'de 6.000 rupiye (231 dolara) satılıyordu. Alıcılar ise Japonlardı. Yeni fiyat rekoru 2012'de 7.200 rupi (fakat doların yükselişinden ötürü 120 dolar) ile kırılmıştı. Uluslararası çapta Hindistan çayı, daha kalitesiz çay üreten Arjantin, Kenya ve Malavi gibi ülkeler ile rekabet halinde. Fakat, İngilizler tarafından sömürülmeden Arjantin çay üretebiliyor ise pekala Hindistan da üretemez miydi? Hindistan'ın ilk başbakanı bir zamanlar babasının yanında çayvallah (tren istasyonlarındaki seyyar çay satıcısı) olarak çalışırken, bugünkü başbakan, Narendra Modi 2016'da Amerikan Kongresi'nde konuşurken selefi gibi espriler yaptı ama çaydan tek söz etmedi. Dünyadaki emtia piyasaları düşerken ve Hindistanlı çay üreticileri hayatta kalmaya çalışırken Hindistan'ın başbakanı çayın artık bir şaka konusu olmaktan çıktığını bilmeliydi.
·
93 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.