Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

108 syf.
9/10 puan verdi
Lüzumsuz Adam
Sıradan, alt tabaka şehirli insanı anlatır. Olaylara toplum değil insan tarafından bakar. Yalın bir anlatımı vardır. Hikâyenin odağındaki insan idealize edilmiş tiplemeler değil çok zaman zaafları olan, sıradan hatta bazen kurnaz insanlardır. Mahalle ve mahalleden kaçma isteğini sıklıkla vurgular. Onun, mahalleyle sosyal statüyü simgelediğini, mahalleden kaçışı statü atlamak ve fakirlikten kaçmakla özdeşleştirdiğini görürüz. Genelde anlatıcımız öykünün kahramanı değildir. O bildiğimiz anlamda bir hikâye anlatıcısıdır. Çoklukla anlatıcının Sait Faik’in kendisi olduğunu duyumsarız. Öyküleri daha çok Beyoğlu, Galata civarında veya Burgaz Adası’nda geçer. Herhangi bir ekolü takip etmemiştir. Sabahattin Kudret Aksal’ın kendisiyle ilgili dediği gibi “Sait Faik, edebiyattan hoşlanacak bir okur topluluğunu hazır bulan talihli yazarlardan değildi. Okurunu yetiştiren, eğiten, okuruyla birlikte oluşan bir yazardı.” Hayatı, dört sokakla bir çıkmazdan oluşan mahallesinde geçen bir adamın hikâyesi… Mahallesini anlatır bize. Onunla birlikte mahalleyi gezeriz: Sokakları, gittiği kahvedeki Fransızca konuşan Frenk’le Yahudi kırması kadını, kitapçıyı, işkembeciyi, bacaklarından öpmek istediği esmer, yahudi kızı, onu tehdit eden marangozu, manavı, pastaneyi; mahallenin gündüzünü, gecesini… Akşamın olduğunu bizim madamın pastanesinin camlarına dallı bir perde çekilince anlarım. İçerinin tatlı sarı ışığı yanar. İlkin madam yakar elektriğini. Sonra Solomon mumunu diker portakal sandığına. Sonra lakerdacı 300 mumluk ampulünün kordonunu prize geçirir. Siklamen renkli kırmızı soğan kesilince dudak boyası, tırnak cilası güzelliğiyle parlar. Lakerda, şişman, esmer bir Rum kadının kaba ve oyluk etleri gibidir.” Meyhanelerini, gazinolarını da gezeriz bu küçük mahallenin. Meyhanelerin müşterilerini tanırız. Sonra Mansur’un yıllardır mahalleden çıkmadığını öğreniriz. “Yedi senedir bu sokaktan gayri, İstanbul şehrinde bir yere gitmedim. Ürküyorum. Sanki döveceklermiş, linç edeceklermiş, paramı çalacaklarmış -ne bileyim bir şeyler işte- gibime geliyor da şaşırıyorum.” Sonra birden mahalleden çıkmaya karar veriyor. Şehri geziyor, hamama gidiyor, tramvaya biniyor. Şehri seviyor. “Bir ara ne düşündüm bilir misiniz? Şu bizim dükkanla evi satayım. O sazlı gazino yok mu hani, söz açtığım? Orada dışarı siparişlerini gören kız vardı ya -hani alnı dar olanı- onu metres tutayım. Bir sene sonra da öleyim. Bineyim bir Boğaziçi vapuruna günün birinde. Bebek’le Arnavutköy önlerinde arka taraftaki oturduğum kanepeden kalkayım, etrafıma bakayım; kimseler yoksa, denizin içine bırakıvereyim kendimi.” Şimdilerde sadece yazı yazarak geçinebilecek kadar para kazanmayı amaç edinen bir adam geçmişte bir ortakla ticarete atılmıştır. “Bundan üç sene evvel ticaret yapayım dedim. Rahmetli babam bir ortak buldu. Zaten bu adam kendisi müracaat etmiş, görülmemiş imla yanlışlarıyla dolu, göz yaşartıcı bir mektup yazmıştı.” Ortağı kendisini işlere pek bulaştırmaz, işleri kendisi yürütür. Bir süre sonra ortağı kendisini dolandırır. “Babam bana’ “Aptal,” dedi, “herif fasulyeleri satmış. Yerine de başkalarının cevizlerini ardiyelik doldurmuş. Sen uyu hâlâ!” Hayatta bu tür dolandırıcıların hiç bitmeyeceğini anlatır bize yazar ve bir tipoloji olarak onlardan bahseder. “… o kocaman bıyıklı, yağlı vücutlu, yalnız evini, oğlunu, zevkini, kızının çeyizini düşünen adamı ıslaha imkân yoktur. Onlar fasulye çuvallarını gözlerimizin önünde durmadan başkalarının ceviz çuvallarıyla değiştirecekler, bir gün ortadan sır olacaklardır.”
Lüzumsuz Adam
Lüzumsuz AdamSait Faik Abasıyanık · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20137,8bin okunma
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.