Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

311 syf.
7/10 puan verdi
Araba Sevdası
Recaizade Mahmut Ekrem yazdığı Araba Sevdası romanıyla bir bakıma kendi fikirlerini ve kendi batılılaşma evresini yansıtmış olur. Her ne kadar yanlış Batılılaştığı için dönemin alafranga zihniyetini eleştirse de kendi yaşamını ve hayatını incelediğimizde bir bakıma kendini Bihruz Bey ile kıyasladığını görürüz. Bihruz Bey karakteri üzerinden kendi Batılı tasvirini ortaya koymak istemiş ve bunu başarmaya çalışmıştır. Kendisinin de Batılılaşma yönü ağır basan bir kişi olduğu için dönemin tartışmalarında edebiyatta kuralın olmamasını eleştiren Muallim Naciye karşı Abdülhak Hamid’in yanında yer almıştır. Çeşitli devlet görevlerine getirilen Recaizade Mahmut Ekrem bunun yanında Mektebi Mülkiye ve Mektebi Sultanide hocalık yapmıştır. Hocalık yaptığı sırada “Üstad-ı Ekrem” sıfatı ile anılmıştır. Servet-i Fünun dergisinde Edebiyat-ı Cedide dönemini açmıştır. “Sanat sanat içindir” anlayışıyla eserlerini yazmıştır. Araba Sevdası romanı genel itibarı ile dönemin alafrangalık anlayışına yapılan bir eleştiridir. Biçim ve anlam ikilemini anlayamayan Osmanlı züppe gençlerinin yanlış bir biçimde modernleşme kavramını içselleştirmesine duyulan bir tepkidir. Ancak Recaizade Mahmut Ekrem’de yaşayış tarzı bakımında pek de bu duruma tezat düşen bir stilde değildir. Yahya Kemal’in aktardığına göre Bihruz Bey aslında Recaizade’nin kendisidir. Yazar kitabı yazdığı dönemi eleştirir. Yani bir geriye dönüş veya geleceği tahmin etme durumu bu eserde görülmez. Bundan dolayı kitap dönemin bir eleştirisidir, yazarın eserini yazmasının tek amacı eğlenmektir. Ancak eseri incelediğimizde sadece eğlenmek için yazılan bir eser olmadığını görürüz. Çünkü eserde ki tiplemelerde o dönemki Batılılaştığını sanan Osmanlı insanlarının bir analizini içerdiğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan bu eleştiri Recaizade’nin değerli bir analitik bakış açısını ortaya koyduğunu gösterir. Eseri incelemek için öncelikle dönemin Osmanlı toplum yapısına bakmak gereklidir. Eser 1870’lerde Osmanlı Devletinin başkenti olan İstanbul’da geçmektedir. Başkent İstanbul bu dönemde yazılan romanların genel olarak ana mekânıdır. Ancak genel olarak İstanbul da yaşayış tarzlarına göre semt semt ayrılır. Batılılaşmanın dönem zihniyetine göre en yoğun yaşandığı bölge Galata ve Beyoğlu’dur. Avrupalı tüccarların ve yerli gayrimüslim halkın yoğun olarak yaşadığı bu semtler Batılaşmak isteyen Osmanlı halkının vazgeçemediği mekânların başında gelir. Konuşulan dilin değiştiği bir bakıma kendi çağdaş toplum yapısının bulunduğu semt burasıdır. En önemli terziler ve alafranga eşya satan yerlerin bulunduğu bölge olmasından dolayı buraya rağbet yüksektir. Eserde de buna örnek olarak bazı terzi ve esnafların ismi geçmektedir. Tanzimat romanlarında karşımıza çıkan en ünlü mekânlardan bir diğeri ise Üsküdar’dır. Özellikle Çamlıca tepesi eserimizde de ene mekândır. Eser Çamlıca bahçesinin açılışıyla başlar. Bu dönemde diğer Tanzimat eserlerinde de Çamlıca bahçesini ana mekân olarak görürüz. Çünkü Çamlıca tepesi Avrupai Beyoğlu ile Muhafazakâr Sur içi İstanbul’unun arasında modernleşme babında en ideal mekân olarak gösterilebilir. Burada aslında toplanan kişiler bir bakıma sosyal hayat içinde modernleşecek Türk toplumunun davranış tarzlarını yansıtması bakımından önemlidir. Kadın-Erkek ilişkisi, umuma açık yerde davranış biçimi ve mahremiyetin tekrardan sorgulandığı mekânlardan birisidir. Dönüşen toplumların sancılarını en çok hissettiği dönemde yazılan bu eser bir bakıma bu sancının tezahürüdür. Dönüşümü biçimsel ve radikal bir şekilde yaşayan toplumların göstermelik bir modernleşme kavramı içinde kaldığını anlatmaya çalışır.  Alafrangalığın eleştirisi değil biçimsel yaşayışa duyulan bir tepkinin ürünü olan bu eserde yazar eserdeki kişiler üzerinden topluma bir eleştiri getirmeye çalışır. Tanzimat Döneminde gelen eşitlikçi anlayış biçimi toplumsal bir yozlaşmanın önünü açmış ve bu eleştirilen tiplerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Eserin ana kahramanı Bihruz Bey bu tiplemeye uygun bir durumdadır. Bu tipler genel itibarı ile batıdan gelen her şeyi kendi ülkesinde üretilen ürünlerden üstün tutan bir anlayışa sahiptir. Türkçeyi kaba ve kötü bulur ve Türkçenin yerine Fransızca konuşulmasını ister. Ayrıca bu tipler Fransızcayı da iyi bir şekilde bilmezler. Kelimenin aralarına ezberledikleri birkaç Fransızca kelime sıkıştırarak Fransızca bildiklerini sanırlar. Bu karakterleri Tanzimat romanlarının çoğunda görürüz. Bunun dışında Osmanlı toplum yapısına bakacak olursak bu dönemde gelen yenilgiler ve devletin kötü durumundan dolayı bir bakıma Batılılaşmak kendini bu yenilmiş toplum psikolojisinden kurtarmaya çalışmaktır. Bu kişiler genelde romanlarda tek tip görülür. Muhteşem bir kişiliğe sahip olan, ailesinden kalan mirası yiyen, gösteriş meraklısı, taklitçi ve müsriftir. Bu karakterler genellikle Osmanlı Devletinin kalburüstü ailelerine mensup kişilerdir. Babaları sarayda çalışan bir kişidir. Ondan miras kalmıştır ve ana karakter de bu mirası yer. Eğer genel bir değerlerdirme yaparsak Araba Sevdası romanı 1870’lerde geçer bu dönemde özellikle ön plana çıkan durum Batılılaşma idi. Abdülaziz döneminin son yıllarına rastlayan roman insanların Batılılaşırken veya modernleşmeye çalışırken biçimsel olarak olaya bakması ve sonucunda sadece şekil ve giyiniş olarak batılı insanlara benzemesinden yakınıyordu. Abdülaziz dönemi başlarında Tanpınar’ın deyişiyle Abdülaziz döneminin başında boğaz kenarındaki köşkler ön plana çıkarken son devirlerinde yani 1870’lerde arabalar ön plana çıkmıştır. Yani yazar bu romana Araba Sevdası ismini verirken büyük ihtimalle eserin yazıldığı dönemdeki batılılaşma yolunda en önemli araç olan arabaların popülerleşmesini kitabın ismi olarak uygun görmüştür. Bihruz Bey eserde ilk başlarda Arabasına çok önem verirken ve arabasıyla sırf gösteriş olsun diye sürekli geziler yaparken eserin sonuna doğru aşk acısı ile birlikte arabasına önem vermemesi ve arabanın borç karşılığında alınmasına bir bakıma sevinmesi, bu biçimsel dönüşüm yani batılılaşma isteğinin içi boş bir heves olduğunun kanıtıdır. Bunun dışında Bihruz Bey’in kişilik özelliklerinden Osmanlı son döneminin gençlerinin genel bir tanımını yapacak olursak şunları söyleyebiliriz. Osmanlı toplumunun kalburüstü ailelerinin çocukları Osmanlı Devletinin son dönemindeki yenilgilerden ve diğer devletler karşısındaki geri kalmışlıklarını örtebilmek için eziklik duygusuyla batılılaşma hevesi içerisine girmişlerdi. Bu Batılılaşma hevesi aslında sadece biçimsel olmasının nedeni buydu. Çünkü böyle bir değişimin temel bir dayanağı yoktu. Avrupa’nın geçirdiği değişimin altında yatan Felsefik ve sosyolojik etmenler Osmanlı toplumunda mevcut değildi. Bundan dolayı yapılan değişim temelsiz bir şekilde yapılıyordu. Ayrıca bu değişimin getirdiği sonuçlar ile birlikte gençler siyasi olaylardan uzak durarak apolitik bir hava içerisinde hareket etmeye çalışıyorlardı. yeniliklerle eskiye hınç ve öfke ile bakmışlardır. Bu ise bir önceki kuşaklar ile aralarında sorun olmasına neden olmuştur. Annesi ile yaşadığı diyaloglarda bu pek çok geçmiştir. Yukarıda verdiğimiz örneklerde geçen Fransızca tartışmasında annesi Fransızca kelimelerini anlamaması kuşaklarda ki çatışmanın bir ürünüdür. Fransızca bir kültür dili olarak bu dönemde Osmanlı toplumuna girmiştir. Bu dönemin eski kuşakları ise Fransızcaya bir kültür dili olarak değil gâvur dili olarak bakmışlardır. Kuşak çatışması ailelerin içerisinde anlaşma bakımından bile sıkıntı olabiliyordu. Islahatlar çerçevesinde yenileşen Osmanlı Devletinin toplumu da değişiyordu. Bu değişikliklerin kuşaklar arasındaki farkları oluşturması hasebiyle çıkan anlaşmazlıklarda din faktörü de önemli bir yer tutuyordu. Bihruz Bey’in annesi Fransızcaya gâvur dili Türkçeye ise Müslüman dili olarak bakıyordu. Yani Fransız ihtilâli ile doğan ve Bize de Tanzimat ile gelen Türkçülük veya Milliyetçiliğin eski kuşaklar için bir anlam ihtiva etmediğini belirtmek yanlış olmaz. Bu kuşak için din temelli bir ayrım söz konusudur. Batıdan alınan reformlalar toplumda batı kusursuzluğunu işlemiş olması bakımından Bihruz Bey’in geçirmiş olduğu değişimin nedenini anlamamız açısından bize ipucu verir. Yeni gelen teknolojilerin alınması ve içselleştirilmesi değil sadece biçimsel olarak yanında bulundurulması önemliydi. Bihruz Bey Fransızca Gazeteleri anlamamasına rağmen sürekli yanında bulundurmasının nedeni de budur. Yani önemli olan anlamak değildi. Bunu bulundurabilmek ve toplum tarafından takdir toplayabilmek yeterliydi. Aslen Osmanlı Devletinin modernleşmesi de buna benzer bir yapıdaydı. Alınan kurumları ve yapılan ıslahatların bir temelinin olmaması ve sadece şekilsel bir şekilde yapılması burada Bihruz Bey üzerinden ilenmiştir. Bir bakıma daha önce de kıyas yaptığım gibi bu eserde Bihruz Bey Osmanlı Devletini temsil etmektedir. Bundan dolayı saf ve çevresindeki olaylara fazla kolay bir şekilde inanan Bihruz Bey’in yumuşak ve iyi yanı da sürekli vurgulanır. Yaşadığı şeylerin müsebbibi kendisi değildir. Yanlış yönlendirmeler ve yalanlar bir bakıma onu bu hale getirmiştir. Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Osmanlı Devletinin XIX. yy da yaşadığı gelişmeler sonucunda önce Batılılaşma ile askeri alanda Avrupa’ya yaklaşması daha sonrasında Kırım savaşından sonra dış borç alarak ekonomik olarak Avrupa’ya entegre olması ve Tanzimat ile birlikte de sosyal açıdan Avrupa kültürünün egemen olması sonucu Osmanlı toplumunun geçirdiği değişimlerle oluşan bir sonucun ürünüdür Araba Sevdası romanı. Bihruz Bey ise saydığımız gelişmelerle yaşanan değişimin bir uç ürünüdür. Tüm Osmanlı toplumunun radikal bir değişim yaşadığı söylenemez. Roman içerisinde de gördüğümüz üzere kendi kültürünü korumaya çalışan bir muhafazakâr kesimin de olduğunu söylememiz gerekir. Toplum içerisinde yaşanan bu değişime katılan ile katılmayan kişiler ikiye bölünmesi “Alaturka” ve “Alafranga” terimlerini doğurmuştur. Bu kutuplar bir bakıma Cumhuriyete ve hatta günümüze kadar sürecek olan bir zıtlığın doğuşudur.
Araba Sevdası
Araba SevdasıRecaizade Mahmut Ekrem · İletişim Yayıncılık · 201425,2bin okunma
·
80 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.