Şamil ismi, günümüzde Rusya ve Yakın Doğu dışında yaşayan insanlar için pek bir anlam ifade etmiyor. Türkiye'de sürgün hayatı yaşayan (ve bazıları Şamil'in soyundan gelen) Kafkasyalı aileler, sanki bir ikonaya hürmet edercesine Şamil'in portresini duvarlarına asıyor. Boğaza tepeden bakan eski bir evde, Şamil'in portresinin önünde geceleri bir lamba yanıyor ve her gün vazodaki çiçeklerin yerine tazeleri konuyor. Yaklaşık yüz yıl önce Avrupa'nın önde gelen gazeteleri Şamil'in kahramanlıklarına geniş yer veriyorlardı. Avam Kamarası'nda İngiltere'nin Kafkasya'daki taahhütleri hakkında sorular soruluyor, Şamil'in cesareti halka açık mekanlarda yüceltiliyor, İngiliz hanımları Şamil için süslü bayraklar dikiyorlardı. Şamil'in destansı direnişi, Çar'ın Hindistan üzerindeki emellerini dizginleyen bir engel olarak memnuniyetle karşılanıyordu. Kafkasya, Delhi'ye uzanan karayolunu kapatmıştı. Bu adamın İngiltere'nin müttefiki olduğu belliydi. "Zalimlere karşı direnen, gerçekten müthiş bir tipti... Birden fazla eşi olsa da son derece dindardı..." Kilise cemaatinin dikiş nakış grubuna mensup hanımlar, çay ve kek eşliğinde beyaz zemin üzerine kırmızı yıldız işliyor ve bu bayrağın, Kafkasya'nın ücra zirvelerinden birinde dalgalanacağı günü hayal ediyordu. Şamil' in İngiltere'nin ilgisini çektiğine şüphe yoktu. Uyanık müzik yapımcıları, Çerkes Marşı'nın piyanoya uyarlanmış sürümünü satıyor, renkli kapağıyla Shamyl Schottische kılıçlarını sallayan ve Arap atlarını seven kartal yüzlü savaşçıların bulunduğu dağlık bir bölgeyi tasvir ediyordu. İlginçtir ki Şamil'in ilk yıllarında İngiliz kamuoyu onu Ruslardan daha iyi tanıyordu. İngilizler ilk başta Şamil'i, sevgilileri onunla savaşmaya gönderilmiş kızlara köy pazarlarında gravürleri satılan cinsten koca gözlü bir Tatar devi olarak hayal ediyordu. Sömürge yayılmacılığı ivme kazanmaya başlayan Rusya, Şamil' in önemini yeni yeni fark etmeye başlamıştı. Sömürgecilik konusunda daha tecrübeli olan İngiltere ise Rusya'nın Kafkasya ve doğu üzerindeki emellerinden büyük endişe duyuyordu. 1840'ların başlarında bir köşe yazarı "Kafkasya Berzahı ve Çerkesya, Rusya'nın doğuda gerçekleştirmeyi planladığı tüm teşebbüsler için kilit öneme sahiptir" diye yazıyordu. "İngiltere'nin Hindistan' daki mülklerini koruması ve sahip olduğu üstün konumu sürdürmesi için Çerkes davasının başarıya ulaşması birinci derece öneme sahiptir ve Orta Asya'da desteklenmelidir. Bir İngiliz filosunun Karadeniz'de bayrak göstermesi dahi, şimdi Rusların bölgedeki hakimiyetini kabul eden Türkler, İranlılar ve Kırım Tatarlarının silaha sarılmaları için işaret fişeği olacaktır. Bunun sonucunda Ruslar, belki karlı bozkırlarına geri dahi çekilebilirler." İngiliz sömürgeciliğinin gelişimini çalışan öğrencilerin aşina olduğu ticari zekanın emarelerini taşıyan bu eğitsel notun devamında yazar şöyle diyordu: "Çerkesya'da ateşkes sağlamak, milletler arasındaki konumumuz ve nüfuzumuz gereği ve insanlığın iyiliği için vazifemiz ve yükümlülüğümüzdür. Mükemmel olmasa dahi ilim temelinde inşa edilmiş, tecrübeyle sınanmış ve insanları medeniyet yoluna sevk eden kanun ve kurumlarımızı, dünyanın bu bölgesinde yaşayan cahil insanlara aktararak onları aydınlatmaya çalışmalıyız." (Aslında 1850'lerde İngiltere'nin bu kendini beğenmiş tavrını mazur gösterecek pek bir neden yoktu. Sadece 1851 yılında, otuz altı bin kişi, tahammül sınırlarını zorlayan yoksulluk yüzünden ülkeyi terk etmişti. Elli bin kadın, günde altı peniden daha az paraya çalışıyordu. "Alt Tabaka" olarak adlandırılan halkın büyük kısmı, efendilerinin kendilerini layık gördüğü nahoş yaşam koşullarına ses çıkarmadan razı oluyordu.) Yazar, büyük bir saflıkla şu cümleleri de ekliyordu: "Medeniyet ve aydınlanmayı temin etmenin en iyi yolu, [Çerkesya'yla] ticari ilişkiler kurmaktır. Bu adım, iki amaca birden hizmet edecektir: Sanayi ve refah bakımından ilerleyen Çerkesler kalkınacak; kasıtlı saldırıları ve bitmek bilmeyen ihtiraslarıyla milletlerin uyumunu bozmaya çalışan tek Avrupa gücünün [Rusya] önündeki engel daha da sağlamlaşacaktır." Bu cesaret verici görüşler, Şamil'in kulağına da varmıştır. O, çoğu zaman dış dünyada olan bitenlerden haberdardı. St. Petersburg'dan getirttiği gazete ve dergiler, bir muharebeden diğerine giderken atının yanında yürüyen tercümanları tarafından Şamil'e okunuyordu. Belki birkaç hafta geç haberdar oluyordu ama olsun. Londra, Viyana, Baden-Baden ve Paris'ten siyaset, yüksek sosyete ve borsaya dair gelişmeleri öğreniyordu. Şamil'in kadınları kim bilir ne büyük bir sevinçle bu gazeteleri kapışmış, üzeri anlaşılmaz işaretlerle dolu kırışmış sayfaları özenle düzeltmiştir. Biraz Arapça ve kendi dilleri olan Ma'arul Matz'ı yani Avarca'yı biliyorlardı. Kim bilir Mösyö Worth'un korkunç krinolinleri ve tüylü başlıklarıyla süslü moda sayfasına nasıl da hevesle bakmışlardır. Krinolin efsanesi 1850'lerde Kafkas diyarına dahi girmeyi başarmıştı. Seyyahın biri, tepeden tırnağa silahlı, eşkıya görünümlü esmer bir adamla tanıştığını anlatıyordu. Tiflis'ten eşi için aldığı krinolinin kocaman kutusuyla dörtnala köyden geçen bu adam bütün köylüyü ağzı açık bırakmıştı. İngiltere'nin ilgisinden emin olan Şamil, vakit kaybetmeden adamlarına bu güçlü müttefikten bahsetti. Ancak Kaptan Bell vakası, durumun ilgiden çok daha fazlası olduğunu gösteriyordu. Kaptan'ın The Vixen adlı gemisinin Çerkesya açıklarında bir Rus gemisi tarafından ele geçirilmesi diplomatik depreme neden oldu. İngilizler, geminin sadece tuz yüklü olduğunu söylerken Ruslar, Şamil ve adamlarına gönderilen çok miktarda silah bulduklarını iddia etti. Çok geçmeden bizzat Kraliçe Victoria'ya bir dizi çağrıda bulunan Şamil, Rusların zulmüne ve dini baskılara karşı mücadelesinde destek vermesini istedi. Zarif Türk-Tatar yazısıyla yazılmış mektupları, Dağıstan'ın tüm muhterem ve muteber reis ve mollalarının imzasını taşıyordu. Londra'ya düzenli olarak gönderilen mektupların Buckingham Sarayı'na ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor. Mollalar ve imamlar, Victoria İngiltere'sinde hakimler, papazlar ve piskoposlar kadar itibar sahibi değildi. Ancak uyanık ve bilgili biri olan Victoria, Şamil'in Yakın Doğu ve Doğu'daki güç dengeleri için önemini muhakkak fark etmiştir. 1840'ların başlarında İngiliz Dışişleri'ne bağlı kuryeler, St. Petersburg, Delhi, Londra ve Bab-ı Ali arasında mekik dokuyor ve Şamil'in attığı her adımı anlatan mesajlar taşıyordu. Aslında Kafkasya'nın bağımsızlığı, büyük devletler için o kadar da önemli bir mesele değildi. Ancak Rusya'ya karşı olan herkes bu konuya dikkat kesilmişti. Lord Palmerston, daha 1827'de kardeşi Sir William Temple'a şöyle yazıyordu: "Rusya'nın gök kubbenin en fırtınalı yerinde olduğunu ve pis havasının buradan geldiğini, dolayısıyla Batıda sığınacak bir yer aramak zorunda olduğunu Metternich'in görmemesi için aptal olması gerekir." Afgan savaşlarında da görüldüğü üzere Rusya ve Hindistan arasında yer alan herkes ve her yer İngiltere için önemliydi. Tarafsız bir gözlemci şöyle yazıyordu: "İngiltere, Rusya'nın Kafkasya'daki savaşının Hindistan' da sahip olduğu mülkleri tehdit etmesinden korkuyor. İran, neredeyse bir Rus vilayetine döndü. Rusya kıymetli taşlar cenneti Lahor'a tehdit oluşturabilir. Fransızlar tarafından savaşmak için eğitilen Sihler, arkalarına Rusların desteğini alırlarsa yenilmez olurlar. Rus ordusu, Hindistan'ı ele geçirmeyi değil de İngiliz hakimiyetinden kurtarmayı amaçladığını ilan ederse, farklı prenslerin yönetimindeki bütün Hindistan, Rus sancağı altında toplanabilir. Eğer Rusya, işgalci yuvası Tataristan'ı uyandırırsa, bir yıla kalmaz Hindistan'a akın akın savaşçı gönderebilir. Bengal ordusu, böyle bir dalga karşısında nasıl dayanabilir ki?" Kafkasya'daki aşiret savaşlarının en küçük bir ayrıntısı dahi, artık İngiltere'yi ilgilendiriyordu.