Gönderi

Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyet-i hayatiyesini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulâtı pazara götürerek paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber; sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvî, o fedakâr, o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur. ... Şehirlerdeki kadınlarımızın tarz-ı telebbüs ve tesettüründe [giyim ve örtünme biçiminde] iki şekil tecelli ediyor; ya ifrat, ya da tefrit görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir şekl-i haricî gösteren bir kıyafet, veyahut Avrupa’nın çok serbest balolarında bile kıyafet-i hariciye olarak arzedilemeyecek kadar açık bir telebbüs. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder. ... Her milletin kendi gelenekleri, örf ve âdetleri, kendine has millî özellikleri vardı.
Sayfa 328 - İletişim Yayınları.
·
102 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.