Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Jung hem içsel dönüşümü hem de Gnostisizm literatürü doğrulayıcı incelemesi yüzünden Gnosisi benimsemiş bir günümüz Gnostiği olarak görülebilir. Psikolojisinde çağdaş bir görünüm alhnda aslında Gnostik bir dönüşüm disiplini ileri sürdüğünü biliyordu. Kendi çabalanyla kadim zamanların Gnostik öğretmenlerinin çabalan arasında ta­ rihsel bir bağ bulması gerekiyordu. Ayrıca Gnostik dönüşüm yönteminin parça parça olmadığını, günümüzde insan zihninin incelenmesi konusunda işe yarayabilecek psikolojik açıdan ge­ çerli sembollerden oluşan yeterli bir söz dağarcığı içerdiğini ifa­ de etme ihtiyacı duyuyordu. Simyada tam olarak aradığını bul­ du. Böylece, rüyalarına yanıt yine bir rüyayla gelmiş oldu. Jung simyada, bir zamanlar Gnostik, Hermetik ve Yeni Ef­ latuncu kaynaklardan, daha sonraki çok sayıda belirmesi aracılı­ ğıyla çağdaş zamanlara miras bırakılan bilgelik mirası ya da Pansofik Gelenek olarak adlandırılan şeyin en önemli dalların­ dan biriyle temas kurdu. Jung bu Pan-Sofik ya da Teo-Sofik ge­ leneğin çağlar boyunca birçok biçim aldığını, ama aynı zaman­ da, bir Rus soylusu ve dünya gezgini Madam H. P. Blavatsky ta­ rafından telaffuz edilmiş olan çağdaş Teozofi hareketi içinde on dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında da özellikle kendini gösterdiğini düşünüyordu. The Undiscovered Sel/ (Keşfedilmemiş Benlik) ve Civilization in Transition (Geçiş Dönemindeki Uygarlık) gibi çalışmalarında, açıkça çağdaş Te­ ozofiyi Gnostisizmin önemli bir çağdaş belirmesi olarak kabul etmiş ve bunu sadece Madam Blavatsky, Annie Besant, Krishna­ murti ve diğerlerinin dikkat çekmesiyle giderek daha görünür hale gelen zirveleri olan, hakim kültürün dalgaları altında yayı­ lan bir denizalh dağ sırasına benzetmiştir. Jung'un tekrar tekrar vurguladığı gibi, ortodoks Hristiyanlık (buna ortodoks Musevilik de kahlmalı), kanıtlanabileceği üzere, Bah insanlığının en derin ve en temel ruhsal ihtiyaçlarını karşıla­ yamamışhr. Hristiyan teolojisi ruhun derinlerine ulaşmada çok rasyonalist, indirgemeci ve duyarsız olmuştur. Kilise kendisini, Constantine'den Mussolini'ye kadar, hep umutsuzca spiritüel olmayan laik kurumlarla birleştirdiği için, ruhu da kişisel psişik dönüşüme inananların arzularını boğan Aristotelesçi mantık ve diğer düşünce yapılarının zararlı etkisi altında körelmiştir. Yak­ laşık 1700 yıl süren bu spiritüel kuraklık ikliminde, bireyleşme isteği sıklıkla, genel anlamda özellikle Gnostik olmamakla birlik­ te, Gnostisizmin çokça öğesini içeren alternatif Pan-sofik ya da Teozofik dönüşümün spiritüelliğine yönelmiştir. Jung'un kendini simya rüyasında gördüğü on yedinci yüz­ yıl, bu alternatif spiritüellik geleneğinin hızla yükseliş tarihinde­ ki en önemli noktalardan biri olmuştur. Frances Yates'in Rosicru­ cian (Aydınlanma) adını verdiği hareketin, Helenistik simyayı hem Gnostisizm hem de Yeni Eflatunculuktan gelen Teurjik ma­ jik yöntemler ve Yahudi Kabala Gnostisizmiyle ortak bir birleş­ meye getirmesi de bu zamana denk gelir. Bu sanatkarane ve ya­ zınsal Rönesans'ın bu spiritüel karşılığının en büyük ilk aydını, Jung'un esrarengiz ve karşı konulmaz bir içsel yakınlık hissetti­ ği, kendisi gibi İsviçreli bir hekim ve bilimin karşıtlıklarıyla spi­ ritüelliği tek bir etkili birlik halinde birleştirmeyi amaçlayan bir adam olan Hohenheim'lı Phillippus Aureolus Theophrastus Pa­ racelsus Bombastus'tu. Spiritüel amaçların yanı sıra bilimsel merakla da dolu olan, eşit derecede kahramanca oranlardaki fiziksel ve duygusal is­ teklerden söz etmeye gerek yok, göze çarpan ve büyük bir Rö­ nesans adamı olmasına karşın, Paracelsus birçok açıdan gerçek bir Gnostikti. Kavgacı, mağrur, bağımsızlığına şiddetle düşkün (ilkesi, "başka birinin değil, kendinin olabilen"di) bu adam, ku­ rulu güç, dogma ve değerlerin dünyasına mutlak bir küçük gör­ me duygusu beslemişti. Yalnız ve evsiz bir başıboştu, zamanı­ nın neredeyse bilinen bütün dünyasını dolaşmış ve yıllar sonra mezarının boş bulunacağı Avusturya, Salzburg'da gizem içinde ve yalnız başına ölmüştü. Jung'a çok benzer bir şekilde, o da hastalığı majik bir kozmos içinde yaşamın evrensel anlamına ilişkin spiritüel bir olgu olarak görüyordu. "Maji Büyük Gizli Bir Bilgeliktir, Akıl Büyük Aşikar Bir Budalalıkhr" epigramı, ko­ laylıkla, eşzamanlılığın harikalarında kendini açığa vuran ve kendine ait sembolik majisiyle dolu, Jung'un bilinçdışının an­ lamlı rasyonel olmama durumunu keşfini karakterize etmek için uyarlanabilir. Kariyerinin oldukça erken bir noktasında (1929), Paracelsus'un İsviçre, Einsiedeln'de doğduğu evde ko­ nuşurken, Jung tekrar tekrar bu büyük okült hekimle Gnostisiz­ min öğretileri arasında karşılaşhrmalar yapmıştır. Jung, Para­ celsus tarafından ortaya ahlan ve onun Hylaster, Gnostik bir de­ miurge biçimi ya da kimi zaman kötülüğün yaratıcısı olduğu düşünülen üstün tanrısal varlıktan sonra gelen tanrısal varlık adını verdiği kozmogonik ilkeyi kabul etmiştir. Karartılmış koz­ mosa dağılmış Gnostik ışık kıvılcımları kavramı konusunda gizli kalmış olan arşetipik gizilliklerle ilgili simyasal görüşü iz­ lemiştir. Fevkalade bir açıklıkla, Paracelsus'un ve simyacıların okült materyalizminin, Gnostiklerin göze çarpan uç noktadaki idealizminin yeni bir biçimini nasıl oluşturduğunu algılamıştır. Jung, Gnostiklerin aeonik alanlarda ruhun yolculuğu olarak sembolize ettiği aynı dönüşüm sürecinin, Paracelsus'cu bir sem­ bolizmde karanlık prima materia'nın simyasal çalışmanın parıl­ dayan altınına adım adım biçim değiştirmesi olarak göründü­ ğünü fark etmiştir. Görünüşe göre kutuplar ayrılmakla birlikte, Gnostikler ve simyacılar ortak bir araşhrmayı paylaşmışlardır. Bunlar aynı zamanda ortak bir düşmana, maddenin dönüşüm­ se! potansiyellerini ya da insan psişesinin otantik, doğal olarak aslında var olan kutsalliğını, aslında tanrısallığını anlamayı hiç başaramayan ortodoks Hristiyanlığa da karşı gelmişlerdir. Bu simyasal ve Gnostik girişimlerin birini ya da her ikisini de anla­ mak yerine, kilise ahlaksal yasaları ve emirleri olan Sami obses­ yonunu ve Aristoteles manhğından oluşan psikolojik zindanda çürümeyi seçmiştir. Paracelsus ve simyacılar Jung'a göre değer­ li kişilerdi, çünkü Jung bu kişilerde kadim Gnostisizmin bir de­ vamı olan Pansofik Geleneğin fevkalade bir yansımasını gör­ müştü.
·
61 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.