Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Meraksız Andaç, Paslı Kalp, Berhava
Kitabın orta yerinden konuşuyorum. Cümlelerimin ne başı ne de sonu var. Adeta kendimle savaş açmış gibiyim. Duygularıma savaş açtım. Duygularıma savaş açtığımda ise ortada varlığıma dair bir şey kalmıyor. Çünkü ben her ne olursa olsun, gördüğüm ve duyduğum, başıma gelen veya şahit olduğum bütün yaşantımı şiirsel bir dille ifade etmenin hazzını yaşıyorum. Bu acıdan zevk almak değil. Bu hayat dediğimiz yitim dünyasında, her an gördüğüm sahneyi tekrar aynı şekilde görsem bile önceki gördüğüm sahne olmayacağı bilincinin hüzün ve hayret karışımıyla ruhuma işlemesinden kaynaklanıyor. Yolda gördüğüm her bir insan, zamanın ve mekanın eşlik ettiği şiirsel bir dile kavuşuyor. Hayata dalıp sorumluluklarımı yerine getirmem, hayret ve hüzün karışımı şiirsel dünyadan uzaklaşmama sebep olan fazlalığa dönüşüyor. Biliyorum, yerleşik bir kalıp olan sorumluluk duygusuna karşı farklı bir bakış açısı getiriyor olmam yakışır kalmadı. Biliyorum sorumsuzluk bu hayatın yapısına da aykırıdır. Oysa ben bu sorumluluk dediğimiz hızlı yaşamın ortasında, içimde oluşan şiirselliğin dile gelmediği her saniye azap çekiyorum. İnsanlara faydalı olmak gibi bir amacım olmadı benim. Bu durumu kibir olarak da ifade edemedim. Çünkü şiirsel olarak adlandırdığım bakış açısının içinde insanları zaten çok seviyordum. Fakat sorumluluklarımı yerine getirmek için insanların içine karıştığım zaman, içimde yer edinen şiirsel dünyama leke gelmiş hissediyor, ben de bu şiirsel dünyama zarar gelmemesi adına istisnai tanımlar getirerek beynimde kurduğum bu ideal dünya ortamını tekrar hizaya getiriyordum. Söz gelimi yalanlar, savaşlar, kavgalar ve gürültüler benim için bu yaşamın bir parçası olmuyor, şiirselliği kavrayamamış insanlardan oluşan bir tanım içinde kendilerine yer buluyorlardı. Bu da dünyayı güç gibi, elde etmek gibi, mücadele etmek gibi bazı duygulardan uzak tutuyor ve erkeksi ruhumu ortaya çıkarmamı engelleyen romantizm ortaya çıkarıyordu. Romantizm kendi içinde hayat mücadelesi etmiyor, şiirsel dünyanın gönlümdeki tasvir gücünün herkes tarafından takdir edileceği yanılgısında bulunuyordu. Oysa hayatın böyle olmadığını anlamak için olgunlaşmam ve belki de büyük bir kayıp yaşamam gerekiyordu. Dedim ya cümlelerimin ne başı var ne de sonu var. Kitabın ortasından konuşuyorum. Ne demeye çalışıyorum. Ruh halimi ortaya koyduğum yukarıdaki açıklamalar eşliğinde sana dair durumdan bahsedeceğim. Çünkü yukarıda anlattığım bir çok şey itiraf edemesem de seninle ilintili. Eskiden olsa kalbimin derinlerinden dökülen kelimeler kuş olur uçup konardı gönlünün derinlerinde. Oysa şimdi o kuş, senin kalbine temas ederse soğumuş kalbinin yüzeyinden bana sert bir şekilde geri gelecek. Sana yollayacağım kuşların yalancı bir duyguyla hareket ettiğini söyleyeceksin. Beni kırmaktan imtina etmeyeceksin. Bu diyeceklerinde haklılık payı olsa bile bu kuş bana ait ve ben içimdeki bu kuşun güzelliğini susturmayı başaramayacağım. Ya senin sözlerini ya da kendimi reddetmek arasında kendime acımayacağım. Tek zaafım sen olduğun için sana karşı çıkamayacağım. İşte bu noktada, Sanki dünyanın bütün topraklarını gezmiş ve ait olduğu yeri bulmuş bu kuşun konmak istediği yerin kendisini kabul etmemesini sindirmesi ne kadar zorsa, içimden gelenleri artık doğrudan duygularımı reddetmeden sana yazmak da benim için o derece zor olacak. Gururumu ayaklar altına almak istememekle beraber, başka türlüsünü beceremeyişin simgesidir bu kuş. Şimdi ne benden çıkıyor ne de sana geliyor. Silinmesi için yazılması gereken bir yazı gibi aklımın ve kalbimin bir köşesinde duruyor. Umudunu yitirmiş bir yanlışlık gibi rengarenk ışıltısını yok etmek için çırpınıyor. Kullanılmamaktan kaybetmiş yeteneklerini daha da kemiriyor daha da körelsin diye. Neydi o eski zaman şarkıları arasında geçip giden zamanda öğrendiği yetenekler. Galiba dünya o zamanlar ışıl ışıldı. Sen ışıl ışıldın. Kuşlarım ışıl ışıldı. Bir şarkı terennüm ediyor dilimde, hangi şarkı olduğunu hatırlayamıyorum. Terennüm eden bu şarkının isminin ne olduğunu söyleyemesem de bu şarkının mecburi ayrılık zamanlarında seni unutmayayım diye önerdiğin bir şarkı olduğunu hatırlıyorum. Bu şarkıyı unutmam ya da şarkının ne olduğunu söyleyebilmem gerekiyor. Ya hatırlamam gerekiyor ya da her şey gibi bunu da unutmam ve hayatıma dair yeni bir sayfa açmam gerekiyor. Ya yok olmam gerekiyor ya da tastamam var olmam gerekiyor. Ya şiir olmam gerekiyor ya da sorumluluklar üzerinden ilerleyip taş iradeli olmam gerekiyor. Bir şey olmam gerekiyor ama ben adını hatırlamadığım bir şarkının kurduğu düşler konçertosunda bir masal oluşturmuş gidiyorum. Sonra gökte seninle yaşayan kuşum realiteyle aniden vuruluyor. Sanki dünyanın en güzel manzarasından kan damlatıyorum yeryüzüne. Sen ise bu kanların varlığını reddediyorsun. İki insan arasında gerçekleşen olaylardan sonra, bu olayın etkisinin birisinin umrunda bile olmadığı fakat diğeri için hayatının en önemli dönemiymiş gibi yorumladığı çok fazla ilişki gördüm. Bir dinleyici olarak ne olayları umursamayan kişiyi ne de yaşanan olayları derinlemesine anlatan diğer insanı tam olarak içselleştirebildim. Bu iki insan tiplemesi haricinde yaşanan olaylar hakkında duygularını itidalli anlatanların yüzlerinde de samimiyetsizlik emareleri yakaladım. Duygular dünyasında insanları böyle anlamlandırırken, kendi duygusal yoğunluğuma gelince, acaba diğer insanların benim duygularım hakkında da aynı şekilde kayıtsız kalıp kalmadıklarına kafa yorunca anlamsızlık duygusuna kapıldım. Gerçek şu ki aslında kimsenin o kadar da umrunda değiliz. Yani duyguları yaşayan benim ve benim bunu şiddetli anlatıyor olmamın karşı taraf için en ufak bir ifade etmemesi olasıdır. Bu noktadan sonra duygularımı anlamaya, bazen de bunun ağırlığına dayanamayıp duygularımdan kaçmaya başladım. Psikoloji kitapları içinde kendimi aradım. Duygularımı kontrol etmeyi zamanla daha iyi öğrendim. Bedelini ise kendimden uzaklaşarak ve kuşlarımı öldürerek ödedim. Şimdi kuşlarım yok. Kelimelerim de yok. Duygularım da yok. Onur diye biri de yok. Bütün bu yok oluşlara rağmen dilime pelesenk olmuş şarkıların, gülüşün, sesin, evet en çok da sesin kulaklarımda çınlıyor. Bir şarkı çalıyor dilimde ama sana hangi şarkı olduğunu söyleyemiyorum. Sen doğdun. Basma renkli elbiseler içinde örtündü dünya. Varlığın yeryüzünün sokaklarına, caddelerine yansıdı. Sen doğunca doğdu civarında dönenip duran her şey. Önce caddeler, sonra seni görmek için geçip giden arabalar oluştu. Sonra da doğduğun şehir. Galiba bir şehrin kuruluş yıldönümü senin doğduğun günden başlar. Ah bana kızıyorsundur belki bu abartılı sözlerimden. Ama şunu biliyorum ki doğan her günün ardında bir ben ölüyorum. Yeteneklerini kaybetmiş, duyguları yalanlandığı için bir daha hiçbir zaman herhangi bir yere konmayı düşünmeyen, gururlu, mağrur ve yorgun bir kuş olarak. İyi ki doğdun, doğum günün kutlu olsun. Onur Değer
·
240 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.