Avar hükümdarı Bahu Bike Hanım'a haber gönderen Gazi Molla, ondan kafir işgalcilere karşı destek talep etti ancak Bahu Bike bu talebi reddetti. Han'ın ölümünden sonra idareyi ele alan bu dirayetli kadın, üç oğlunun naibi olarak görev yapıyordu. Kocası, yıllar önce topraklarını Ruslara vermişti. Bahu Bike, bu toprakları Rusların adına idare ediyordu. Ruslardan aldığı destek sayesinde başkent Hunzak, Kafkasya'nın en zengin merkezlerinden biri haline gelmişti. Yedi yüz haneden oluşan bu büyük avul, diğer aşiretlerden gelebilecek saldırılara karşı tahkim edilmiş kayalık bir yapıydı. Top kullanmadan bu avulların duvarlarını aşmak imkansızdı. Güneye bakan taraçalı bahçelerde, üzüm ve ipek böceği yetiştiriliyor, sarp kayalıkların kenarlarında meyve bahçeleri bulunuyordu. Avulun köşelerinde yer alan yüksek kuleler, çevredeki bütün araziye hakim konumdaydı. Bu kulelerden, hem civardaki geçitler hem de bin metre aşağıda akan ırmak görülebiliyordu. Bahu Bike, avulunu ele geçirmenin mümkün olmadığını düşünüyordu. Avar Hanlığı'nın büyük kısmı, dini saiklerle Gazi Molla'nın saflarına katıldı. Bahu Bike, bu gelişmeyi engelleyememişti ancak Hunzak sakinleri bu akıma katılmadı. Mevcut yaşam tarzlarından memnundular. Kurtuluş, onları ilgilendirmiyordu. Gazî Molla'nın ne ithamları ne de tehditleri gözlerini korkutmuştu. Bahu Bike, kocasının yaptığı anlaşmalara sadık kalmak için çabalıyordu ancak halkının daha rahat buldukları Rus hakimiyetini tercih etme nedeni farklıydı. Birçoğu, kendi aşiretleri tarafından cezalandırılmaktan kaçıp Hunzak'a sığınan azılı fırarilerdi. Rus hakimiyeti altında kabul görmüş ve koruma altına alınmışlardı. Bu nedenle Hunzak, Gazi Molla'nın çağrılarını reddetti ve gönül rahatlığı içinde olayların seyrini izlemeye koyuldu. 1830 yılının Mayıs ayında seksen bin adamıyla birlikte Hunzak'ın üzerine yürüyen Gazi Molla, avula iki koldan saldırdı. Birliklerden birini kendisi, diğerineyse Şamil kumanda ediyordu. Müritler, o kadar ürkütücü bir şöhrete sahipti ki uzaklardaki geçitte görüldükleri anda avulun sokaklarına endişe hakim oldu. Müritler henüz taarruza dahi geçmeden Hunzak halkı titremeye başladı. Müritler avula yaklaşırken söyledikleri ağıta benzer savaş marşları dağlarda yankılanıyordu. Dehşete kapılan Hunzaklılar teslim oldu. Ruslar, hasımlıkta Müritlerle aşık atamazdı. Dolayısıyla kan dökülmeden Gazi Molla'nın şartlarını kabul edip saflarına geçmek daha akıllıca bir karardı. Ancak Bahu Bike öyle düşünmüyordu. Çar'la anlaşmasını devam ettirmeye kararlıydı. Savunma hatlarını denetleyen Bahu Bike, halkına son nefeslerine kadar Hunzak'ı savunmalarını emretti. Hunzaklılar, daha ilk taarruzda ikinci savunma hattına çekilmek zorunda kaldı. Müritlerin saldırısına karşı koymak mümkün değildi. Elinde kılıcı askerlerinin arasında dolaşan Bahu Bike, onlara korkaklar, elinizdeki silahın hakkını verin, yüreksizler diye bağırıyordu. Eski bir Amazon atasözü şöyle der: "Korkuyorsanız, kılıçlarınızı biz kadınlara verin ve biz savaşırken eteğimizin arkasına saklanın." Bahu Bike'nin bu sözleri istenilen etkiyi uyandırmıştı. Müritler, teslim aldıkları bir şehre girdiklerini düşünürken, her şeyi göze alıp Üzerlerine atlayan Hunzaklılar karşısında afalladı. Hunzaklılar, o kadar hiddetli bir mücadele verdi ki ağır kayıplar veren ve mensupları esir düşen Müritler şehrin kapılarından geri döndü. Müritlerin saflarına katılan Kafkas aşiretleri, bu yenilmezsavaşçıların bir kadın tarafından püskürtülmesini izliyordu. Çok sayıda mürit esir düşmüş, hendekler cesetlerle dolmuş, kana bulanmış sancakları yere düşmüştü. Kolay lokma gördükleri Hunzak hiç beklemedikleri bir direniş göstermişti. Tarumar olan Müritler geri çekilmek zorunda kaldı. Gazi Molla'nın elinden bu bozgunu bir süreliğine de olsa sineye çekmekten başka bir şey gelmiyordu. Toparlanmak üzere Gimri'ye çekildi. Hezimete uğrayan askerlerinin elinden zor kurtulan Şamil de ona katıldı. İnsanların karşısındayken mensupları hala zevkine düşkün, dinin gereklerini yerine getirmeyen kişiler olduğu için Allah'ın kendilerini cezalandırdığını söylüyorlardı ancak Şamil'in medresedeki beyaz badanalı odasında baş başa kaldıklarında şiddetli tartışmalar ve suçlamalar duyuluyordu. Gazi Molla ve Şamil konuşurken kehribar ya da mercan tespihlerini ellerinden hiç düşürmüyorlardı. Küçük, demirli pencereden giren güneş ışığı, hasır serili yeri aydınlatıyordu. Doğu'daki birçok evde olduğu gibi burada da pencereler neredeyse yere değecek kadar alçak yapılmıştı. Burada amaç, pencerenin koltuktan ziyade yerde oturan insanların göz hizasına denk gelmesiydi. Derin pencere boşluklarında birkaç parşömen tomarı, sedir ağacından yapılmış kitaplıkta, bir Kur'an nüshası ile İranlı bir mutasavvıfın öğretileri göze çarpıyordu. Odada ne bir minder vardı ne de nargile. Burada eğlenceye yer yoktu. Bu oda, haşin adamlar için döşenmiş haşin bir mekandı. Şamil acele ettiklerini söylüyordu. Allah'ın savaş için takdir ettiği vakit henüz gelmemişti. Hunzaklılar karşısında böyle bir hezimet yaşarken, Rus ordusuyla nasıl baş edilebilirdi ki? Bütün Kafkasya birleşip dinleri için savaşmadıkça, zafer kazanmak mümkün değildi. Kafirlerin ürkütücü ve sinsi hakimiyetini kırmanın tek yolu İslam'dı. Dalalet ve rüşvet karşısında ancak dini iştiyak galip gelebilirdi. Bağımsızlıkları için savaşıyorlardı ama gayretle savaşmak için Allah ve İslam yolunda cihat edilmeli ve Kafkasya'daki her adam mücadeleye katılmalıydı.
Birkaç ay boyunca itidalli davranan Gazi Molla, yaz ortasında Şamil'i aşıp Ruslara karşı bir dizi başarılı baskın düzenledi. Mayıs ayında Vnezapnaya kalesine yürümüş ancak saldırmayı başaramamıştı. Rus karargahından gelen destek birlikleri, cephe gerisindeki askerlerini taciz etmeye başlayınca ustaca ormana çekilmiş, hem destek birliklerini hem de garnizonun yarısını peşinden sürüklemişti. Rus askerleri, dev gibi ağaçların çalılarla çevrili olduğu bu ormanın derinliklerinde dehşet dolu, karanlık bir dünyayla karşılaşacaklardı. Gazi Molla'nın adamları artık kendi evlerindeydi. Bu araziyi, dağ ve geçitler kadar iyi tanıyorlardı. Açık arazide süvarilerle saldırmaya ve nizami harbe alışkın olan Ruslar, gerilla savaşının inceliklerini bilmiyordu. Bir askeri gözlemci şöyle diyor: "Ruslar, en dayanıklı askerlerdir... Milli marşını söyleyerek savaşa gider; başına ne geleceğini dahi düşünmeden. İlk başlarda, özgüven ve inisiyatif alma konusunda biraz yavaş ve uyuşuk davranırlar ancak birkaç muhabereden sonra acı tecrübeleri onlara kendi başının çaresine bakmayı öğretir. Aldığı emirlere, körü körüne itaat ederler. Kendi başına bırakıldığı takdirde aciz duruma düşerler. Emir verebilecek herkes öldüğünde dahi emir beklediği için çoğu zaman öylece olduğu yerde dikilirken can verirler..."
"Rus askerleri, başlarında subay olmadığı zaman aciz ve hareketsiz bir kitleye dönüşür. Komutanlarına olan bu bağlılıkları ölümlerine neden olur ama asla dehşete düşmezler." "Maalesef Fransız askerlerinin tutumu, böyle değil" diye devam ediyor gözlemci. "Fransız askerlerinin hayal gücü, bazen bütün disiplinlerini bozar ve zapt edilmesi mümkün olmayan bir telaş baş gösterir." Askeri gözlemciler, 19. yüzyılın başlarında bu tür çirkin karşılaştırmalar yapabilecek kadar tarafgirdi. Fransızların Kuzey Afrika' da Abdülkadir' e karşı düzenledikleri seferleri yakından takip eden gözlemcilerden bazıları, başka bir asi ve vahşi halkın savaşını izlemek için Kafkaslara gitmişti. Kesin olarak ispatlanmasa da bu tarihlerde Şamil'in ilk kez hacca gittiği düşünülüyor. Muhtemelen Mekke'de, 1828- 1829 yıllarında hacca giden Arap lider Abdülkadir'le tanışmıştır. Büyük ihtimalle bu ikili, o dönemlerde yaygın olan Pan-İslamizm hareketinin bir parçası olarak kafirlere nasıl direneceklerini görüşmüştür. Abdülkadir, Kuzey Afrika'daki Fransız işgaline 1834 yılında başkaldırdı. Yine aynı yıl Şamil, Kafkasları Rus işgalcilere karşı savunmak için cihat eden Müritlerin başına geçti. Kafirlere karşı savaşa giden Araplar ve Müritler "Cennet, kılıçlarımızın gölgesinde!" diye haykırıyordu. Olayları dışardan izleyen askeri gözlemcilerin ifadeleri yüzeysel gelebilir ancak görüşlerinde haklılık payı vardı. Ruslar, kadere boyun eğen bir milletti. "Ss Bogom! Tanrıyla!" diye haykırarak savaşa giderler, hayatlarını umursamazlardı. İlk başlarda ve yıllar boyunca, kaderde ne varsa o olur diyen, dinleri ve vatanları uğruna mücadele eden Kafkasyalılarla aşık atacak durumda değillerdi. Ruslar, Tanrı ve Çar için savaşırdı (Onların gözünde bu ikisi birbirinden ayrılamazdı). Mujikler askere alınırdı. Subaylarsa hayatlarından sıkılmış ve savaşta heyecan peşinde koşan insanlardı ama iki grup için de Kafkasya mücadelesi şahsi bir mesele değildi. Kafkasyalılar içinse durum farklıydı. Her bir adam, kendi selameti ve toprağı için mücadele ediyordu. Ormanda düşmanlarına korkunç kayıplar verdirdiler. Gazi Molla da yaşananlardan faydalanmayı bildi. Yaşanan savaşı uzaktan izleyen Türklerle İngilizler, hatta Ruslar dahi Müritçiliğin anlamını tam olarak kavrayamamıştı. Gazavat, nefsini terbiye ve şehadet yoluyla insanların Hz. Muhammed'in cennetine girmesini sağlayan bir vesileydi. Şamil'in öncelikli amacı işgalcileri püskürtmekti ve amaçlarını gerçekleştirmek için Müritçilik hareketinden faydalandı. Allah ve hürriyet yolunda savaş, çile ve şehadeti incelikle işliyordu. Ruslar, Mürit Savaşları'nı sadece toprak kazanma olarak görürken, dağlılar için bu mücadele ruhlarını kurtarmak ve kafir işgalcilere direnmek için giriştikleri bir cihattı. İşte bu koşullarda cennetin kılıçları Çar'ın tüfeklerinin karşısına çıktı. Gazi Molla, Ağustos ayında kafirlere karşı başlarına geçmesini isteyen Tabasaran halkının talebini Şamil'in ihtiyat çağrısına rağmen kabul etti. Ancak düzenledikleri seferin başarısı, Rusları taciz edip ikmal hatlarını kesmekle sınırlı kaldı. Kasım ayına gelindiğinde Gazi Molla birkaç küçük muharebe daha kazanmıştı. Yürürken birden durur, yere çömelir ve o küçük, tilki gibi gözlerini kapatırdı. Sanki ondan başka hiç kimsenin duyamadığı, uzaklarda bir yerlerden gelen sesleri dinler gibiydi. Ne yaptığı sorulduğunda, zincirlerin sesini dinlemeyi sevdiğini söylerdi; esir alınan Rus generallerinin kollarına vurulan zincirlerin sesini... Bu, Müritlerinin ilgisini ve ümidini canlı tutmaya yarayan etkili bir yöntemdi ve insanların daha büyük bir şevkle yoluna devam etmesini sağlıyordu. Kazandığı bir dizi küçük zaferden cesaret alan Gazi Molla, Kasım ayında Kızılyar'a baskın yapma cüretini gösterdi. A vulu talan edip yağmalayan Gazi Molla, çoğu güzel kadınlardan oluşan yüzlerce esir aldı. Bu durum, kanaatkar liderin de bazen zaferin bazı güzelliklerinin tadını çıkardığı anlamına gelebilir. Gazi Molla'nın bu cüreti karşısında Ruslar öfkeden deliye döndü. Gerilla savaşında Kafkasyalılara denk olmadıklarını anlamaya başlamışlardı. General Rosen, 1831 yılının Aralık ayında şöyle yazıyordu: "Buraya geldiğimde, ortama büyük bir huzursuzluk hakimdi. Dağ aşiretleri, mücadelelerinde hiç bu kadar küstah ve inatçı olmamışlardı...
Gazi Molla, söylendiği gibi Çumkeskent'te ölmediyse, gelecek baharda yine harekete geçmiş olacaklar." Gazi Molla, 1832 yılının bahar aylarında yeniden ortaya çıktı. Hiç olmadığı kadar tehlikeliydi artık. Kazandığı zaferlerden ve her geçen gün çoğalan taraftarlarından (Dağlarda, başarı kadar başarı doğuran başka bir şey yoktu) cesaret alan Gazi Molla mücadeleye can atıyordu. Karlarla kaplı Gimri'de hareket etmek mümkün değildi. Bu durum, Şamil'e güzel Fatma'yla yaşadığı aşkın tadını çıkarma imkanı verdi. Artık evlenmişlerdi. Gazi Molla'yı kasıp kavuran ateşse bambaşkaydı. Ne kadın ne çocuk ne de başka bir şey onu bir an bile yolundan alıkoyabilirdi. Kuzey'de Rus sınırlarını koruyan Kazaklara bir dizi öncü saldırıda bulunan Gazi Molla, Rusların yeni ele geçirdiği toprakların kalbine saldırmaya karar verdi. Nazran kalesini kuşatarak doğrudan Vladikafkas'ı tehdit edecekti. Nazran'daki Ruslar, gözetledikleri bütün bölgelere hakim olduklarını düşünüyorlardı. Burası büyük bir kasaba olmasa da stratejik öneme sahipti. Kafkaslara açılan bu kapı, Asya ve Avrupa arasındaki bağlantı noktasıydı. Bu kasabayı elinde bulunduran, doğuya giden tek yola, yani meşhur Gürcü Askeri Yolu' na hakim olurdu. Vladikafkas'ı Tiflis'e ve bereketli Gürcü ovalarına bağlayan bu yolu açmak için güzergahındaki dağlar yarılmıştı. Bu yol, karanlık geçitlerden, Daryal gibi kale ve hisarların yanından kıvrılıyordu. Efsanelere göre Daryal, zevküsefaya düşkün Kraliçe Tamara'nın rezil eğlenceler düzenlediği yerdi (Gerçi Gürcistan'da Kraliçe Tamara'nın alem yaptığı iddia edilen yerlerin sayısı, İngiltere' de Kraliçe Elizabeth'in yattığı söylenen yatak sayısı kadar fazlaydı). Kayaların arasından geçip Terek Nehri'nin azgın suları boyunca devam eden Gürcü Yolu, Krestovaya (ya da Haç) Geçidi'ni aşıyordu. Yermelov, sanki bölgenin Müslüman sakinlerine meydan okurcasına geçidin tepesine kocaman bir haç diktirmişti. Beş yıl süren meşakkatli bir mücadeleden sonra yolun inşaatı tamamlandı. Bu süre zarfınca çalışmaları bizzat yöneten General Yermolov, ne insanların ne paranın ne de doğanın inşaata engel olmasına müsaade etti. Yolun bakımını yapmak da en az inşaatı kadar zahmetliydi çünkü yola sık sık çığ düşüyor ve aylarca yolun kapanmasına neden oluyordu. 1. Nikola, bakım masraflarını karşılamak için bir miktar daha kaynak ayırması istenince, zaten yolu gümüş rubleyle döşemiş kadar para harcadığından yakındı. Yolun inşaatında yitip giden hayatlardan ya da dökülen kandan bahsetmemişti. Onun için askerleri gözden çıkarılabilirdi.