Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

415 syf.
10/10 puan verdi
·
43 günde okudu
Nietzsche bile agladiysa...
Duygularımla bağ kuramadığımın farkına vardığım zamanlarda, 1000Kitap uygulamasında gezinirken, “Nietzsche’nin bile sonunda ağladığı” vurgusu ile kaleme alınmış bir inceleme yazısı gördüğümde bu kitaba bir şans vermeliyim demiştim. Sonrasında kitabı edinip ufak bir ön araştırma yaptığımda ise kitabın kült bir eser olduğunu öğrendim ve GBA (Geleceğe Bir Adim, Kurumsal bir şirketin eğitim programı) sürecinin de sonlarına doğru karşılaştığım için kendimi şanslı hissettim Psikiyatr Irvin D.Yalom, “Nietzsche Ağladığında” isimli eserinde, psikanalizin doğuşunu, içerisinde çok büyük isimlere yer verip harmanlayarak anlatmış. Nietzsche ve Dr.Breuer kitabın başrollerinde yer alırken; Lou Salome, Sigmaud Freud ve daha sonradan öğrendiğim ve psikiyatri / psikoloji dünyasının ilk vakalarından olan Bertha Pappenheim diğer önemli isimler olarak öne çıkıyor. Okurken, “ulan bu kadarını da nasıl hayal etmiş” düşüncelerine sık sık kapıldığım eser Lou Salome’nin, Dr.Breur’i bulup Nietzsche’yi hastası olarak -ama Nietzsche bunu bilmeden- kabul ettirmeye çalışması ile başlıyor ve akıcılık bir an olsun kesilmiyor. İlk görüşmelerinde, Dr.Breuer’in Nietzsche’ye ait doktor raporlarını incelemeden önce kendisi muayene etmek istediğini ve böylelikle çok fazla otorite / prestijli doktorun fikirlerinden etkilenmeden, objektif bir önerme ortaya koyabileceği fikri beni çok etkilemişti. Günümüz dünyasında tam tersi bir yaklaşım içinde olmamız beni şaşırttı demek daha doğrusu olacak sanırım. Yine ilk görüşmede, Nietzsche’nin de Dr.Breur’den %100 dürüst olmasını beklerken – buradaki beklenti ‘öleceksem öleceği söyle doktor’ kıvamında- aralarında geçen şu diyalog üzerinde durup düşünmeye değer. Dr.Breuer: “İnsanların bilmek istemeyeceği bir gerçeğe onları maruz bırakmak benim görevim mi sizce?” Nietzsche: “Kimin neyi bilmek istemeyeceğini nereden bilebiliriz ki?” Ve yine bu diyalogun akabinde gelen “Ümit kötülüklerin en büyüğüdür, çünkü eziyeti uzatır” sözü de okuduğun an bir balyoz gibi iniyor. Nietzsche’nin sürekli hasta ve bir ayağının çukurda oluşunu “Ağzımda kendi ölümünün tadının olması bana bakış açısı ve cesaret kazandırdı. Bu, kendim olma cesaretiydi, önemli olan da bu zaten.” şeklindeki tasvirini okuduğumda da Mitch Albom’un Öğretmenim Mori ile Salı Buluşmaları kitabındaki “Ölmeyi öğrenince yaşamayı öğrenmiş olursun.” sözlerini okur gibi hissettim. Babamın da hastalığını öğrendiği zaman, yıllardır küs olduğu kardeşini araması ve hüngür hüngür ağlaması da yukarıda bahsettiğim alıntıların hayata geçmiş haliydi adeta. Daha sonra ise kitap bizi Dr.Breuer’in, Nietzsche’yi tedaviye ikna etmek adına kendi dertlerini tüm şeffaflığıyla anlatması ve aralarında güven inşaa edilmesiyle ikili arasında süregelen bir dizi muayeneye götürüyor. Dr.Breuer Nietzsche’ye migreni ve diğer rahatsızlıkları için tedavi ederken; Nietzsche de Breuer’e psikoterapi uyguluyor. Dr.Breuer en çok da istediği gibi bir hayat süremediğini vurgularken “Sanki hayatımı yanlış bir melodi ile dans ederek geçirmişim gibi” söylemi yine akılda kalan yerlerden biri. Nietzsche’nin cevabı da kendisine yakışır cinstendi: “O doğru melodiydi ama dans yanlıştı.” Babasız büyümenin ve migren gibi ağır bir hastalığa sahip olmanın neresinden bakarsan bakın zor olduğu aşikar fakat Nietzsche’nin bunları da kendi lehine çevirdiği veya en azından kendini öyle avuttuğu göze çarpıyor. Dr.Breuer kitabın sonlarına doğru, farklı bir hastası için uyguladığı bir tedaviyi arkadaşı Freud vasıtasıyla kendi üzerinde deniyor, spoiler’ı yiyor ve gerçek dünyasına dönüyor Açık ara en fazla alıntı not aldığım kitap olabilir fakat daha fazla ipucu vermemek incelemeyi burada noktalıyorum. Aynı isimde filmi de var fakat çok amatör seviyede, ilk denememde yarım saatten fazla dayanamadım
Nietzsche Ağladığında
Nietzsche AğladığındaIrvin D. Yalom · Ayrıntı Yayınları · 202351,9bin okunma
35 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.