Önceki bölümden de anlaşılacağı üzere, İngilizlerin, Hindistan'ın siyasi birliğini sağlayarak ülkeye uygun siyasi kurumlar, demokrasi ruhu, etkin bürokrasi ve hukukun üstünlüğünü getirdiği iddialarının içi boştur. Anlattığımız hadiseler yaşanırken İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan' a siyasi birlik kazandırmayı amaç edindiği iddiasını tamamen boşa çıkartacak bir başka anci-demokratik sömürgeci proje uygulamaya konulmuştu. Hindû ve Müslüman askerlerin 1857'de birlikte isyan etmeleri, omuz omuza çarpışmaları, birbirlerinin emri altına girmekten kaçınmamaları ve zayıf düşürülmüş Babürlü imparatoruna biat etmek istemeleri İngilizleri harekete geçirmişti. İmparatorluğun devamını sağlamak için yapmaları gereken şeyin Müslümanları ve Hinduları birbirine düşürmek olduğunu fark etmişlerdi. 1859 gibi erken bir tarihte Bombay Valisi Lord Elphinstone, Londra'ya, "Romalıların meşhur divide et impera formülünü biz de uygulamaya koymalıyız," tavsiyesinde bulunmuştu. (Aslında bu formül Romalılara değil Makedonyalı II. Philip'e ait olup sonraki Romalı fatihler tarafından da uygulanmıştı.) Birkaç sene sonra Sör John Strachey, "Hindistan halkları arasında birbirini düşman bellemiş inançların varlığı, Hindistan'daki siyasi konumumuz açısından hayati ehemmiyet arz etmektedir," demişti.
İngilizler, bütün sömürgelerinde küçük kimlikler oluşturmada ve ırka dayalı idari sistem getirmede oldukça mahirlerdi. Araştırmacılar bu uygulamanın, idealize edilmiş İngilizlik kimliğinin etkisinin azalmasıkorkusundan kaynaklandığını belirtmektedirler. Nitekim, sömürgelerdeki tebaanın bu kimliği elde etme hakkı yoktu. Bu açıdan bakıldığında kültürel asimilasyon uygulayan Fransızlardan tamamen farklılardır. Senegal ya da Vietnam'daki okullarda küçücük çocuklar 'nos ancetres les Gaulois' (Galyalı atalarımız) mısrasını okumaktadırlar. Hindistanlılar her zaman tebaa olarak kalmış, asla vatandaş olamamışlardır. Fransız sömürgesinde yaşayan birisi pekala je suis Français (ben bir Fransız'ım) diyebilirken bir Hindistanlının I am a British (ben bir İngiliz'im) demesi mümkün değildi. En başından beri bölmek İngilizlerin aklında vardı. Aslında, İngiltere'nin sömürgeleştirdiği tek beyaz ülke olan İrlanda'da da bu durum söz konusuydu. İngilizler, İrlandalıları asimile etmek yerine boyundurukları altına almış, İngilizler ile evlenmelerini yasaklamış (hatta İngilizlere İrlandaca öğrenmeyi ve İrlandalı gibi giyinmeyi yasaklamış) ve birçok İrlandalı 'makbul' görülmeyerek ayrıma tabi tutulmuştu. İngilizler kendilerine benzeyen insanlara bile bunu yaptılarsa ten renkleri koyu Hindistanlılara neler yapmamışlardır? Bu bölümde Hindistanlıları başta kast ve din olmak üzere nasıl sabit kategorilere ayırdıklarını inceleyeceğiz. Biraz iyimser olup İngilizlerin kimliklerini kendilerine zırh edindiklerini ve Hindistanlıların kendilerine benzemelerinden hoşlanmadığını varsayalım. Fakat İngilizlerin, tebaası arasında mevcut ırk, din, mezhep ve kase farklılıklarını anlama çabası, bu farklılıkları tanımlama, derinleştirme ve kalıcılaştırma çabasına dönmüştür. Bu sebeple idareciler sık sık raporlar yazmış ve nüfus sayımı yapmışlardır. Bu sayımlarda İnsanlar dil, din, mezhep, kast, alt kase ve ten rengine göre tasnif edilmişlerdir. Bu süreçte hem mevcut topluluklara bilinç kazandırılmış hem de yeni topluluklar oluşturulmuştur. Yeni toplulukların mensupları daha önce kendilerinin farklı olduğunun farkında olmayan kimselerdir. Amerikalı antropolog Nicholas Dirks durumu açık seçik izah etmektedir:
"Yabancı memleketlerde güç tesis etmeyi sağlayan ele geçirmenin gaddar yolları kadar iktidarın kültürel teknolojileri sayesinde sömürgecilik var olmuş ve devam ettirilmiştir. Sömürgecilik bizatihi bir kültürel kontrol etme projesidir. Sömürgeci bilgi ele geçirmenin hem sebebi hem de sonucudur. Birçok açıdan bakıldığında sömürgeciliğin bilgiden ibaret olduğu görülür. Bu bilgi sayesinde, toplumlarda 'geleneksel' şeklinde yapılan tasnifler yapılmıştır. Geleneksel olan bu bilgi sayesinde dönüştürülmüştür. Böylece sömüren ile sömürülen, Avrupalı ile Asyalı, modern ile geleneksel, Batı ile Doğu arasında yeni kategoriler ve tezatlar oluşturulmuştur. Hindistan, sömürgeciliğin bir gereği olarak antropoloji konusu haline getirilmiştir. Toplumsal düzeni, siyasi kapasitesi ve medeniyet mirası, sömürgeciliğin kaçınılmaz olan ve İngiliz iktidarının kalıcılığının hikayesini anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır."
Hindistan'daki İngiliz sömürgeciliği üzerine çalışmalar yapan Bernard Cohn, İngilizlerin Hindistan toplumunun özelliklerini hem yanlış anladıklarını hem de basite indirgediklerini belirtmektedir. Hindistanlılar basmakalıp tanımlamalara tabi tutulmuş ve kadim gelenek adına yeniden konumlandırılmışlardır: "İngilizlerin Hindistan'ı anlamak ve orada faaliyet göstermek için oluşturdukları kavramsal şemada hep aynı mantık izlenmiştir. Birkaç tabir sayesinde kapsamlı ve karmaşık kodlar ile bu kodların bağlantıları ifade edilmeye çalışılmıştır." Kanunlar, İngilizlerin anlayacağı şekilde tercüme edilmeliydi. Hindistan gibi karmaşık, kaotik ve değişken bir coplum "kanun ve düzenin beşiği olması için İngilizler tarafından yeniden tanımlanmış, sonrasında ise Hindistanlılardan, İngilizleri tatmin eden bu yeni Hindistan kanun ve düzenlerine riayet ermeleri beklenmiştir."
Kimliklerin belli belirsiz olduğu modern öncesi dönemde böyle bir şey yapmak mümkün olmazdı. Zira mesafeleri kar etmek, iletişim kurmak ve yerelliği aşan şuurlu bir kimlik oluşturmak çok zordu.
Milliyetçilik hakkında çığır açıcı eserler vermiş olan düşünür Benedict Anderson, çok sayıda insanı bir araya getiren kimliklerin ancak belli bir teknolojik seviyeye ulaşıldıktan sonra ortaya çıkabildiğini gayet ikna edici bir şekilde izah etmiştir. Geniş toplulukları eteğinin altında toplayan kimliklerin inşasının yeni bir hadise olduğu ve bu kimliklerin, Anderson'ın meşhur tabiri ile 'hayali' ve 'icat edilmiş' olduğu su götürmez bir gerçektir. İngiliz idaresindeki Hindistan'da da böylesi kimlikler, ulaşım ve iletişimdeki teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkmıştır.
Büyük Babürlü İmparatoru Ekber'in elinde bu teknolojiler olsa insanları birleştirmek için kullanırdı. Ama İngilizler, aksine ayrıştırmak ve bölmek için kullanmışlardı. Bazıları Hindistan toplumun var olagelmiş ayrımlardan ötürü İngilizlerin suçlanamayacağını belirterek kast sistemini öne sürmektedirler. Bu sistem Hindu toplumunu karşılıklı bir şekilde dışlayıcı ve birbiriyle teması olmayan toplumsal tabakalara ayırmaktaydı {hala ayırmaktadır). Bunun doğruluğu inkar edilemez ama İngilizlerin isteyerek ya da istemeyerek kast sisteminin hatalı yanlarını pekiştirdiği de muhakkaktır. Yerleşik bir sınıf sisteminin olduğu hiyerarşik bir topluma sahip olan İngilizler, Hindistan'da da benzer bir toplumsal sistem kurmak istemişlerdi. Bunun için hem toplumu din üzerinden 'sınıflara' bölmüşler hem de kase sistemini devam ettirmişlerdi. Halbuki, İngilizler gelmeden önce kast sistemi sürekli devam etmiş bir toplumsal sistem değildi. Zamana ve mekana bağlı olarak değişmekle beraber kase sistemi büyük ölçüde inanç, siyaset ve iktidardakilerin iktisadi menfaatleri doğrultusunda şekil değiştiren harekedi bir toplumsal örgütlenme modeliydi. İngilizler ise kast sisteminin, Hindistan toplumunun yaşantısını etkilediğini iddia etmişlerdi. Bu iddia, Hindistan toplumunun sömürgecilik öncesi dönemde nasıl bir yapıya sahip olduğuna ilişkin oldukça dar bir görüştü. Maalesef, bu iddia artık kabul görmüş vaziyettedir. Castes of Mind isimli meşhur kitabında Dirks, İngiliz idaresi altında 'kast' sisteminin geldiği nokta hakkında şöyle demektedir: "Kast terimi sanki, tek başına, Hindistan'ın farklı toplumsal kimliklerini, topluluklarını ve örgütlenmesini açıklamaya ve her şey bir yana sistemli kılmaya yetecekmiş gibi kullanılmaya başlanmıştır. Bugünkü kast sistemi, İngilizlerin 200 senelik sömürgeciliğinin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır." Dirks, İngilizlerin iktidarlarını kullanarak kast sistemini bütün toplumsal meselelere teşmil etmelerini eleştirmektedir.
Dirks'e göre kast sistemi "kimliğin oluşması ve temsil edilmesi için kullanılan sistemlerden sadece bir tanesiydi. Dahası, kast sistemi, kast fikrinden en fazla istifade eden Brahmanlar için bile tek bir kategori ya da tek bir kategorize etme yolu değildi. Kasabalar ya da köylerdeki topluluklar, akraba kabileler, birbiriyle alakalı gruplar, siyasi birliktelikler ve daha birçok farklı birliktelik kast sistemini gölgede bırakabilir, kimlik göstergesi olarak ortaya çıkabilir ve kast gibi örgütlenebilirlerdi. Sömürgecilik döneminde ise kast sistemi, daha önce hiç olmadığı kadar kapsayıcı, toplayıcı ve yeknesak bir yapıya dönüştürülmüştü." Sömürgeciliğin Hindistan toplumundaki algıyı baştan aşağı değiştirdiğini düşünen Dirks'e göre kast sistemi, bilinçli bir şekilde, "sivil toplumun sömürgecilik formu yapılmıştı." Partha Chatterjee de Hindistan'da sivil toplumun gelişememesinin sebebini kast sisteminin bu hale getirilmesine bağlamaktadır. Böylesi bir kast sistemi, hiçbir zaman vatandaş olamayıp tebaa olarak kalan Hindistanlılara siyasi haklarının verilmemesi ve sömürgeci yönetimin devam ettirilmesi için bir bahane olmuştu. Sömürgecilik öncesi dönemdeki kast sistemi üzerine çalışan araştırmacılar vanıa fikrinin resmin tamamını yansıtmadığı kanaatindedirler. Uırna fikrine göre toplum dörde bölünmüştür. En tepede Brahmanlar vardır ve krallar ile savaşçılar bile onların altındadır. Bir örnek vermek gerekirse, Kşatra kralları hiçbir zaman Brahmanların altında yer almamışlardı. Aksine, Brahmanlara ilgi ve saygı göstermiş ama işlerine gelmediği zaman Brahmanları tasfiye etmişlerdi. Üstelik, böylesine basit bir tasnif, devasa büyüklükteki alt kıtada yaşayan bütün Hindistanlılar için geçerli olamazdı. Farklı kimlikler, alt kast sistemleri, boylar ve farklı oluşumlar her zaman var olmuşlardı. Dört tabakalı kast sisteminin bütün Hindistan'da geçerli olduğu ve karmaşık medeniyet yapısının tamamını kapsadığı iddiası, sömürgecilik döneminde yapılan çalışmalarla ortaya atılmıştır. Teoride anlatılan ile yaşananın farklı olduğunu İngilizler ya anlamamışlar ya da anlamak istememişlerdi.