Gönderi

Taçtaki Mücevherin İadesi
Peki sömürgeciliği anlamanın dışında ne yapabiliriz? Ön sözde anlattığım gibi tazminat meselesi şişirilmiş bir meseledir. Doğru rakam ödenemez, ödenebilecek rakam ise doğru olmaz. Her sene bir sterlin ödenmesi şeklindeki teklifim belki ekonomi bakanlıklarınca uygulanabilir bulunmaz. Trudeau'nun Komagata Maru'da yaptığı gibi Jallianwala Bağı'nda samimi bir özür dilenmesi bütün tazminatlardan daha değerli olabilir. Aynı Alman çocuklarına, dedelerinin yaptığı zulmü görmeleri için toplama kamplarının gezdirilmesi gibi İngiliz okul çocuklarına da ülkelerinin neyin üzerine inşa edildiğini anlatan metinlerin okutulması gerekir. Bir diğer önemli mesele de yağmalanan hazinelerin Hindistan'a iadesidir. Vergi olarak alınan paralar çoktan harcandı ve geri istenmeleri gerçekçi olmaz. Fakat İngiliz müzelerinde mevcut heykellerin hiç olmazsa sembolik değeri var. Şayet Nazi döneminde yağmalanan sanat eserleri, Avrupa'daki gerçek sahiplerine iade ediliyorsa sömürgecilerin yağmaladıkları eserler neden iade edilmesin? Can sıkıcı olsa da Kraliçe'nin tacındaki Kuh-i Nur meselesine değinmek zorundayım. 793 karat ve 158,6 gram ağırlığı ile bir zamanlar dünyanın en büyük mücevheri olan Kuh-i Nur, 13. asırda bugün Andhra Pradesh'de kalan bir bölgede Kakatiya hanedanlığı zamanında bulunmuştu. (Asırlar içinde 1 00 karatını kaybetmiştir.) Mücevher bir tapınağa konmuş, daha sonra Delhi Sultanı Alaeddin Halaci'nin bir akını sırasında alınıp Delhi'ye götürülmüştür. Ardından Babürlülerin eline geçmiştir. 1739'da Delhi'yi işgal eden Nadir Şah, mücevhere el koymuştur. Mücevhere Kuh-i Nur, yani Nur Dağı ismini veren kişinin Nadir Şah olduğu söylenir. 18. asırda bir Afgan kraliçesi, "Eğer bir adam biri doğuya, biri bacıya, biri kuzeye, biri güneye, biri de havaya olmak üzere beş tane taş fırlatsa ve aralarını tamamen altınla doldursa yine de Kuh-i Nur daha kıymetli kalır," demiştir.388 Nadir Şah'ın ölümünden sonra mücevher generallerinden biri olan Ahmet Şah Dürrani'de kalmıştır. Afganistan Emiri olan Dürrani'nin haleflerinden biri 1809'da mücevheri, Pencab'ın Sih Mihracesi Ranjit Singh'e vermeye mecbur olmuştu. Fakat Ranjit Singh'in halefleri İngilizler ile girdikleri iki savaşı da kaybetmişlerdi. Böylece, 1849'da mücevher, İngilizlerin oldu. 2016'nın başında hükümet yanlısı olarak bilinen Hindistan başsavcısı Kuh-i Nur adlı mücevherin İngilizlere hediye edildiğini, dolayısıyla Hindistan'ın iade talebinde bulunamayacağını söyledi. Bu açıklamasıyla sonu gelmek bilmeyen bir tartışmanın fitilini ateşlemişti. AIL-India Human Rights and Social justice Front adlı bir sivil toplum kuruluşunun talebine cevaben yaptığı açıklamada, savcı dönemin Sih kralının mücevheri, 1840'lardaki Sih-İngiliz savaşlarının ardından savaş tazminatı olarak verdiğini söyledi. Savcıya göre İngilizler bu mücevheri 'ne çalmışlar ne de zorla almışlardı.' Hindistan hükümetinin iade talebi yapabileceği bir hukuki zemin yoktu. Gelen tepkiler üzerine hükümet sözcüsü geri adım atmak zorunda kalarak başsavcının bu konudaki nihai yetkili olmadığını ve iade talebinin yapılabileceğini söyledi. Hindistanlılar dünyanın en meşhur mücevherinin peşini bırakmaya niyetli değillerdi. Hindistan Hükümeti'nin kalkıp da bu mücevherin İngilizlere 'savaş tazminatı' olarak verildiğini söylemesi saçmalıktan başka bir şey değil. Kaldı ki savaşlarda böyle bir tazminat ödeme biçimi olmaz. Mücevheri daha çocuk yaşta olan Sih Mihrace Duleep Sing, Kraliçe Victoria'ya teslim etmişti. Başka bir seçeneği de zaten yoktu. Buradaki tartışma şuna benziyor: Kafama silah doğrultursan cüzdanımı sana 'hediye' ederim ama bu, silahını çektikten sonra cüzdanımı geri istemeyeceğim manasına gelmiyor. Aslına bakılırsa İngiltere'nin çok sayıdaki eski sömürgesi tazminat talebinde bulunuyorlar. İmparatorluğun en güçlü döneminde çalınan sanat eserlerinin iadesi iyi bir başlangıç noktası olabilir. Londra Kulesi' nde sergilenen kraliçe tacının üstünde bulunan Kuh-i Nur beraberinde başka meseleleri getirmektedir. Her ne kadar mücevher bulunduğundan itibaren en fazla Hindistan'da kaldığı için Hindistanlılar doğal olarak kendilerinin iade talebinde bulunacağını düşünse de İranlılar Nadir Şah'ın mücevheri kurallar dahilinde ele geçirdiğini, Afganlar ise Sihlere teslim etmeye mecbur kalıncaya kadar ellerinde tuttuklarını söylüyorlar. Kuh-i Nur'un Afganistan'dan sonra geldiği yer ise bugün Pakistan topraklarında kalan Lahor idi. İki asır boyunca yaptığı adaletsizliklerin hesabının sorulmasını istemeyen İngiltere için bu tartışmalar oldukça rahatlatıcı olsa gerek. Elgin Mermerleri'nden Kuh-i Nur' a kadar birçok eseri farklı ülkelerden getirdikleri için tartışmalar hiç bitmemektedir. İngilizlerde bir eserin bile iade edilmesi ile Pandora'nın kutusunun açılacağı endişesi var. Eski Başbakan David Cameron 2010'da Hindistan'a yaptığı bir ziyaret esnasında "eğer birine tamam derseniz, British Museum'un bir anda boşaldığını görürsünüz. Korkarım ki [Kuh-i Nur] olduğu yerde kalmak zorunda," demişti. Bir de teknik açıdan yöneltilen İtirazlar var. Başsavcıya göre 1972 tarihli Antik ve Sanat Eserlerinin Korunması Kanunu, bağımsızlığın kazanıldığı 1947 tarihinden önce ülkeden kaçırılan eserlerin iadesi için bir süreç başlatmaya izin vermiyor. Kuh-i Nur bu yasadan bir asır önce götürüldüğünden ötürü Hindistan hükümetin yapacağı bir şey yok. (Bu kanun tabii ki değiştirilebilir. Hatta böylesi bir konuda muhtemelen oybirliği sağlanır. Fakat anlaşılır bir şekilde taşların yerinden oynaması istenmiyor.) Başsavcının tavrı ben de dahil olmak üzere birçok Hindistanlı milliyetçinin öfkesini celp etti. Zira, İngiltere'nin asırlar boyunca Hindistan'a zulmedip her şeyini yağmalamasına karşılık en azından kültürel anlamda önemli olan eserler iade edilmelidir. Kuh-i Nur' un hala kraliçenin tacında durması, bu sömürge gücün geçmişteki adaletsizliklerini hatırlatmaktadır. İade edilmediği müddetçe yağmacılığın sembolü olmaya devam edecektir. Kuh-i Nur'u asla ait olmadığı yere, yani İngilizlerin ellerine bırakırken her seferinde bunu söylemek gerekir.
·
184 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.